1987 yılının martında, İstanbul bugünküne benzer sert bir kış geçiriyordu. Her taraf buz tutmuş, “Palamutlar, lüferler karaya vurdu” haberleri, gazetelerin birinci sayfalarını kaplamıştı. Üsküdar Paşakapısı Cezaevi’ndeydim. Koğuş arkadaşım Alaattin Çakıcı haber verdi: “Ağabey seni Bursa Özel Tip Cezaevi’ne gönderecekler. En iyisi seni bir jandarma nezaretinde özel araçla Bursa’ya yollayalım. Ring arabasına binersen çok sıkıntı çekersin…”
“Hayır, herkese nasıl davranılıyorsa, bana da öyle davranılsın” diyerek Alaattin Çakıcı’nın teklifini reddettim. Birkaç gün sonra ring arabası kapıya dayandı. O korkunç mart ayı soğuğu… Arabanın kaloriferi yoktu. Bakımsızlıktan çürümüş, orasında burasında delikler açılmış, külüstür bir taşıma aracıydı. Tabii penceresi, oturacak yeri de yoktu… Koğuş arkadaşlarımla vedalaştık. Külüstür ring aracı hareket etti.
Kollarımızda kocaman zincirler, ağzına kadar mahkumlarla ve onların eşyalarıyla dolu, içinde rüzgar esen araçla yola koyulduk. Geyve kasabasına geldik. Oradan Bursa’ya yollanacağız diye umutlanırken, ring aracı Konya Akşehir istikametine yöneldi. Bolvadin’e oradan Akşehir’e ve de Konya’ya kadar, mola vermeden, titreyerek, aç susuz yola devam ettik.
O halimizi anlatan şiir gibi bir şeyler yazmıştım “Yürüdü ağır ağır Üsküdar’dan İnsanlar mı torbaların üstünde Torbalar mı insanların Ortada kocaman bir sevk zinciri Eller kelepçelere, kollar o kocaman Ağır sevk zincirine bağlıydı… Yol zahmetli yol soğuk…” Karlı Torosları aşarak Antalya’nın Alanya İlçe Cezaevi’ne geldik. Orada gecelemeye karar verildi. Biz aç ve perişanız. Kimse halimizi sormadı. Halbuki bizi de cezaevine alıp, bir koğuşa yerleştirip kendimize gelmemizi sağlayabilirlerdi.
Arabanın duvarlarını yumrukluyoruz. Bağırıyoruz çağırıyoruz. Kimsenin umurunda değil. Tuvalete gitmemize son kez izin verildi. Zaten biz artık çözümü bulmuş, çiş yapıp duruyorduk. Kokular içinde ağlayan sızlayan mahkumlarla Antalya’ya yöneldik. Oradan Burdur. Sonra Bursa.
Şiire dökmüştüm
Bursa’ya geldiğimde artık sabrım tükenmişti. Bizi getiren ring arabasının komutanı başçavuşa “Sizde insaf yok mu?” diye bağırdım. Şaşkın şaşkın baktı. Çünkü böyle bir zulmü belli ki ilk kez gerçekleştirmiyor, normal bir iş yaptığını düşünüyordu. “Ellerimizdeki kelepçeyi Alanya Cezaevi’nde çözebilirdiniz. Bir lokma bir şeyler yerdik. Bak bileğime kan oturdu…”
Gerçekten, bileğimdeki kelepçe izi aylarca geçmedi. Alaattin Çakıcı’nın önerisine hayır dediğime pişman olmuştum. Aradan 35 yıl geçti. Şimdi yine o döneminkine benzer karlı bir İstanbul’dayız. Pencereden lapa lapa yağan karı seyrediyorum. Cezaevlerini, ring araçlarındaki mahkumları düşünüyorum.