spot_img
Ana SayfaYazarlar‘Üzerimize gelen büyük felâket’ ve S-400’ler

‘Üzerimize gelen büyük felâket’ ve S-400’ler

 

Üzerimize gelen büyük felâket’ ifadesi, 2007-2011 yılları arasında Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanlığı yapmış, emekli general İsmail Hakkı Pekin’e ait. Memlekette, stratejik analiz yapabilme kâbiliyetine sahip az sayıdaki isimden birinin tespiti bu.

 

İsmail Hakkı Pekin, Hürriyet gazetesinden İpek Özbey’in sorularını cevaplandırırken şöyle diyor :

 

ABD’nin bölgeyi şekillendirme isteği açık. İran’a yönelik faaliyetleri de gözümüzün önünde cereyan ediyor. Ortadoğu ve dünyada taşların yerine oturması ve dengenin sağlanması ya da başat küresel gücün belirlenmesine kadar bizi kanlı bir süreç bekliyor… Bu şekillendirmenin bizim istediğimiz gibi olmayacağı açık. Çünkü bu şekillendirmede menüde biz de varız…Üzerimize gelen büyük felâketi görmemiz ve bunu, en az zararla nasıl bertaraf ederiz, ona bakmamız lazım.”

 

 

S-400 füze savunma sistemini devreye almak, ‘üzerimize gelen büyük felâketi bertaraf etmekte’ etkili hamlelerden biri. 

 

Gerçi görüyoruz ki, memlekette Amerika’nın gazâbından korkanlar ‘üzerimize gelen asıl büyük felâket’ olarak S-400’lerin devreye alınmasını görüyor; borsanın düşmesi, doların çıkması bu görüştekiler için daha büyük felâket!..

 

Peki Amerika’nın mevcut tehditleri boş mu, Trump yönetimi blöf mü yapıyor? Bu tehditler ortadayken bu sistemi devreye almanın Türkiye’ye bir bedeli olmaz mı? Olabilir. Hatta ağır bedelleri de olabilir. Ama insan hayatında olduğu gibi, devlet hayatında da öyle şeyler vardır ki bedeli neyse ödenir. Kaldı ki, bu tehditlerin sonu da gelmez; Trump yönetimi birkaç hafta önce Fırat’ın doğusuna harekât yaparsaTürkiye ekonomisini ‘mahvedeceğini’ söylüyordu. Bugün ise eğer S-400’leri alırsa Türkiye’ye ambargo konulacağına dair mesajlar gönderiyor. 

 

Öyle görünüyor ki, Türkiye’nin ‘devlet aklı’ bugün bu tehditlere ‘eyvallah’ denilirse, ileride daha ağır bedeller ödeneceğinin farkında.

 

Daha ağır ve geri dönüşü olmayan bedeller ödeneceğini nereden biliyoruz?

 

Küresel düzeyde Amerika, Rusya ve Çin arasında keskinleşen rekabetten ve bunun kendi coğrafyamızdaki yansımalarından biliyoruz. Başını kaldırıp Türkiye’nin güney sınırlarının ötesinde olup bitenlere ‘süreç analizi’ metoduyla bakan herkes, Türkiye’nin ne tür risklerle karşı karşıya olduğunu görür. Daha önce de yazdık, 2003 Mart ayından bu yana geçen 16 yıl bize bölgenin nereye doğru evrilmekte olduğunu gösteriyor: Irak ve Suriye fiilen parçalanmıştır; “Kürt jeopolitiği” bölge tarihinde görülmemiş şekilde hareketlenmiştir ve bir bölgesel gücün (İsrail) stratejik aklı ve hedefleriyle, bir küresel gücün (Amerika) askeri ve siyasi gücü üzerinden bölge daha küçük parçalara ayrılmakta ve istikrarsızlaştırılmaktadır. Bölgeyi istikrarsızlaştırma faaliyeti, kimi zaman IŞİD gibi nevzuhur radikal örgütler devreye sokularak, kimi zaman PKK gibi 40 yıllık örgütler sofistike silahlarla donatılarak yürütülüyor, Suriye sahasında PKK’ya alan açılıyor. 

 

Bölgede istikrar ve entegrasyon öncelikli politikalar izleyen tek ülke Türkiye’dir. Türkiye’ye karşı, Körfez’deki petrol zengini Arap şeyhlerinin devreye sokulduğu bir ittifak sistemi kurulmasının sebebi bu.

İsmail Hakkı Pekin, ‘menüde biz de varız’ derken bunu kastediyor.

 

Türkiye’nin S-400’leri devreye sokarak vereceği mesajlar

 

Devlet ‘tedbir’ demektir, ‘tedbir’ de önce kendi varlığını ve iç barışını muhafaza edecek hamleler yapmaktır. S-400’lerin Türkiye topraklarına konuşlandırılmasının anlamı budur. 

 

Türkiye bu sistemi devreye sokmakla;

 

1- Kendisine yönelik mevcut ve daha önemlisi gelecekte mevcut olabilecek füze tehditlerini asgariye indirecek, kendisini bütünüyle savunmasız durumdan çıkartacaktır. Bu güvenlik açığı, 20 yıllık bir gecikmeyle kapatılmış olacak.

 

2- Stratejik güvenliği mevzubahis olduğunda uygun gördüğü her tedbire başvurabileceğini, bu noktada telkinlere, baskılara bütünüyle kapalı olduğunu bir kez daha göstermiş olacak.

 

3- Müttefikleri tarafından ortada bırakıldığında, bir ‘stratejik yalnızlığa’ mahkûm olmayacağını, kendisine başka seçenekler yaratabileceğini, başka deyişle ‘jeopolitik kıskaca’ alınamayacağını kanıtlamış olacak.

 

NATO ‘nun iflâsı

 

Türkiye’nin Rusya’dan S-400 almak zorunda kalması NATO için bir utanç tablosu, dahası Kuzey Atlantik İttifakı’nın fiilen iflâsı anlamındadır. Üyelerine stratejik güvenlik sağlaması beklenen bir ittifak bu ihtiyacı karşılayamıyor; bu ihtiyaç NATO belgelerinde “stratejik hasım” olarak nitelendirilen Rusya’dan silâh temini suretiyle karşılanıyor. 

 

Burada Ankara’ya ‘sen bir NATO üyesi olarak Rusya’dan nasıl füze savunma sistemi alırsın?’ diye sorulmadan önce Washington’ın cevaplandırması gereken sorular var. İttifakın kurucusu ve patronu Amerika, Rusya’nın ekmeğine yağ sürmekte, NATO’yu kendi eliyle çökertmektedir. İttifakın öteki üyelerinin şu veya bu sebeple bu gerçek karşısında susuyor olmaları bu gerçeği değiştirmiyor.

 

Rusya ile ‘zorunlu’ işbirliği

 

Bu vesileyle belirtelim ki, Rusya Türkiye’nin dostu değildir, bilâkis Türkiye ve Rusya’nın, Orta Asya, Kafkasya, Karadeniz ve Balkanlar’da keskin çıkar çatışmaları içinde olduğunu dünya âlem bilir. Bu durum tarih ve coğrafyanın bu ülkelere bir mîrası veya dayatmasıdır.

 

Fakat hayat kitaba her zaman uymaz. 

 

Türkiye, müttefiklerinin kendisine ‘güvenlik’ değil ‘tehdit’ üretmeye başladığı tarihin bu ânında Rusya ile taktik düzeyde (ama stratejik önemde) bir işbirliği imkânına sahip olmuştur. Rusya’yla uzun vadeli derinlikli bir stratejik işbirliği bugünden mümkün görünmüyor belki, ama karşımızda öyle bir Amerikan yönetimi var ki; bölgedeki ittifak ilişkilerinin nereye evrileceğini kimse tahmin edemez. 

 

Türkiye gibi bir müttefiki adeta gözden çıkartıp, bölgedeki terör örgütleriyle iş tutmanın Amerika ve ortakları için orta uzun vadede ne tür sonuçlar doğuracağını hep birlikte göreceğiz. 

 

Erdoğan alerjisi’nin kör ettiği gözler

 

Türkiye’de bazı muhalefet çevreleri, yüz binlerce insanın ağır bombardıman altında kaldığı, katledildiği, milyonlarcasının mültecî durumuna düştüğü, şehirlerin enkâza dönüştüğü tablolar sanki burnumuzun dibinde değil de kutuplarda bir yerlerde oluyormuş gibi davranıyor.  

 

‘Allah zihin açıklığı versin de, yakın coğrafyamızda (burnumuzun dibi demektir) olup bitenleri görsünler’ demekten başka elden bir şey gelmiyor. ‘Orada olanlar, burada olmaz’ diye mi düşünüyorlar acaba? Bu rahatlık nereden geliyorsa, söyleseler de biz de rahat olsak!..

 

Tarih bu tehditleri görmezden gelenleri, “şu adam gitsin de onu kim devirirse devirsin, yerine kim gelirse gelsin” diye düşünenleri yazar. Hâsıl-ı kelâm, Türkiye’nin güvenlik kaygıları, “Erdoğan alerjisi” yüzünden gözardı edilemez.

 

Ayrıca unutulmasın, muhataralı zamanlarda her tercih bir yol ayrımıdır.

 

İktidarın ‘bekâ’ istismarı

 

Türkiye’nin tarihinin en büyük kuşatmasıyla karşı karşıya olduğu bir gerçek ise, bu tablo ülkede toplumsal dayanışma ruhunun en üst düzeyde tutulmasını gerekli, hatta zorunlu kılmıyor mu? Burada herkesin, her kesimin sorumluluğu var elbette ama asıl görev Türkiye’yi yönetenlere düşüyor. İktidar kadrolarının, kendilerinden olmayanlara karşı kullandığı dile bakınca, bu idrakle hareket ettiklerini söylemek mümkün değildir.

 

Hele hele, “bekâ kaygısı” gibi hayâti önemde bir kavramı bir mahallî seçimdeki oy hesapları için istismar edenler tarih önünde mutlaka sorumlu olurlar. 

 

Türkiye, iktidar sözcülerinin her konuşmalarında dile getirdiği gibi stratejik düzeyde bir güvenlik tehdidiyle karşı karşıyadır. Bu doğru, ama gelin bir de şu tabloya bakın: Siyaset bütün dikkatini ‘İstanbul’un balını kim yiyecek?’ sorusuna çevirmiş durumda, dahası o balı ‘ötekine’ yedirmemek için de bütün kovanları devirmeye, bütün ormanı yakıp yıkmaya da hazır görünüyor.

 

- Advertisment -