Ana SayfaYazarlarAkar’ı ve Fidan’ı çağırmayan komisyon ‘araştırma’ sıfatını hak eder mi?

Akar’ı ve Fidan’ı çağırmayan komisyon ‘araştırma’ sıfatını hak eder mi?

 

15 Temmuz darbe girişimini araştırmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) bir araştırma komisyonu kurulmasını sevinçle karşılayanlar arasında ben de vardım. Sevinmiştim, çünkü bu komisyon, 15 Temmuz’la hesaplaşmayı güvenlik ve yargı bürokrasisine terk eden fiili uygulamayı kırıp siyasete “aktör” olma fırsatı verebilirdi. (“15 Temmuz darbe komisyonu: Yaşasın siyaset”, Serbestiyet, 17 Ekim 2016).

 

TBMM araştırma komisyonlarının yaptırım gücü yok, fakat yaptırım gücü olanların o gücü en doğru ve en adaletli bir biçimde kullanabilmeleri için en fazla ihtiyaç duyacakları şeye, bilgiye ulaşmada belirleyici bir önemleri var. Belirleyici, çünkü TBMM komisyonları, kendileri gibi bilgi peşinde koşan güvenlik ve yargı bürokrasisinin çeşitli nedenlerle deşmek istemeyeceği alanlara girebilme, onların bazen bilerek oluşturdukları bilgi boşluklarını doldurabilme yeteneğine sahipler.

 

İşte 15 Temmuz’u araştırmak üzere TBMM’de bir araştırma komisyonu kurulduğunda ben en çok, yargının ve güvenlik bürokrasisinin deşmekten imtina edebileceği alanların üzerine siyasetin aydınlığının düşeceği gerekçesiyle sevinmiştim.

 

Fakat o geceye dair hepimizin kafasında oluşmuş ve hâlâ cevabı verilmemiş soruların merkezinde bulunan iki bürokratın, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan’ın komisyona çağrılmayacağına dair haberleri okuyunca kendi kendime şu soruyu sordum: Akar’ın ve Fidan’ın çağrılmadığı bir TBMM komisyonu “araştırma” sıfatını hak eder mi?

 

Benim bu soruya cevabım kesin olarak “hayır!”

 

Gerekçemi biraz sonra dikkatinize sunacağım, fakat ondan önce ilgili haberlere kısaca bir göz atalım…

 

‘Olmazsa olmaz’

 

Konuya dair haberlere göre, komisyonun Cumhuriyet Halk Partili üyeleri Aykut Erdoğdu ve Aytun Çıray, bu iki ismin mutlaka dinlenmesini istemişler ve bu taleplerini “olmazsa olmaz” gibi güçlü bir vurguyla dile getirmişler. Gerekçeleri de şöyleymiş:

 

"Fidan ve Akar komisyonda dinlenilmesi şart ve olmazsa olmazımızdır. Bu iki isim konuyu aydınlatacak bilgilere sahip. Örneğin Genelkurmay Başkanı Akar rehin alınıp sabaha karşı kurtulduktan sonra Başbakanlık'a helikopterle gidiyor ama yanında girişimin en önemli ismi Mehmet Dişli var. Helikopteri kullanan pilot şu anda tutuklu. Neden Dişli'yi yanında götürdü? Bunu sormamız ve tatmin edici bir cevap almamız gerekli. Fidan, Genelkurmay Başkanı'na gidip hangi istihbaratı verdi. Darbe girişimi mi dedi yoksa başka bir şey mi"

 

Buna karşılık Komisyon Başkanı Reşat Petek, “bu iş zor” anlamına gelecek şeyler söylemiş talep sahiplerine. Onun gerekçesi de şöyleymiş:

 

"Şu ana kadar kendilerine davet yapmadık. Savcılıkların soruşturması devam ediyor, bir taraftan da biz Anayasa'nın 138. madddesini ihlal etmeden sürdürmek zorundayız. Müdahil olup bilgileri istediğimizde sorunlar çıkar."

 

Taslak rapor kararı

 

Komisyonun nihai iradesi başkanın sözleri doğrultusunda tecelli ederse, bu, siyaseti 15 Temmuz soruşturmasında bir “aktör” haline getirme fırsatının tamamen heba edildiği anlamına gelecek. Çünkü gerçekten de, merkezinde Akar ve Fidan’ın olduğu sorulara tatmin edici cevaplar verilmediği sürece, kamuoyunda, o gecenin hakikati neyse, 15 Temmuz komisyonunun işte o hakikatin peşine düştüğüne dair bir inancın oluşması mümkün olmayacak.

 

Bu çerçevede edindiğimiz son bilgi şu: Komisyonun başkanlık divanı, henüz çalışma takviminin ortasında bir taslak rapor hazırlamaya karar vermiş. (TBMM araştırma komisyonları üç ay boyunca çalışıyorlar… 15 Temmuz darbe komisyonu çalışmalarına 7 Ekim’de başlamıştı.)

 

Taslak rapor hazırlıkları, komisyondaki muhalefet milletvekillerinin itirazlarıyla karşılaşmış. Temel gerekçe, başta Akar ve Fidan olmak üzere “kilit isimler”in dinlenmemiş olması… Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) milletvekili  Mehmet Erdoğan ise bunun yanı sıra başka bir itirazda daha bulunmuş:

 

“Şimdi, işi hep bir taraflı dinledik, öbür tarafından hiç kimseyi dinlemedik. Çünkü, cezaevinde bugün tutuklu bulunan insanların bir kısmı 15 Temmuz gecesi öncesinde veya sonrasında yaşananların faili ama bir kısmı da mağdur olduklarını iddia ediyor. Bunu iki boyutuyla da dinleyebilmemiz lazımdı.”

 

Haksız mı MHP milletvekili? Hakikati bütün boyutlarıyla ortaya sermek isteyen bir komisyonun onun önerdiği gibi davranması gerekmez miydi?

 

Bu can alıcı soru sorulmamış işte

 

Reşat Petek, “Müdahil olup bilgileri istediğimizde sorunlar çıkar” diyor. Bu ne demek? Komisyon biraz da yargının sormadığı soruları sormak için yok mu? CHP milletvekillerinin verdiği örnek üzerinden gidelim: Hulusi Akar’ın tanık olarak verdiği ifadeyi okuduk ve gördük ki, sonradan darbeyi yönetmekle suçlanıp tutuklanan tümgeneral Mehmet Dişli’nin o gecenin sabahında Akar’ın helikopterinde ne aradığı sorulmamış… Bu sorunun zihnini meşgul etmediği hiçbir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yok ama, şimdi öğreniyoruz ki Akar’a komisyon da soramayacak bu soruyu.

 

Ortada başka bir sürü cevabını bulamamış soru var, bunları tekrar etmeyeceğim. Fakat o gecenin “kamera arkası”nı “24 Saat” adlı kitabında anlatan CNNTürk Ankara Temsilcisi Hande Fırat’ın tanıklığı üzerinden fazla deşilmemiş başka bir tuhaf noktayı dikkatinize sunmak ve Akar-Fidan meselesinin ne kadar önemli olduğunu bir de bu örnek üzerinden göstermek istiyorum.

 

MİT Müsteşarı’na mutlaka sorulması gereken soru

 

Komisyonun CHP’li iki üyesinin, çağrılması durumunda MİT Başkanı Hakan Fidan’a öncelikle hangi soruyu sormak istediklerini haberden okumuştuk, hatırlayalım: “Fidan, Genelkurmay Başkanı'na gidip hangi istihbaratı verdi. Darbe girişimi mi dedi yoksa başka bir şey mi?"

 

Bu sorunun cevabı belli aslında… İlk istihbaratın, o gece kendisine “Hakan Fidan’ı alma” görevi verilen bir pilot binbaşıdan geldiğini biliyoruz. Yani ilk istihbarat, “MİT’e bir saldırı” biçimindeydi.

 

MİT’e saldırı, MİT Başkanı’nı “alma” gibi bir bilginin darbe girişiminden başka bir anlamı olabilir mi? Hakan Fidan da bunu böyle yorumlamış olmalı ki, bu bilgiyle gittiği Genelkurmay’dan çıkarken, gerisinde “uçakların kalkmaması”, “zırhlı birliklerin yerlerini terk etmemeleri” gibi Genelkurmay talimatları bırakmıştı.

 

Dolayısıyla Hakan Fidan’a sorulması gereken soru, istihbaratın darbeye mi yoksa başka bir şeye mi dair olduğu değildi.

 

Bu çerçevede sorulacak soru başka, ki o da çok soruldu ve hepimiz cevabını bekliyoruz… Şu soru: “Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı Genelkurmay karargâhında olan biteni darbe girişimi olarak değerlendirdikleri halde, bu bilgiyi neden Başbakan’dan ve Cumhurbaşkanı’ndan esirgemişlerdi?”

 

Fakat ben bu çerçevede başka bir sorunun peşindeyim. Önce Hande Fırat’ın kitabından şu satırları okuyalım:

 

“Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan Genelkurmay Karargâhı’ndaki toplantıdan 20:17 gibi ayrılıp, Yenimahalle’de bulunan MİT karargâhına geçmişti. Yemekli randevusu saat 20:30’daydı. Konukları gelmişti, yemek yiyerek toplantı yapıyorlardı.”

 

Fidan’ın misafirleri Diyanet İşleri Başkanı ile bazı muhalif Suriyeli siyasetçilerdi…

 

Çok tuhaf değil mi? O gece MİT’e uçaklarla bir saldırı gerçekleştirileceği istihbaratı geliyor ve fakat MİT müsteşarı o geceki yemeği iptal etmeyerek hem kendi hayatını hem de konuklarının hayatını tehlikeye atıyor. Ayrıca, o altın saatlerde mikro düzeyde MİT’in, makro düzeyde de ülkenin alt üst olma ihtimaline karşı neler yapılması gerektiği üzerine kafa yorulmuyor da yemeğe oturuluyor.

 

Bu bana hiç makul ve mantıklı gelmiyor.

 

Hakan Fidan komisyona çağrılırsa, bence istihbaratı neden zamanında Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na iletmediğinin yanı sıra bu soru da kendisine mutlaka sorulmalı.

- Advertisment -