Ağaoğlu’nun, “Kim bilir bugünkü Hindilerin, Afganilerin, Farsların, Cenubi Rusların, Lehlerin, müsta’reb Cezayirlilerin, Tunusluların, Mısırlıların damarlarında akan kanın kaç hissesi Türk ırkına mensuptur” sorusu Türk kavramına ırkçı bir anlam atfetmesi bakımından kayda değerdir.
Ağaoğlu’nun hem fizyolojik-biyolojik hem de kültürel bir anlamı yansıtan “Türk ırkı” kavramı milli kimliği kutsallaştırır, adeta dünyevi bir dine dönüştürür. Ağaoğlu daha da ileri giderek, Türk kanı ile aşılanan insanlığın ve eskimiş anâsırın yeniden hayat bulacağını, bunun bir fermân-ı ilahi olduğunu iddia eder.
Ağaoğlu’nun ırk ve kavmiyet kavramlarını aynı anlama gelecek şekilde kullandığını söylemek mümkündür: “Esasiye-i medeniyetlerini yine Lâtinlerden almış olan İngiliz ve Almanlar Lâtin olan akvama hemşire demiyorlar ve demeye de hakları yoktur. Çünkü kan kardeşi değildirler. Görüyorsunuz azizim ki, burada kan bile kan, kavmiyet, ırk esastır!”
Öte yandan Akçuraoğlu’na göre iki türlü milliyet fikri mevcuttur. Bunlardan biri Fransızların milliyet anlayışıdır. Buna göre milliyet insanların arzusuyla oluşur. Almanların milliyet anlayışına göre ise milliyet bir doğal emir olan ırk birliğinden doğar.
Bu anlayışta milliyet arzuya bağlı değildir, mecburidir. Akçuraoğlu, Alman milliyet anlayışını benimser: “Bir millete mensubiyet, ferdin arzu ve iradesinden değil, kandan, nesilden neş’et eder. Şu muhakkaktır ki, ondokuzuncu asr-ı miladide en çok itibar kazanan, Avrupa tarihi ve coğrafyasını alt üst eden milliyet, ırk ile tefsir olunan milliyettir”.
Akçuraoğlu da Ağaoğlu gibi milliyetçiliğin tarihsel oluşumunda ırk kavramını kan bağı anlamına gelecek ve biyolojik ırkçılığı anıştıracak bir şekilde kullanmıştır. Yine Ağaoğlu gibi, Akçuraoğlu da ırk ve millet kavramlarını aynı anlama gelecek şekilde ele almıştır: “Türk ırkının tarihi hayatının bitmiş olduğuna inanmak isteyenlerden değilim; yaşayacak bir ırkta, bir millette her türlü dehalar gibi edebiyat dehaları da, elbet, yetişecektir”.
Ancak soy, etnisite ve kan bağına dayalı tanımlama Ağaoğlu’nda tutarlılık ve baskınlık arz etmez. Daha çok “kültürel özcü” bir tutumdan söz edilebilir. Kültürel özcülük ile biyolojik ırkçılık arasındaki fark başlı başına bir tartışma konusudur.