Ana SayfaYazarlarAK Parti’yle nereye kadar?

AK Parti’yle nereye kadar?

İktidarın, muhalefetle geniş dindar kesimleri karşı karşıya getirme çabaları ortadayken, CHP’yi gösterdiği dikkatli tavır nedeniyle hırpalamak, aşağılamak bizzat bu yorum ve değerlendirme sahiplerinin siyasal beklentilerine aykırıdır.

AK Parti’nin son hamleleri ve bu hamlelerle birlikte hızını alamayıp hilafet isteyenlerin, hatta Medeni Kanun’un yerine çift hukukluluğa geçilmesini dile getirenlerin ortaya çıkması muhalefet cephesinde sert tepkilere yol açtı.

Özellikle bazı seküler demokrat ve sol çevrelerin dillendirdiği endişe, korku ve öfke yüklü düşünceler sosyal medyaya yansıdı. Bazı aydınlar uyarı yayınladılar.

Bu gelişmeler karşısında bazı muhalif yazarlar, CHP liderliğinin geniş dindar çoğunluğu dikkate alan, konuyu büyütmeyen serinkanlı çizgisini “siyasetsizlik, iktidarın dümen suyunda gitme” olarak nitelediler. CHP’nin “müesses nizamın kadim partisi” olduğunu hatırlattılar, böyle bir partiden farklı bir tavır beklenemeyeceğini kızgın cümlelerle ifade ettiler. CHP’yi susmakla suçladılar.

Bu noktaya gelmemizde, AK Parti’nin ve Cumhur İttifakı’nın demokrasiyi, hukuku, özgürlükleri ve en önemlisi barış içinde bir arada yaşamanın gereklerini dikkate almayan politikalarının tayin edici bir rolü var. İktidarın son derece hoyrat, dayatmacı ve baskıcı politikaları dikkate alınınca, bu tepkiler büyük ölçüde haklı.

Ancak, bu tablonun tartışılması gereken önemli boyutları var.

Hikayenin sonuna yaklaşırken…

Bugün iktidarı istediği her şeyi yapacak kadar güçlü görmek, muhalefeti ise olan biteni yalnızca izlemekle yetinen, demokratik tepkisini ortaya koyma yetenek ve takatinden yoksun, bitap düşmüş bir kalabalık olarak değerlendirmek pek isabetli değil.

AK Parti’nin toplumsal desteğinin en üst sınırı başkanlık referandumunda görüldü. O noktadan itibaren gerilemeye, daralmaya ve büzülmeye başladı. Bugün, böyle bir AK Parti iktidarıyla Türkiye’nin daha fazla gidemeyeceği de bütün belirtileriyle ortada.

Niyeti olsa bile, iktidarın kimi demokrasi rötuşlarıyla rejimi toparlayıp ıslah etmesi ve yeniden geniş tabanlı bir toplumsal rıza üretmesi, mevcut verilere bakınca artık çok zor. Ayrıca, böyle bir planı ve çabası da yok.

AK Parti, siyasal İslamcılığın gecikmiş versiyonuyla taşra milliyetçiliğini harmanlayıp bu dönemi geçirmek istedi, ama bu topraklarda tutmadı ve tökezledi. Hem parti bölündü, hem de istikrarlı olarak iktidarın seçmen desteği zayıfladı.

Daha şedid bir yola girmesi şüphesiz siyaseten mümkün ama Türkiye gerçekliğinde kolay değil. 

Heba edilen toplumsal uzlaşma fırsatları

İktidarı bu noktaya sürükleyen sebeplerin başında, söz konusu siyasal İslamcılıkla saldırgan milliyetçiliğin öne çıkardığı kutuplaştırma ve kimlik politikaları geliyor. Öyle ki, 15 Temmuz 2016 FETÖ darbesinden beri bütün toplumsal uzlaşma fırsatlarının ısrarla reddedilmesi bu politikanın sonucudur.

Örneğin, kanlı darbe karşısında demokrasiyi ihya etmek gerekirken, özgürlük alanlarını sınırlayıp, iktidarını güçlendirmeyi seçti. Anayasanın 65 maddesinin değiştirilmesi hususunda Meclis’te iyi bir uzlaşma sağlanmışken, başkanlık rejimini dayattı. 2018’deki yerel ve genel seçimlerde, ‘seçimle gelenin seçimle gideceği’ ilkesine sadakatini sorgulatan şaibeli işler yaptı. HDP’nin açık farkla kazandığı belediyelere hukuksuz şekilde ısrarla kayyım atadı. İstanbul, Ankara, İzmir gibi kaybettiği belediyelerin halka hizmetini engellemek için her şeyi yaptı ve buna devam ediyor.

Dibe vuran ekonomi, kapanan iş yerleri, fırlayan enflasyon, nepotizm, yüksek işsizlik ve ağır yoksulluk da bunlara eklenince, AK Parti’nin eğik düzlemde kaymaya başlaması kaçınılmaz hale geldi.

Son hamlelerin de erimeyi durdurması zor

Bu şartlar altında AK Parti’nin iktidarını 2023’e kadar sürdürmesi pek kolay görünmüyor. Özellikle pandemi şartlarında ekonomik durum iyice ağırlaştı. İktidar aksini söylese de, bazı hazırlıkları takiben erken ve/veya baskın seçim neredeyse herkesin kesin beklentisi durumuna geldi.

İktidarın olağanüstü bir hızla baroları kimliklere göre bölmesini bu kapsamda görebiliriz.

Yakın zamana kadar tersini söyleyip, orta bir yol bile aramadan, şimdi “millet böyle istiyor” deyip, Ayasofya’nın davul zurnayla ibadete açılmasını da öyle değerlendirebiliriz. Bunu “Türklerin doymak bilmez fetih iştahı”, çok kültürlülüğün son ermesi veya basit gündem değiştirme operasyonları olarak ele alamayız..

Kadınları aile içi şiddetten koruyan İstanbul Sözleşmesi’nden imzasını çekmeye hazırlanması ise partideki erimeyi durdurma uğruna, parti içindeki ve çeperindeki taassuba verilen utanç verici bir taviz örneği.

Toplumun düşüncelerinin özgürce ifade ettiği yegane mecra olan sosyal medyayı, iktidarın istediği hizaya sokmak için yasa değişikliklerinin de maalesef sırada olduğunu biliyoruz.

Hepsi birer şok dalgaları gibi gelen bu hadiseleri, AK Parti’nin artan kaybetme ihtimalini tersine çevirme atakları ve siyaseten kazanma uğruna her şeyi araçsallaştıran derin pragmatizminin somut ifadesi olarak görmek yanlış olmayacak.

Muhalefetin serinkanlı tavrı yersiz değil…

Muhalefet partilerinin de bunu gördükleri anlaşılıyor. İktidarın konsolidasyon hesaplarını ve muhalefeti dindar sosyolojiyle karşı karşıya getirme hesaplarını boşa çıkarmaya çalışıyorlar. Bunun için de olayı büyütmeyen, serinkanlı ama arka plandaki zihniyeti de teşhir etmeye çalışan bir tavır içinde oldular.

Millet İttifakı partilerinin son seçim sonuçlarını dikkate alarak, dindar seçmenin endişe duymadan AK Parti’den uzaklaşmasını sağlamaya çalışıyorlar. Son olaylardaki tavırlarında bariz olarak görüldü.

Nitekim bunu gören AK Parti de ittifak yapmayı zorlaştırmak için Seçim ve Siyasi Partiler yasalarında değişiklik yapmak üzere MHP ile ortak çalışma içine girdi. Bir süre sonra TBMM’ye tekliflerini getirecekler.

Hal böyleyken muhalefeti, özellikle de CHP’yi bu konuda gösterdiği dikkatli tavır nedeniyle hırpalamanın, aşağılamanın bizzat yorum ve değerlendirme sahiplerinin siyasal beklentilerine hiç uygun olmadığı aşikar.

AK Parti sonrasına geçiş

CHP’nin tarihi ve taşıdığı miras bellidir. Bu partinin kendisine biçtiği rol ve üye çoğunluğunun oldukça katı ideolojik formasyonu ortadadır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun, genel başkan olduğundan beri bu gerçekliğin farkında olarak dindarlar, seküler milliyetçiler ve HDP’nin temsil ettiği Kürtlerle iktidar alternatifi oluşturabilmek için, partisini tedrici bir değişimden geçirmeye çalıştığını biliyoruz.

Hem iktidar alternatifi bir muhalif ittifakın ortaya çıkmasında, hem de AK Parti sonrasına demokratik yollardan sorunsuz geçişin sağlanmasında koordinatör rolü de ister istemez CHP’ye düşüyor. Bu, hayati önemde bir roldür.

Bir kere Millet İttifakı partilerinin, AK Parti seçmenlerine elde ettikleri meşru kazanımları kaybetmeyecekleri hususunda güven verici bir taahhütte bulunması gerekir.

Bundan daha önemli ve kritik olanı ise AK Parti sonrasına yumuşak geçişin sağlanmasıdır. İktidarın demokratik ve barışçı yollardan el değiştireceği, seçimle gelenin seçimle gideceği, devri sabık arayışlarının söz konusu olmayacağı en açık şekliyle ortaya konulmalıdır.

Bu amaçla muhalefet iktidarla diyalog imkanları aramalıdır.

Bekliyoruz.

- Advertisment -