Ana SayfaYazarlarAlaaddin’in sihirli lambası Sana'a

Alaaddin’in sihirli lambası Sana’a

Gördüğüm ülkeler arasında en özellerinden biriydi Yemen. Sokaklarında mutlulukla ve hayranlıkla dolaştığım Mısır, Suriye gibi Yemen'in de bombalandığını duyduğumda içimin sızladığını hissettim. Saba, Sasani gibi medeniyetlere yerleşim yeri olmuş bu bölge, sahip olduğu kültürel zenginliklerin keşfedilmesini bekleyeceğine yok edilmeye başlanması ve bunu seyretmek zorunda kalmak çok üzücü. Yeryüzünde her bölge kendine has güzelliklere ve ilginçliklere sahip ancak Ortadoğu ve Akdeniz ülkelerindeki mimari farklılık, yüzlerce medeniyete ev sahipliği yapması, topraklarında yetişen zengin gıda ürünlerinin biyoçeşitliliği ve rengarenkliği bana çok etkileyici gelir.

Yemen'e gitmeden önce hakkında bildiğim tek şey, meşhur yemen türküsü ve atalarımızdan çok sayıda askerin burada savaşıp, susuzluk ve salgın hastalıktan şehit olmalarının acıklı hikayesiydi. Ülkede Osmanlılar tarafından yaptırılan yüzlerce mimari eserin varlığı, Türklere daha doğrusu Osmanlılara duyulan sevgi, aramızda ortak bağların ne kadar çok olduğunu fark etmemi sağladı. bu kadar çok ortak bağ varken, iletişimin en az olduğu ülkelerden biri.

Zengin komşuları arasında yoksul kalmış ülkenin başkenti Sana'a'nın tarihi kapısı "Ba'bül yemen'den içeri girdiğimde, zamanda yolculuk yapıyormuş gibi hissettim. Şehir 100 yıl önce çekilmiş fotoğraflarında donmuş kalmış gibi görünüyor. Yaklaşık 2000 yıllık tarihe sahip dünyanın en eski gökdelenlerini hala kullanan Yemenlilerin kıyafetleri, erkeklerin bellerinde taşıdığı cembiye denen hançerleri, orta alandaki açık pazar şeklindeki dükkanlar, eşyaların ve yiyeceklerin satılma şekli hemen her şey modern hayatın hiç değmediği kadar gelenekseldi. Gökdelenler çamur, kiremit ve kerpiçten yapılmış, bina yüzleri beyaz badana ile süslenmiş, dış görünüşleri oldukça bakımlı olan bu evlerden birine girme şansını elde ediyorum. İçi dışı kadar gösterişli olmayıp, çok küçük ve korunaklı pencereleri olan dar mekanlar. Sakin sokaklar, yaşlı teyzeler ve küçük çocuklar hariç sizinle iletişime geçmek isteyenler olmuyor. 

Ülkede batılı ülke gezginlerine özellikle Amerikalılara pek muhabbet beslenmediğinden bu ülkelerden gelen turistlerin askerler eşliğinde gezinmesi diğer hiç bir ülkede görmediğim bir durum. Oysa Türk misafirler rahatça gezebilmelerinin yanında çok da hak etmediğimizi düşündüğüm bir sevgiyle karşılanıyor, üstüne bir şeyler ikram edilerek taltif bile ediliyorsunuz. Sohbet ettiğimiz bazı insanların Türk dede ve nineleri olduğunu öğreniyoruz.

Havaalanında, çocuk ölümleriyle ilgili yardım ilanlarını okuduğumda, ölüm nedenlerinden biri olarak modern hastalıklardan olan çocuk lösemisi ile ilgili tanıtım yazılarını ve yardım kutularını görmek şaşırtıcı gelmişti önceleri ancak sonradan bunun nedenini fark etmem zor olmadı. Yaklaşık çeyrek milyon olduğunu söylenen bu ülkede yiyecek satan dükkanlarda yerel tarım ürünlerinin yerini 2-3 yıllık raf ömürlü hazır gıdalar almıştı. Özellikle ülkenin şehirden uzak uçurum kenarlarına kurulmuş ulaşımın zor olduğu küçük kasabalarda çocukların ellerindeki bu endüstriyel atıştırmalıkları görmek can sıkıcı. İçerisinde nerdeyse hiç besin hammaddesi olmayan, petrokimyasal katkı maddelerinin sıkıştırılmasıyla elde edilmiş, göz alıcı renklerle ambalajlanmış glikoz şurubu küpü şekerleme, çikolata vb. ürünler o kadar yaygın ve ulaşılabilir ucuzluktaydı ki, okul çocuklarının hemen hepsinin elindeydi. Oysa Sana'a'da sıkça gördüğüm meyve suyu ve yiyecek satan dükkanlarında ve pazarlarda satılan taze sebze ve meyveler o kadar lezzetliydi ki mor renkli bir sarımsak demetini ve bir kaç yöresel meyveyi almadan edemiyorum. Yemenin Sedir balı ile meşhur olduğundan, hemen bal satıcılarının olduğu sokakta birine giriyorum. Daha önce sedir balı tatmamıştım ama her denediğim balda glikoz şurubunun tadını ve sentetik aroma fark ediliyor. Nihayet bir dükkanda biraz ısrardan sonra satıcı diplerden küçük bir kavanozdan kokusu görüntüsü ve tadı çok hoş olan bir bal çıkarıyor. Hem bu özellikleri hem fiyatını öğrenince gerçek sedir balı ile tanışmış oluyorum. Anlaşılan o ki bunca yoksulluk çeken ülkede gerçek yiyecekleri kimyasallarla ve taklitleriyle tağşiş etmek çok da zor olmamış, muhtemelen bu yiyecekleri birileri keşfedip çalmış yerine berbat kopyalarını bırakmış.

 Ülkede tarımsal gıda ürünlerinin büyük bir kısmı kesilerek yerine uyuşturucu etkisi taşıyan gat(Catha Edulis) bitkisi ekiliyor. Gat bitkisi yaprakları parlak düzgün oval şeklinde koyu yeşil renkli bir yaprak, ülkenin su kaynaklarının büyük bir kısmını tüketiyor. Üstelik yetiştirilmesinde aşırı pestisit kullanılması gerektiği için hem toprakları, suyu kirletiyor hem de çiğneyenleri kanser yapıyor. Gezimizde bize eşlik eden İtalyan dili ve edebiyatı öğrencisi Yakup'a gat bitkisi kullanıp kullanmadığını sorduğumda utangaçça "kadınlar da dahil burada herkes gat partileri yapar" diyor. Kendimi tutamayıp, çok üzüldüğümü belirten bir dizi cümleler kurma ihtiyacı duyuyorum. Yakup ise endişelerimin ne kadar yersiz olduğunu belirten bir yüz ifadesiyle bakıyor.

İnsanlık tarihinde bağımlılık maddeleri hep ilgi görmüş ancak yemende devlet eliyle hiç bir sınır getirilmediği gibi üstelik teşvik edilmesi tuhaf bir durum. Her öğlen farklı kalitede gat bitkisi satan pazarlar kuruluyor. Plastik torbalara konulmuş Gat bitkisi kısa süre içerisinde kapışılarak tükeniyor. Ellerinde gat torbalarıyla uzaklaşan dükkan sahipleri ya da sokaktaki kişiler, köşelerine çekilerek, dinlenmeye çekiliyorlar. Pazardaki bir takı dükkanına girdiğimde tezgahın arkasına uzanmış satıcı hiç bir soruya cevap veremeyecek halde uzanıp, dükkanı soyulsa dahi tepki verecek durumda değildi. 12 yaşındaki çocukların bile bir yanaklarını şişkin görmek çok alışık bir görüntü. Gat bitkisinin dışarı çıkarılması yasak hatta Suudi Arabistan gibi ülkelerde üzerinde bu bitkiyi yakaladıkları kişilere ölüm cezası veriliyormuş.

Shibam'daki kerpiçten yapılmış gökdelenler, bir zamanlar gümüşten pervazları olduğu için ışıl ışıl parladığından gezegen anlamına gelen Kevkeban'daki yüksek tepe üzerine kurulmuş kerpiç evler, uçuruma kurulmuş Hajjarah bölgesi inanılmaz muhteşem. Yol boyu arabadan inip uçurum diplerinde yapılmış evler, yollar ve değirmenleri seyrediyorum. Hayatımda gördüğüm en güzel vadilerden biri, uçma hissi uyandırıyor.  Dağlık bölgelerin en ücrada kalmış yerleşim bölgelerine en kolay taşınan şey, yiyeceğinden kıyafetine ve ev eşyasına kadar içerisinde petrokimyasal bulunduran malzemeler. Bu kadar sıcakta neden herkes sentetik kıyafet giyiyor diye sorduğumda Yakup, daha önce hiç dikkat etmediğini gösteren ifadeyle "çünkü bunlar satılıyor" diye cevap veriyor…. 

Eşeklerle bir şeyler taşınan uçurum kenarındaki Hajjarah'nın dar sokaklarında gezinirken yanıma 9-10 yaşlarında Muhammed geliyor. Benim hangi ülkeden olduğumu öğrenmek için, arapçadan başlayıp, ingilizceye kadar 4-5 dilde sorular soruyor. Türk olduğumu öğrendiğinde daha önce oraya bir Türk gelmediğinden Türkçeyi bilemediğini ona türkçe öğretmem karşılığında bana arapça öğretmenliği yapabileceğini söylüyor. Yol boyu peşimden ayrılmayan Muhammed, annesinin işlediği belkemerini satınca anında ortadan yok oluyor. O güzel elmas gözlerindeki zeka ışıltısı umarım gat ile sönmek zorunda kalmaz.

Zehirli gıdalara yedirmeye çalışan kötülere inat, Yemenli çocukların yüzleri hep güler, sağlıklı kalmayı başarırlar inşallah..

- Advertisment -