Milletvekili aday listeleri doğal olarak geçen hafta boyunca ‘ince’ okumalara tabi tutuldu. Seçimlere giderken hem siyasi yorum hem de magazinel katkı açısından uygun bir malzemeydi. Ne var ki beklendiği üzere bir hafta içinde tüketildi ve kenara kaldırıldı. Bunda bir gariplik yok… Genel seçimlerde esas seçmen tercihinin partilere yönelik olduğu açık. Saha çalışmaları yerel seçimlerde ortalama yüzde otuzlar civarında olan aday değerlendirerek oy verme eğiliminin, genel seçimlerde yüzde ona düştüğünü gösteriyor. Eğer spektaküler bir aday bileşimi üretemezseniz, en ‘parlak’ adayınızın bile birkaç hafta içinde seçmenin güncel hafızasından çıkacağını öngörebilirsiniz. Adayların gerçekten de kalıcı ve oyları etkileyici bir sonuç verebilmesi birkaç birbiriyle ilintisiz aday üzerinden sağlanamıyor. Topluma yeni bir kadronun sunulması ve o kadronun seçmen tarafından anlamlı bulunması lazım. Anlamlılık ise yakın geleceğin şekillenmesiyle bağlantılı. AKP dışında kendi tabanını genişletebilecek türden bir vizyon potansiyeli olan parti ise zaten bulunmuyor ve AKP de söz konusu adımı dengeli bir biçimde atmayı tercih etmiş gibi duruyor.
Diğer taraftan aday listelerinin ilginç okumalarından biri kimin listede yer aldığından ziyade, kimlerin kendilerine yer bulamamış olmasıyla da yapılabilir. Bazen bu tercihler parti içi dengelerin değişmesine veya parti liderliğinin müstakbel siyasi koalisyonlarına işaret edebilir. Böyle bakıldığında en çarpıcı sonuçlardan biri CHP’nin Gülen cemaati ile arasına mesafe koyma gayreti karşısında MHP’nin daha mülayim bir tutum alması. Nitekim Cemaat’e yakın kamuoyu şirketlerinin MHP/BBP birlikteliğini önermelerinin ve bu yönde bir sinerji olduğunu iddia etmelerinin nedeni de bu. Belki de geçmişte bürokrasi içindeki mücadelede Cemaat’in en büyük rakibi olan MHP’nin, şimdi bir ‘taşıyıcı’ olarak işlev görebileceği düşünülüyor. Bunun ötesinde CHP parti için sorun yaratan, düzey düşüren bazı kişilerden de bu vesileyle kurtulma yolunu seçmiş durumda ki bunun hayırlı bir adım olduğunu teslim etmek lazım.
Meseleye AKP açısından baktığımızda ise, listeye giremeyenler konusunun üç ayağı bulunuyor. Birincisi üç dönem kuralı nedeniyle yeniden milletvekili olamayan yetmiş küsur kişinin herhangi bir sorun yaratmadan bu kuralın gereğine razı olmalarıdır. Unutmamak gerek ki söz konusu kişilerin büyük kısmı aynı zamanda partinin kurucuları arasında ve dolayısıyla bir ‘sahiplik’ duygusu taşımakta. On üç yıl milletvekili olmanın getirdiği ilişki ağı ve nüfuzun bir anda ‘emekli’ edilmesini normal saymak kolay değil. Çünkü burada sadece tek tek kişilerden değil, aileleri, çevreleri, iş ve arkadaş gruplarıyla bir sosyal mobilizasyon dinamiğinden söz ediyoruz. AKP bu geçişi pürüzsüz bir şekilde başardı. Bunda en önemli etken AKP’nin bir ‘parti’ olmaktan ziyade bir ‘hareket’ olması. Yani sürekli kendisini esnek tutan, yenileyen ve bu sayede toplumsal değişimin ruhunu kuşatan bir organizma olarak tasarlanması. Bunda en büyük pay muhakkak ki Erdoğan’a ait. Her seçimde parlamento grubunun en az yarısını değiştiren AKP, bu yıl il başkanlarının milletvekili olmasını engelleyen kuralıyla kritik bir adım daha attı. AKP’nin bir ‘hareket’ olarak tasarlanması onu ‘merkez sağ’ tuzağın da dışında tutuyor. Geçmişte merkez sağ partilerde böylesine büyük bir grubun milletvekili olmaması bir ‘tasfiye’ olarak okunur ve onlardan alternatif bir siyasi oluşum beklenirdi. Bu AKP bağlamında gerçekçi değil. Çünkü siyasi pratik ve yapılanma açısından bu parti ‘merkez sağ’ geleneğin dışında duruyor. Açıkça söylemek gerekirse AKP’den ayrılarak siyaset yapmanın toplumsal bir karşılığı bulunmuyor.
İkinci olarak ‘akrabalık’ engeli üzerinden nepotizmin önlenmesine yönelik karar da çok önemli. Çünkü hem bizim siyasi kültürümüz siyaseti ‘ailevi’ bir zanaat haline getirmeye çok eğilimli, hem de en büyük ve istikrarlı parti olması nedeniyle bizzat AKP içinde siyaset arayışında olan kişilerin yelpazesi her gün daha da genişliyor.
Nihayet üçüncü nokta neredeyse kimsenin fark edemediği devrimsel bir açılıma işaret ediyor: Milletvekili adayı olmak için istifa eden bürokratların bir çoğu belki de eski görevlerine dönemeyecek. Bu kişilerin yeni görevlere geçmeleri de muhtemelen liyakati esas alan bir biçimde gerçekleşecek. Diğer bir deyişle seçimler sadece parlamentoyu değil, bürokrasiyi de radikal bir biçimde değiştirebilecek bir imkan sunuyor ve AKP’nin bunu değerlendirmesi şaşırtıcı olmaz. Yeni bir Türkiye aranıyorsa en önemli kan değişiminin Meclis’ten ziyade bürokraside olması gerekiyor…