İster iktidara yakın, ister uzak olsun, uluslararası kriterlere uygun araştırma yaptığı bilinen çok sayıda kuruluşun kamuoyuna yansıyan anket sonuçları Cumhur İttifakı için alarm zillerinin çalmaya başladığını söylüyor.
Belli ki, son yerel ve genel seçimlerden beri, AK Parti ve ittifak ortağı MHP, seçmen desteklerindeki erimeyi bir türlü durduramıyorlar.
Bağımsız ve hakkaniyetli değerlendirme yapan analistler de aşağı yukarı bu tabloyu teyit ediyorlar.
2023’te, Cumhuriyet’in 100. yılında AK Parti’nin bir kez daha iktidar olma rüyasının giderek kaybetme kâbusuna dönme ihtimali güç kazanıyor. Bu gidişatı tersine çevirmek için iktidarın canhıraş arayışlara yöneldiğini, hesaplı ve hesapsız hamleler yaptığını görüyoruz.
Çok sayıda baro başkanı ve avukatın tepkisine ve Ankara’ya yürümesine yol açan, iktidarın TBMM’de grubu olan muhalefet partilerine sözlü olarak anlattığı “çoklu baro” için yasa teklifi de bunlardan biri.
2023 yolundaki pürüzleri temizlemek
AK Parti ve küçük ortağının söylemlerinden ve attıkları adımlardan, seçim sürecine giderken iki önemli hesaplarının ve hazırlıklarının olduğu anlaşılıyor.
Bunlardan biri, yönetimlerini bir türlü kontrolleri altına alamadıkları meslek oda ve birliklerinin yasalarını değiştirip parçalama yoluna gitmek. Böylece hem bu kuruluşların genel toplumsal muhalefet içindeki etkin rollerini kırmak, hem de başta CHP olmak üzere muhalefetin bu alandaki etki ve gücünü dağıtmak istiyorlar. Esas olarak bu kuruluşlara CHP’nin arka bahçesi gözüyle bakıyorlar.
Diğer konu ise, Seçim Yasası ile Siyasi Partiler Yasası’nın bazı kritik maddelerinde değişikliğe giderek, muhalefetin önümüzdeki seçimde kendisini iktidardan indirecek güçlü ve etkili bir ittifak oluşturmasını engellemek. Bu isteğin sahibi ise iktidarın küçük ortağı MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli.
İki partinin uzmanları kafa kafaya vermiş üzerinde halen çalışıyorlar. Dar veya daraltılmış seçim bölgesi uygulamasını getirmek ve güya “barajı aşağı çekiyoruz” diyerek, yüzde 5’lik bir baraj uygulamasıyla, özellikle Gelecek, Deva ve Saadet partilerinin etkisiz kalacağı sonuçları elde etmek gibi bir niyetleri olduğu medyaya sızdı.
Dar ya da daraltılmış seçim bölgelerinin de doğrudan iktidar tarafından belirleneceği dikkate alınırsa, bu değişikliklerin kime hizmet edeceği iyice açığa çıkıyor.
Cumhur İttifakı, bu iki kanalda sürdürmeyi hesapladığı operasyonlarda başarılı olabilirse, meslek birlikleri alanında ve genişletilmiş Millet İttifakı projesinde muhalefetin elini zayıflatarak durumu bir nebze kendi lehine çevirmeyi ya da en azından denge sağlamayı hesaplıyor.
Madem yönetemiyoruz, bari bölelim!
İktidar sözcülerinin kimi zaman barolardan, odalardan ve birliklerden rahatsızlıklarını dile getirip yasalarını değiştirme niyetlerini açık ettiklerini hatırlıyoruz. Anlaşılan kongreleri önümüzdeki aylarda yapılacağı için, işe evvela barolardan başladılar.
Geniş çaplı bir toplumsal tepkiye yol açmasın diye, değişiklik önerilerini Meclis’e parça parça getirme stratejisi de elbette anlaşılır bir taktik. O alanın mensuplarını ve kamuoyunu niyeti şüpheli böyle değişikliklere ikna etmek kolay olmaz.
Barolara gelince: Şüphesiz bu kurumların işleyiş, temsiliyet, iç demokrasi, çoğulculuk ve güç odaklarına mesafeli durma, vb. konularda eleştirilmesi ve düzeltilmesi gereken birçok yönü bulunabilir. Hatta bazı dönemlerde demokrasi dışı odaklara angaje oldukları da söylenebilir.
Ama parlamentonun kenara itildiği, güçler ayrılığının tarihe karıştığı, bütün yetkilerin tek kişide toplandığı, yargının Cumhurbaşkanı’nın ağzından çıkacak söze baktığı bir ülkede, barolar ve meslek birliklerinden şikâyet etmek artık fantezi bile sayılmaz.
Zaten AK Parti de, TBMM’de grubu bulunan muhalefet partilerine sözlü olarak sunduğu değişiklik teklifinde, bu kuruluşlarda temsiliyeti güçlendirme, seçim sisteminde çoğulculuğu sağlama, demokrasi ve katılım yönünde yenilikler getirme, vb. herhangi bir olumlu öneriden bahsetmedi.
Hangi baroya üye olduğunu söyle, sana…
Önerdikleri sonuç itibariyle sadece “Müslüman Avukatlar Barosu, Milliyetçi Avukatlar Barosu, Liberal Avukatlar Barosu, Demokrat Avukatlar Barosu, Sosyalist Avukatlar Barosu” gibi bariz bölünmeler getirecek bir değişiklik paketi.
Buradan da anlıyoruz ki, iktidarın asıl niyeti aksamaları gidermek filan değil. Bu kurumları bölerek, kendine yandaş meslek birlikleri yaratmak istiyor. Seçime giderken bu alandan yükselecek muhalif sesleri kontrol altına almak niyetinde. Geniş bir kesimin ortak kanaati de bu yönde.
Doğal olarak, bu adımın sonucunda, adalet sistemimizin üç temel ayağından biri olan savunma ideolojilere ve politik tercihlere göre bölünecek. Bu da baroların ve avukatların kutuplaşmasına ve politik olarak etiketlenmesine neden olacak.
Özellikle üç büyük şehirde, iktidarın baro yönetimlerini ele geçirmek için çok çaba gösterse de kongrelerde başarılı olamadığını biliyoruz. Ama kongrelerde başarılı olamamak gibi basit sebeplerle, bu denli önemli ve geleneği olan bir meslek grubunun bölünmesini öneren zihniyet sorgulanmaya muhtaçtır. Kutuplaşma geleneğinin çok güçlü olduğu bir ülkede bunu önermek resmen düşmanlaştırma politikasının değirmenine su taşımaktır.
Sırada mühendis odaları ve diğer birlikler var
Malum, Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği, Türk Tabipler Birliği, Türk Veteriner Hekimleri Birliği, Türk Eczacılar Birliği, Türk Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Birliği’nin de barolara benzer statüleri bulunuyor.
Yüz bin avukatın üye olduğu barolar dahil bütün bu oda ve birliklerin bünyesinde toplam 920 bin civarında meslek sahibi var. Ülke nüfusuna oranı fazla olmamakla beraber, herkesin hayatına dokunan meslekleri, iyi eğitimli ve organize olmaları ve sistem içindeki yerleri onları etkili ve çok önemli bir konuma taşıyor.
Eğer iktidar barolarla ilgili değişiklikte başarılı olursa, sıranın muhalif konumları bakımından daha radikal görünen oda ve birliklere gelmesi kuvvetli bir ihtimal. Hele Gezi Olayları’ndaki rolleri hakkında iktidarda oluşan algı dikkate alınırsa, böyle bir gelişmenin olması kimseyi şaşırtmayacaktır.
Bu kurumların ülkenin ekonomik, siyasi ve toplumsal sorunları hakkında görüş açıklamaları, ülkenin en etkili baskı grupları arasında görülmelerine yol açıyor. Aslında bu durum onların meslek etiğine, demokrasiye ve bütün yurttaşların hak ve hukukuna sahip çıkmalarıyla ilgilidir. Böyle bir pozisyon herhangi bir güç odağının zorlamasıyla elde edilemez ve bu kuruluşların ülke sorunlarına kayıtsız kalmaları beklenemez.
Devletten ve güç odaklarından bağımsız olmaları, düşünce ve görüşlerini her şart altında açıklamaları, onların halk indinde saygı görmelerini sağlar. Deneyleri, gözlemleri ve ürettikleri bilgiler toplum için daima başvurulan güvenilir kaynaklardır. Yöneticilerinin şu ya da bu siyasal eğilimde olması, toplumun bu kurumlar hakkındaki temel kanaatini değiştirmez.
Bu siyasi mühendislik değilse, ne?
İktidarın “madem ele geçiremiyoruz, o halde bölelim” yaklaşımı, özü itibariyle siyasal mühendisliktir. Muhalefetin önünü kesmek için, onlarca yıllık saygın kurumların yapılarını altüst edip, bölük pörçük hale getirmek akla seza bir durum.
Sonuç olarak, AK Parti ve MHP’nin Meclis’teki çoğunluğu nedeniyle barolarla ilgili değişikliğin geçmesi, sürpriz bir gelişme olmazsa, kesin gibi bir şey. Meclis’in yeni döneminin açılmasını takiben, uygun zamanlamayla Seçim Yasası ve Siyasi Partiler Yasası ile diğer oda ve birliklere ilişkin değişiklikler de teker teker gündeme getirilebilir.
Eğer yeniden iktidara gelmek uğruna yapılan bu gözükara hamleler sonuç vermezse, AK Parti milliyetçi ortaklarının homurdanmasına rağmen, beklenmedik başka hamleler peşinde koşabilir. Zeminini yaratıp, muhalif toplumsal dinamiklerden dengeleri kendi lehine değiştirebileceğini hesap ettiği birine yönelmeyi deneyebilir. Ancak, bunun nasıl ve ne ölçüde gerçekleşebilir olduğunu irdelemek ve kurcalamak için daha vaktimiz var.