Ana SayfaYazarlarArda’nın onuru ve yüzleşme…

Arda’nın onuru ve yüzleşme…

 

Hikâye bu ya; Napolyon Bonapart, savaşa girdiği orduyu yenilgiye uğratır. Savaştığı ordunun komutanı da Napolyon’un orduları tarafından esir alınmıştır. Napolyon, esir düşen generalin üniformasının giydirilip çadırında akşam yemeğine getirilmesini emreder.  Askeri nezaket bunu gerektirir çünkü… Üniformasını giyen general Napolyon’un çadırına girer girmez, böbürlenen bir tavırla Napolyon’a “Biz, üzerimizdeki üniforma, onurumuz şerefimiz için savaşıyoruz. Sen ise para için savaşıyorsun” der. Napolyon gülümseyerek, “Haklısın, insan kendinde eksik olduğunu hissettiği şey için savaşır…”  diye cevap verir.

 

Oldum olası, ‘Onur, şeref, vatan sevgisi, bayrak…” gibi kavramların üst perdeden konuşulmasından ve bunları karşısındakine bağıra çağıra söyleyenlerden hazzetmem. Aslında bir insanda olması gerekenlerin neden böyle baskın bir dille söylendiğini anlamam, anlayamam. Bu tür söylemlerin altından da başka şeyler çıkar genelde. Kişisel çıkarların çatıştığı yerlerde böyle ‘hamasi’ kavramların gerçeği örtbas ettiğine çokça tanık olmuşumdur. Son günlerde Arda Turan skandalında yaşadığımız gibi…

 

Arda Turan, ülke futbolunun yetiştirdiği en önemli değerlerden biri. Yeteneğini çalışmayla birleştirerek dünya futbolunun en üst seviyesi olan Barcelona’da oynayarak taçlandırdı. Arda’nın dünyanın en popüler sporunda kalıcı olması, daha da üst seviyeye çıkması bu ülkeye aidiyet duyan ve futbolu seven herkesi sevindirir, gururlandırır.  Fakat bu Arda’ya ‘Recep İvedikleşme’ hakkını vermez. Muhtemelen babasından büyük bir gazetecinin boğazına sarılıp küfretmek, ‘vatan, millet, bayrak,  onur, şeref’ gibi kavramları art arda sıralayarak içselleştirmek ve olağanlaştırmak hakkını da vermez.  Arda’nın bu ülkeye duyduğu sevgi; bütün gün ağır bir işte çalışıp, ay sonunu nasıl getireceğinin kaygısını kafasında taşıyarak maç izleyen ve milli takımın attığı golle havalara sıçrayan ‘o anlık’ bile olsa bütün dertlerinden uzaklaşan üç çocuk babası kadardır. Ne bir eksik ne bir fazla…

 

Milli Takım uçağında gazeteci büyüğümüz Bilal Meşe’nin boğazına sarılıp küfrettikten sonra bu davranışını ‘Onurlu hata’ diyerek literatüre sokan Arda, toplum olarak kendimizle yüzleşmemizi sağlayabilir. Zira, Arda’nın davranışından pişmanlık duymayıp, hamasi kavramlarla üste çıkmaya çalışmasının toplumda bir karşılığı var her şeyden önce. Güçlünün güçsüzü ezmek için her türlü nobranlaşmayı kendine hak gördüğü, bunu “Delikanlılık ve adamlık” üzerinden böbürlenerek beyan ettiği garip zamanlardan geçiyoruz.  Trafikte, sokakta hayatın her alanında nedense kendini güçlü hisseden ve haklılığını kişisel adaletiyle sağlamaya çalışan ‘Delikanlılardan’ geçilmiyor. Nedense bu adalet sağlayıcılarının gücü kendinden güçsüz olduğunu hissettiklerinde ortaya çıkıyor. Siz hiç cezaevinde kurulan düzenin yıkılması için ortaya çıkan ve bunun hesabını soran harbi delikanlı Tatar Ramazan gibi insanlar gördünüz mü? Ben görmedim…  

 

Arda, geldiği yeri sürekli dillendiren, bunun bir erdem olduğunu söyleyen bir isim. Sokaktan geldiğini söyleyen Arda, (Sanki bu memleketin insanları başka bir yerden gelmiş gibi! Herkesin geldiği bir mahalle, köy, kasaba vardır. Kimse bu ülkeye gökten zembille inmedi.  Hem ne der Aşık Veysel; sen altınsın ben tunç muyum? Aynı vardan var olmuşuz, sen topraksın ben baç mıyım? ) büyüdüğü Bayrampaşa’da mahallenin bir büyüğüne aynı hareketi yapsaydı, hatta çok daha azını yapsaydı, o mahallede aynı kibirle ‘Onurlu hata’dan bahsedebilir miydi? Hadi dedi diyelim, göğsü kabarık bir şekilde o mahallede hiçbir şey olmamış gibi dolaşabilir miydi?

 

Ailelerin ‘Arda’ adını verdiği, çocukların formasını gururla taşıdığı bir futbol idolünün, başı sıkıştığında ‘sokak çocuğu’ havalarına girmesi kabullenilemez bir durum.  İdol olmanın nimetleri olduğu kadar ağır külfetleri de vardır. “O külfeti kaldıramıyorsan, kalsaydın o çok sevdiğin sokak aralarında” derler insana…

 

Arda, yaptığı akıl dışı davranışı örtbas etmek için bol miktarda hamasete sarılırken,  futbolu yönetenler farklı mı davranıyor?  Bu ülke, Milli Takım uçağında gazeteci gırtlaklamaya kadar varan olayların ardında yatan ‘prim gerçeğini’ öğrenemedi. 2016 Avrupa Şampiyonası’na katılma payı olarak futbolcularla yaşanan ‘prim’ kavgasını ve sonrasındaki süreci ülke kamuoyu hala bilmiyor. Sahi nedir bu işin aslı? Bütün sorular havada kalıyor her nedense.  Taraflar birbirini suçluyor, bol miktarda ‘adamlık’ ‘karakter’ sözcükleri ağızlarda kallavi bir şekilde yuvarlanarak söyleniyor ama ülkenin insanları aslında bu şampiyona öncesinde ve sırasında ne oldu sorusunun cevabını bilmiyor. Hadi adamlık, onur, şeref, haysiyet sizin olsun. Eminim size çok yakışıyordur bu kavramlar. İngiliz kumaşından maharetli terziler eliyle dikilmiş ‘janti’ takım elbise gibi duruyor üzerinizde. Peki, bu kavramların uzağından dahi geçmeye namzet olmayan benim gibi sıradan insanların, Milli Takım’ın en değerli oyuncusunun aklını kaybetmiş gibi davranmasına neden olan olayın iç yüzünü bilmeye hakkı  yok mu? Sizin kadar ‘yüce’ duygularla sevmesek de Milli Takım’ı, bizlerin de sevinip, üzüldüğümüz oluyor haliyle…

 

Milli Takım’da yaşanan basit bir prim olayını krize dönüştürüp bunu yönetemeyen ve olayların bu raddeye gelmesine neden olanlar yönetiyor ülke futbolunu. Onlar yönetemedikçe insanlar futboldan soğudu.  Kalesini bir ay önce işini yaparken gazeteci döven Volkan Babacan’ın koruduğu bir Milli Takım’ın kaptanı uçakta babası yaşındaki bir gazetecinin boğazını sıkıp küfrediyor.  Meseleye neresinden bakarsan bak elinde kalıyor. Hal böyle olunca geriye de, “Ver oğlum şuradan bir bayrak, arkasından vatan, daha da olmadı, delikanlılık, adamlık ver oğlum ver… Yüksek sesle.  Yetmedi mi ver mehteri, İzmir Marşı’nı… Kulaklar patlasın ülke sevgisinden…”  Sahi devenin suçu ne, boynu eğri diye…      

- Advertisment -