Uluslararası medyanın bir süredir Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden Türkiye’ye yönelik insanı isyan ettirecek ölçüde yalan haberlerini ve bu haberlere dayanarak dünya kamuoyunu manipüle etmeyi amaçlayan değerlendirmelerini izliyor ve okurlarla paylaşıyorum. Bir dönem PKK’nın Çözüm Süreci’ni ortada kabul edilebilir bir neden olmadan bozarak Güneydoğudaki ilçelerimizde giriştiği işgal eylemleri, “devrimci halk savaşı” olarak sunuldu. Paralel olarak Türkiye’nin birilerinin Truva Atı olduğuna artık kuşku bulunmayan Daesh’e, önce silah ve mühimmat yardımı yaptığı, ardından petrolünü satın aldığı, dolayısıyla terör örgütüne finansal yardımda da bulunduğu öne sürüldü.
15 Temmuz darbesinin arkasında olduğu ortaya çıkan FETÖ/PDY’nin medyası, bu iddiaları pompalarken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önce otoriter sapma içinde, ardından doğrudan diktatör, hatta Hitler gibi olduğunu öne sürdü. Bununla yetinmedi, Türkiye’nin Kürtlere karşı aynen 90’lardaki inkâr ve baskı politikalarını sürdürdüğünü, demokrasiyi ve temel hak ve özgürlükleri kısıtladığını iddia etti. Bu iddialar da uluslararası medyada çok geniş yer buldu.
Devletin temel kuruluşlarını neredeyse tümüyle ele geçirmekte olduğu 15 Temmuzda açıkça ortaya çıkan FETÖ’yü demokratik düzen içinde kontrol altına almak artık imkânsız hale gelmişti. HSKY’de örgüte mensup yargıçları ayıklamak için bir girişimde bulunmak yargı bağımsızlığına müdahale, medyadaki temsilcilerine yönelik yaptırımlar basın özgürlüğüne, bürokrasideki mensuplarını ihraca kalkışmak temel hak ve özgürlüklere aykırı olacaktı doğal olarak.
İktidar çevreleri, siyasi açıklamalar yapmaları nedeniyle eleştirdiğimiz komutanların emekli olmalarından sonra göreve gelenlerin askerin siyasete karışmaması temel ilkesine saygı gösterdiklerinden ötürü askeri vesayetin sona erdiğine inanıyor, bunu da dile getiriyorlardı. Ben birçok yazımda bunun hukuki önlemler alınmadan, yeni bir anayasa yapılmadan mümkün olamayacağını vurgulamıştım. Bunlardan sonuncusu Serbestiyet’te geçen yıl Haziran başında yayımlanan “Bürokrasiyi yeniden yapılandırmak” başlığını taşıyan linki aşağıdaki yazımdı. (https://serbestiyet.com/Yazarlar/burokrasiyi-yeniden-yapilandirmak-147287)
Atıfta bulunduğum bu yazımda 2011’de yayımladığım başka bir yazımdan alıntıladığım şu satırlar dikkat çekiyor:“ Gücünü mevcut darbe anayasasının antidemokratik ve ideolojik hükümlerinden alan Türkiye’nin asker ağırlıklı bürokratik elitleri bugün sesini çıkarmıyor görünse de etkinliğini yitirmiş değil. Aksine kendi ayrıcalıklarına karşı gördüğü AB sürecine açıkça tavır koyduktan sonra içindeki reformcu unsurları, -elbette AK Partili bakanların imzalarıyla- tasfiye etmiş olduğu için bugün çok daha “ulusalcı” ve herhalde “AKP düşmanı” bir nitelik kazanmış durumda. O bakımdan hükümetin 2007 öncesinde oluşturulan o büyük bürokratik kuşatmadan tümüyle kurtulmuş olabileceğine pek ihtimal veremiyorum doğrusu.” 2011 tarihli bu değerlendirmemde bilgi eksikliğinden ötürü önceki darbeleri dikkate alarak önemli bir hata yapmışım. Bunu son yazımda şöyle düzeltmişim: “Aslında son dönemde “Paralel yapı” olarak adlandırılan ve Cemaat’le bağlantısı özellikle vurgulanan bu bürokratik vesayet odağı öteden beri var olan derin devlet yapılanmasının sadece bir başka yüzü gibi duruyor. Daha önce daha çok “Kemalist” ağırlıklı yüzüyle kendini gösteriyor (du)“ Bugün FETÖ/PYD örgütlenmesinin bambaşka bir yapı olduğunun, gerçek ulusalcı subayların ise 15 Temmuz darbesinin önlenmesinde büyük kahramanlık gösterdiklerinin altını özellikle çizmek gerekiyor kuşkusuz.
Bu parantezi kapayıp asıl konumuza dönersek, uluslararası medyanın, yanı başımızda Esat gibi yüzbinlerce insanını katletmiş, milyonlarcasını mülteci konumuna düşürmüş eli kanlı gerçek bir diktatör varken, Mısır’da bir darbeci iktidardayken ve İran tüm erklerin dini liderin elinde bulunduğu teokratik bir devlet yapısına sahipken, Türkiye’yi hedef alması normal değildi. Bu anormallik devam ettiği sürece, demokrat olarak, her şeyden önce Türkiye’nin bekası için iktidarın yanında durmak, uluslararası medyanın bu haksız ve insafsız saldırılarına karşı mücadele etmek gerekiyordu. Ben şahsen böyle yaptım.
Darbeye destek
Kabul etmek gerekir ki 15 Temmuz darbe girişimine uluslararası medyanın dolaylı desteği var. Girişimin başarılı olmaması nedeniyle darbecileri eleştiren bazı Amerikan düşünce kuruluşlarının ve Tim Marshall gibi gazeteci kılıklı bir ajanın “Erdoğan’ın öldürülmemesi hataydı” demesine Avrupa değerlerini ayaklar altına alarak izin veren BBC’nin yayınlarını bir tarafa bırakıyorum. Erdoğan’ın Türkiye’yi İslam Cumhuriyeti’ne dönüştüreceği veya darbeye karşı çıkan herkesin İslamcı olduğu yalanını dillendiren faşistlerin yazıp çizdiklerini de öyle. Darbeye doğrudan destek niteliği taşıyan bu tür yayınların sürdürülmesi hiç mümkün değil çünkü.
Buna karşılık, Türkiye’nin FETÖ/PYD kadrolarını tasfiyesinin geniş tutulmasına temel hak ve özgürlükler üzerinden yapılan eleştiriler yaygın şekilde yapılıyor ve etkili de oluyor. OHAL uygulamasına geçmek bu nedenle kilit önem taşıyordu. Çünkü taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 15. maddesi temel hak ve özgürlüklerin olağanüstü hallerde askıya alınmasına bazı koşullarda imkân veriyor. Madde aynen şöyle:
“1.Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde her Yüksek Sözleşmeci Taraf, ancak durumun gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek koşuluyla bu Sözleşmede öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilir.
2.Yukarıdaki hüküm, meşru savaş fiilleri sonucunda meydana gelen ölüm hali dışında, 2. madde ile 3. ve 4. maddeler (fıkra 1) ve 7. maddeyi hiçbir suretle ihlale mezun kılmaz.
3.Bu maddeye göre aykırı tedbirler alma hakkını kullanan her Yüksek Sözleşmeci Taraf, alınan tedbirler ve bunları gerektiren nedenler hakkında Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne tam bilgi verir. Bu Yüksek Sözleşmeci Taraf, sözü geçen tedbirlerin yürürlükten kalktığı tarihi de Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne bildirir. “
Burada önemli olan OHAL uygulamasında dahi ihlal edilemeyecek temel hakları vurgulayan 2. fıkra. Atıfta bulunduğu AİHS’in 2,3 ve 4. maddeleri yaşam hakkı ve işkence ve kölelik yasağıyla ilgili. Burada önemle altını çizmek istediğim ise ihlali mümkün olmayan AİHS’in 7. maddesi. Bu maddenin ilk fıkrası “Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal ve uluslararası hukuka göre bir suç sayılmayan bir fiil veya ihmalden dolayı mahkûm edilemez. Yine hiç kimseye, suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez” diyor. Bu husus, halkın genel talebi olan darbeciler için idam cezası getirilmesinin önündeki önemli bir engel. Başka bir deyişle, anayasa değişikliğiyle idam cezası getirilse dahi bu darbecilere uygulanamıyor.
Bu noktada altını çizmek istediğim husus, bu ilkenin AB’ye üye olup olmamakla bir ilgisinin olmadığı. Dolayısıyla “AB bizi nasıl olsa almayacak” veya “AB’ye üye olmak istemiyoruz” gibi gerekçelerle yapılabilirliği yok. AİHS, kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’nin (AK) bir sözleşmesi ve 6 ve 13 sayılı protokolleri barış ve savaşta (her koşulda) idam cezasını yasaklıyor. AİHS ve protokollerini ihlal etmek o kadar kolay göze alınamaz kanaatimce.
Halkın, üzerine doğrudan ateş eden darbeciler için ölüm cezası istemesini doğal karşılamak gerekir. Ancak idamın uluslararası yükümlülüklerimiz bir tarafa bırakılarak uygulanmasının, devletin kaçınılmaz bir refleksle FETÖ/PYD unsurlarından tümden arındırılmasını (görevden almalarının çokluğunu) diline dolamış bir medyaya makul bir gerekçe kazandıracağına kuşku yok.
Bu parantezi de kapatır asıl konumuza dönersek, uluslararası medyanın darbeye dolaylı destek anlamı taşıyan bu yayınları devam ederken yapılması gereken, öncelikle tüm siyasi partilerin darbeye karşı birlikteliğini canlı tutarak, devletin yeniden yapılandırılmasını sağlayacak reformları bir önce gerçekleştirmek. Ardından da, darbeye karşı tankların önüne yatarak karşı çıkan bu halka demokratik olgunluğunu taçlandıracak yeni bir anayasa yapmak olmalı. Yalan, dolan haberlerle üzerimize gelen bu medya kuşatmasını “daha çok demokrasi” ile kırmaktan başka çaremiz yok çünkü.