Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Türkiye ziyaretiyle ortaya çıkan sonuç, ABD açısından şu realitenin çok açık itirafıdır:
Amerika, Türkiye’yi istediği şekilde sevk ve idare edemeyeceğini anlamış, bu yüzden stratejik konuları müzakere ile ele alma yolunu tercih etmek zorunda kalmıştır. Bunun için taraflar, yeni işbirlikleri üzerinde değil, bir yol haritası hazırlayarak var olan krizin yumuşatılması konusunda mutabakata varmışlardır.
Ancak mutabakatın sorunsuz ilerleyeceğini veya üzerinde uzlaşılan konuların yeniden problem haline gelmeyeceğini öne sürmek zordur. Bu zorluk daha çok yol haritasının doğasından kaynaklanmaktadır.
Amerika, Türkiye ile görüş ayrılıklarını bölgesel perspektif üzerinden müzakere etme yaklaşımı içindeyken, Türkiye bölgesel meseleleri ulusal güvenlik üzerinden okuma tutumunu sergilemiştir. Bu da problem alanlarının “antagonist işbirliği” karakteri kazanarak mutabakatta yer almasına sebep olmuştur. Bu durum daha çok Kuzey Suriye’ye ilişkin formülasyonda karşımıza çıkmaktadır.
Sınırlandırılmış Rojava
Amerika mutabakatla PKK-YPG unsurlarının Fırat’ın doğusuna çekilmesi konusunda Türkiye’ye taahhütte bulunmaktadır. Bu gelişmeyi, Türkiye açısından diplomatik bir başarı olarak nitelendiremeyiz. Çünkü zaten ABD’nin Fırat’ın batısı üzerinde bir etkisi yoktu. ABD güçlerinin Menbiç’te kalması ise Türkiye’nin operasyonel bir mukabelede bulunacağını deklare etmesinden sonra oldukça zorlaşmıştı. Buna rağmen Amerika, Menbiç’te işbirliğini tercih ederken dahi, (Menbiç’in Suriye rejimine ve Rusya’ya verilmemesini önererek) Menbiç probleminin Türkiye’nin Rusya ve Suriye ile arasını bozacak şekilde müzakere konusu olmasını arzulamaktadır.
Öbür taraftan PKK-YPG unsurlarının Fırat’ın doğusuyla sınırlı kalması Suriye’den Türkiye’ye yönelen tehdidi bitirmediği gibi, “sınırlandırılmış Rojava” tezi başarı gibi görünse de içerde kamuoyunu teskin etmek açısından yeterli olmayabilir. Amerika’nın Fırat’ın doğusunda her açıdan donatılmış bir ordu inşa etmesinin Türk devlet aklı ve kamuoyu tarafından tehdit olarak okunacağı âşikârdır.
Bu yüzden olsa gerek, yol haritasında Fırat’ın doğusunun ne şekilde müzakere edileceği açık bırakılmıştır. Bunun anlamı “siz İran’ı kuşatma konusunda bize katılırsanız, biz de Fırat’ın doğusunda sizinle işbirliğine gideriz”dir. İran’ın istikrarsızlaştırılmasının, tıpkı Irak ve Suriye’de olduğu gibi, bu sefer PKK-PJAK varlığını güçlendirmesi yüksek bir ihtimaldir. Bu riskin gerek siyasi irade, gerekse devlet aklı tarafından alınıp alınmayacağı (veya alınsa dahi, bunun kamuoyuna hesabının ne şekilde verileceği), üzerinde durulması gereken çok ciddi bir konudur.
Ödüllendirildiğimizi hissetmek
Genel hatlarıyla bakıldığında, Türkiye ile Amerika arasındaki krizi yumuşatma mutabakatında üç belirsizlik var. (1) Mutabakatın hedefi ne? Somut bir hedef görülmüyor. Amaç krizi yumuşatmaksa, bunun ilişkileri düzeltmeye yetmeyeceğini çok net söyleyebiliriz. (2) FETÖ, PKK-PYD ve Rusya ile silâh ilişkisi konularında üç mekanizma kurulması kararı alınıyor. Ancak süreç bir takvime bağlanmıyor. Bu da mekanizmaların Amerika tarafından zaman kazanmak için önerildiği kuskusunu doğuruyor. (3) Amerika’nın bu mekanizmaları, Rusya ile Türkiye arasında yürüyen müzakerelere benzer şekilde, “kazan-kazan” mantığıyla işleteceği anlaşılıyor. Mekanizmalar bu şekilde işletilecekse, Amerika’nın “bana kazandır” dediği konuların Türkiye ile Rusya ve İran’ın arasını açacağı çok aşikar. Türkiye bu açmazı nasıl yönetecek? Özellikle Afrin hamlesi bitmeden Amerika ile yol haritasının açıklanması, Fırat’ın batısını etkilemeyecek mi?
Meseleyi özetlemem gerekirse, Amerika Türkiye’ye “Ortadoğu’yu dağıtmak için (İran için) sana ihtiyacım var” diyor. Türkiye ise başından beri bu öneriye “ama zararı bana oluyor” yanıtını veriyor. O yüzden Amerika, Türkiye’nin pozisyonunu değiştirmek amacıyla Kuzey Suriye üzerinden fiili bir durum yarattı. Şimdi bu fiili durumu Türkiye ile müzakere ediyor. Bunu da “sana zarar seviyesini azaltarak yaparım” diyor. Tüm bunları yaparken attığı adımların da ödüllendirildiğimiz şeklinde algılanmasını istiyor.