ABD Kara Kuvvetlerinin, 2003 ile 2018 yılları arasında ABD’nin Irak’taki faaliyetlerini değerlendiren “Irak Savaşında ABD Kara Kuvvetleri: İşgal, İsyan ve İç Savaş: 2003-2006 Cilt I” ve “Irak Savaşında ABD Kara Kuvvetleri: Yığınak ve Çekilme 2007-2011 Cilt II” başlıklı 1300 sayfalık raporu yayımlandı.
ABD’nin Irak’ı işgali, Irak’ta ortaya çıkan direniş hareketleri ve ABD’nin ülkeden çekilmesine dair rapordaki tespitlerden özellikle üçü dikkat çekici:
1. “Bu proje 2018’de tamamlandığında cesaretlenmiş ve yayılmacı bir İran (Irak’ta) tek kazanan olarak görünüyor.”
2.“İran ve Suriye, Sünni ve Şii militanlara alan ve destek sağlarken, ABD bunu durdurmak için hiçbir zaman kapsamlı bir strateji geliştirmedi.”
3.“Demokrasi her zaman istikrar getirmez. ABD’li komutanlar 2005 Irak seçimlerinin sakinleştirici bir etkisi olacağına inanıyorlardı ancak bu seçimler tam tersine etnik ve mezhepsel gerilimleri arttırdı.”
Bunlar, her biri doğru ve esasen ‘itiraf’ niteliğinde tespitler. Ne var ki, bunlar gecikmiş tespitler; eskiler ‘Bâ’de harâbi’l Basra’ (Basra harab olduktan sonra) derlerdi.
2003 Ocak, Davos’tan bir anekdot
Bu rapora dair haberleri gazetelerde okurken, hatırıma, Amerika'nın Irak'a saldırı hazırlıkları yaptığı ve savaş sonrası senaryoların hararetle tartışıldığı günlerden, tam olarak 2003 Ocak ayında Davos’tan bir anekdot geldi. O sırada Başbakan olan Abdullah Gül’ün Dış Politika Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu, otelin lobisinde bir grup Türk gazeteciye, Irak'a savaş açmanın bölgede yaratacağı tahripkâr sonuçları anlatıyor. Irak'ın küçük bir Ortadoğu olduğunu, bölgedeki hemen hemen bütün etnik unsurları içinde barındırdığını, Irak'a yönelik bir harekâtın hem o ülkede hem de bütün bölgede altından kalkınması imkânsız sonuçlar doğurabileceğini söylüyor. O sırada orada bulunan ve Amerika’nın Irak harekâtına destek yazıları yazan, tanınmış gazetecilerden biri atılıp şu soruyu soruyor:
"Ya hocam, Amerika'da iki yüze yakın think tank kuruluşu var. Hepsi de harıl harıl Irak konusunda çalışıyor. Yani onlar bilmiyor da siz mi biliyorsunuz?"
Bu sorunun cevabı gazete sayfalarına, kitaplara girmiştir, burada yazmaya gerek yok. Davos’ta o sahnenin üzerinden 16 yıl geçti. Amerikalıların, Ortadoğu’ya dair ne bilip bilmediklerini; ve/ya bu bilgileriyle neler yapıp ettiklerini bugün kendi raporlarından okuyoruz. Dahası, Irak’ta sebep oldukları yıkım ve bunun bölgede ortaya çıkarttığı sonuçlar ortada.
Amerikan Kara Kuvvetlerinin raporundan basına yansıyan yukarıdaki üç tespitin her birine kısaca bakmak, hâfızaları tazelemek açısından faydalı olabilir.
Savaşın tek kazananı İran
Rapordaki tespitlerden biri bu: ‘Savaşın tek kazananı İran oldu.’ 2003 yılında Amerikan Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) en etkili adamlarından ve savaşın mimarlarından ABD Savunma Bakan Yardımcısı Douglas Feith, 15 mayıs 2003’te Senato Dış İlişkiler Komitesi önünde şunları söylüyordu :
“İran’ın etkisi altındaki bazı gruplar teokrasi diyeceğimiz Tahran Modelini örnek almaktadır. Ama görünüşe bakılırsa din adamlarının devleti yönettiği bu modele (Irak’taki) Şii halkın desteği çok azdır. Şiiler geleneksel olarak din adamları tarafından yönetilmekten hoşlanmaz. Irak’a çekici gelen İran Modeli, Acemler ile Araplar arasındaki bölünmeyi ortadan kaldırmaktan uzaktır.”
Amerikan yönetiminin, ‘Irak’taki Şii Arap nüfusun İran ile bağlantısına dair analizi böyleydi. Irak’ı işgal ettikten sonra, deyim yerindeyse, duvara toslamalarının sebeplerinden biri bu yanlış analizdi. Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra, dünyanın ikinci büyük petrol üreticisi konumundaki Irak, büyük öçüde bu yanlış analizin sonucu olarak İran nüfûzu altına girdi. Hangi İran? Amerika’nın, daha bir yıl önce Irak ve Kuzey Kore ile birlikte ‘şer ekseni’ne yerleştirdiği İran’ın!
Amerikalılar, Irak’taki İran etkisini o kadar yanlış analiz ettiler ki, Irak’a bir ‘sömürge valisi’ gibi atadıkları Paul Bremer’in ilk icraatlarından biri, ağırlıklı olarak Sünni Araplardan kurulu orduyu dağıtmak oldu. Paul Bremer, Bağdat’a ayak basmasından 11 gün sonra (23 mayısta) iki numaralı bildirisini yayınlayarak, Irak ordusunu, gizli polisini, istihbarat teşkilatını feshetti. Irak’ı, Amerika değil de İran işgal etmiş olsaydı yapacağı ilk iş bu olurdu!
IŞİD, Amerika’nın Irak’ta ektiği toprakta yeşerdi
Amerikan yönetimi, işgalden sonra Irak’ın İran nüfûzuna girmesini engelleyemediği gibi, Irak’ta Başbakanlık koltuğuna oturan ve ‘İran’ın adamı’ olduğu herkesin mâlûmu olan Nuri el Maliki’nin mezhepçi politikalarına da göz yumdu.
‘IŞİD’in açılımı ‘Irak Şam İslam Devleti’dir. IŞİD, Amerika’nın Irak’ı işgalinin sahadaki doğrudan sonuçlarından biri. Sünni Arap nüfusun, İran destekli mezhepçi politikalar altında ezilmesi, radikal Sünni örgütlerin büyüyüp serpilmesinin zeminini yarattı. 2014 Haziran ayında IŞİD’in, ülkenin ikinci büyük kenti Musul’u ele geçirebilmiş olmasının izahı buydu. Bu mezhepçi politikaları yüzünden Türkiye , Irak Başbakanı Nuri el Maliki’yi sert şekilde eleştirirken, (hatta iki ülke Başbakanı arasında telefon görüşmelerinde neredeyse hakaretamiz ifadeler kullanılırken) Amerikan yönetimi ısrarla Nuri el Maliki’nin arkasında duruyordu.
Suriye ve İran istihbaratlarının da, Irak’tan sonra sıranın kendilerine geleceğini düşünerek Amerikan askerlerinin Irak’tan çekilmesi için Irak’taki Sünni direnişe ve örgütlere para ve silah başta olmak üzere her türlü desteği verdiği biliniyor. Suriye Ulusal Konseyi’nin eski başkanlarından Halid Hoca’nın söylediklerine bakın: “ (Beşar Esed) Irak’tan sonra ikinci adımın Suriye olduğunu hissetti. Irak Baas rejimi ile Suriye Baas rejimi arasında bir yakınlaşma oldu. Esed, İzzet Nuri’yi çağırarak Baas eksenli cihati hareketin başlaması fikrini destekledi. Kendi istihbaratından Asıf Şevket, İzzet Nuri ve eski Baas subaylar ne yaptılar? Cezayir’den, Tunus’tan, Libya’dan cihatçıları çağırdılar. Sonra onları eğittiler. Camilerde hutbeler verilmeye başladı, cihat çağrısı yapıldı. Baskıcı bir rejim olmasına rağmen özellikle Halep’te cuma hutbesinden sonra cihatçılar isim yazdırıyor, otobüslerle Irak cephesine götürülüyordu.”
Irak’ın işgalinde demokrasi diye bir hedefi yoktu
Amerikan Kara Kuvvetlerinin raporunda yer alan, ‘Demokrasi her zaman istikrar getirmez’ ifadesi için ne söylenebilir? Bu ifade, olsa olsa Batı’nın artık kabak tadı vermiş oryantalist bakışının bir yansıması; ve/ya Ortadoğu’daki menfaatlerini en az 50 yıldır himâye ettikleri diktatörler üzerinden temin eden emperyalist aklın bir hezeyanı.
Amerika’nın Irak’ı, ‘demokrasi getirme’ niyetiyle işgal ettiğine kim inanır?
Harekâtın amacı, Saddam Hüseyin’den kurtulmak ve petrol zengini Irak’ın devlet kapasitesini ortadan kaldırmak suretiyle İsrail’in stratejik güvenlik ihtiyaçlarını karşılamaktı. Nitekim, bugün geriye dönüp baktığımızda gördüğümüz tablo bunun kanıtıdır. (İsrail için artık ‘Irak’ diye bir ‘potansiyel tehdit’ yoktur.)
Daha 11 Eylül 2001 saldırılarından hemen sonra, Amerika’daki İsrail yanlısı kliğin, bu saldırılara karşı cezalandırma eyleminin hedefine Irak’ı koymak istediklerini, CIA’den bu yönde ‘delil’ bulmasını talep ettiklerini biliyoruz. Oysa Amerika’daki istihbarat birimlerinin elinde, Irak’ın 11 Eylül’e ya da herhangi başka bir el Kaide saldırısına karıştığına dair bir hiçbir delil yoktu, böyle bir bağlantı bulunmadığını Cheney-Rumsfeld-Wolfowitz kliğine bildirmişlerdi.
Bundan sonrasını Jeremy Scahill’in ‘Kirli Savaşlar’ isimli kitabından okuyalım:
“Bu cevaptan tatmin olmayan Rumsfeld ve Cheney, bir yandan Özel Harekat Komutanlığı ‘nın doğrudan eylem kabiliyetini dünya çapında genişletme planları hazırlarken bir yandan da kendi özel istihbarat mekanizmalarını kurmaya başladılar. 11 Eylül’den haftalar sonra, Douglas Feith’in Pentagon’daki ofisi, sırf bu amaç için gizli ve “paralel” bir istihbarat operasyonunun merkezi haline geldi. Bu oluşum iki amaca hizmet edecekti: Irak’a karşı “caydırıcı” bir savaş açma gerekçesini kuvvetlendirecek “istihbarat” toplamak ve Rumsfeld, Wolfowitz ve Feith’in, “CIA’in kendi analizlerini çürütmek, baltalamak ve yalanlamak için kullanabileceği bilgi toplamak…2002 ortalarına gelindiğinde Feith’in “dükkânı” büyümüş ve Özel Planlar Ofisi’ne dönüşmüştü. En başta gelen planı Irak’ın işgal edilmesi için gerekçe yaratmaktı.”
Amerika’nın Irak’ı işgali Ortadoğu’da Pandora’nın kutusunu açtı. İşgalden sonraki çatışmalarda Irak’ta onbinlerce insan öldü, yüzbinlercesi mülteci durumuna düştü. Bölge o gün bugündün iflâh olmaz bir şiddet sarmalının pençesinde. Arap Baharı’ndaki Amerikan politikaları bu vahamet tablosunu daha da içinden çıkılmaz bir hale soktu.
Amerikan işgal güçlerinin 9 Nisan 2003’te Bağdat’ın Firdevs meydanındaki Saddam Hüseyin heykelini devirdiği günü hatırlıyorum. Davos’ta Ahmet Davutoğlu’na ‘Amerikalılar bilmiyor da siz mi biliyorsunuz?’ diye soran gazeteci, o gün İstanbul’da bir haber kanalının yayın konuğuydu ve reklam arasında Bağdat’ın işgalini ve Saddam Hüseyin heykelinin yıkılışını kendisine konuk eden meslektaşıyla ‘çak ‘ yaparak kutluyordu!