Bilgi Üniversitesi’nden profesör Zeynep Sayın Balıkçıoğlu derste Tayyip Erdoğan’a hakarette bulunduğu gerekçesiyle görevinden uzaklaştırılmış. Hocanın cumhurbaşkanına hakaret ettiğini nereden biliyoruz? Çünkü öğrencilerden biri ses kaydı yapmış ve bunu ilgili yerlere servis etmiş. Derste bir hocanın anlattıklarına sırf bu amaçla bakılmasıyla; birilerinin hakaretin ne olduğu, nerede başlayıp nerede bittiğiyle ilgili otorite gibi meselelerle ilgili değil, benim bu yazıdaki derdim. Ben Ahmet Hakan’ın olayla ilgili yazısına takmış durumdayım.
Kendisi şöyle yazmış: “‘Profesör’ün derste söylediklerini ses kaydından dinledim. Tam bir kahve muhabbeti… Üslupsuzluk, bilimsellikten uzaklık falan… Ne ararsan var. […] ‘Profesör’ün bilimsellikten hızla uzaklaşarak kahvehane muhabbetinin bile en az üç tık altında kalan sözlerini, üniversitedeki dersine taşımasını ne yapacağız?”
Yazının alıntıladığım bu bölümünde dikkati çeken ilk şey profesör sözcüğünün tırnak içine alınması. Ahmet Hakan, profesör Zeynep Sayın Balıkçıoğlu’na profesör derken rahatsız… “Böyle profesör mü olur?” demeye getiriyor. Neden? Çünkü kendi kanaatince hoca dersinde bilimsellikten uzak, kahve muhabbeti havasıyla konuşmuş… Öyle terbiyesizlik mi olur canım! Ayıp yani. Eh, koskoca profesör bilimsellikten uzak konuşmalar yaparsa, o zaman tabii Ahmet Hakan bu kişinin aslında profesör olmadığı veya olmaması gerektiğini takdir edebilir ve profesör kelimesini tırnak içinde yazmakta haklı olur.
Yukarıdaki küçük alıntıda beni benden alan ikinci nokta ise, Hakan’ın beş cümle içerisinde iki kez ‘bilimsel’ sözcüğünü kullanması… Bu benim için başlı başına bir mizah unsuru. Kendi kafasında nasıl bir “bilimsellik” var acaba? Öğrencilerine 19. yüzyıl İngiliz tarihi veya John Locke felsefesi veya Frankfurt Okulu veya Godard sineması anlatan bir hocanın “bilimsel” ders anlatması ne demektir acaba? Ahmet Hakan’ın kafasında nasıl bir hoca, nasıl bir profesör imgesi var, doğrusu merak ediyorum. Söz konusu ses kaydını ben de dinledim ve Prof.Balıkçıoğlu güzel güzel ders işliyor, fikirlerini de tane tane anlatıyor. Bir hoca daha ne yapmalı, gerçekten anlamak mümkün değil. Hoca “üslupsuz”muş mesela… Kahve muhabbeti yapıyormuş… Yahu hoca konuşuyor! Dünyadaki diğer bütün hocaların yaptığı gibi! Bu bir konferans değil. Küçük sınıfta konuşarak verilen, anlatılan bir ders. Ve asıl mesele şu ki, Ahmet Hakan’ın “kahvehane muhabbeti” dediği şeyde aslında gizil bir övgü söz konusu benim için. Hocalar biraz da sırf “ders vermek”tense “muhabbet” etseler daha hoş olmaz mı? Kısacası Hakan’ın yazdıkları içler acısı. Biri de kalkıp kendisine “senin yazdıkların ne peki?” dese, hiç de haksız sayılmaz bence.
* * *
Gelelim Arda Turan meselesine. İspanya – Türkiye maçında, Türkiyeli taraftarlar, maçın ikinci yarısında bir noktada, top Arda Turan’a her geldiğinde Turan’ı yuhalamaya başladılar. Bu yuhalama anlarından birinde Arda Turan, milyonların gözü önünde neredeyse topu — maç oynanırken — bıraktı ve adeta oynamayı reddetti. Yuhalama işinin ardı arkası kesilmeyince daha da demoralize oldu ve oyundan düştü. Bu da tabii milli takımın lehine değil aleyhine oldu.
Seyircinin bir bütün olarak takımı değil de Arda Turan’ı yuhalaması, Turan’a duyulan bir rahatsızlığın göstergesi olarak okunabilir. Sosyal medyada dönenlere bakılırsa insanların en rahatsız olduğu şey, Arda Turan’ın bu kadar reklamda oynayıp aşırı medyatik hale gelmesi (ve bunlardan çok para kazanması), ama iş futbola gelince çok kötü bir performans göstermesi… Elbette Turan’ın kötü futbol oynamasıyla medyatik bir yüz haline gelmesi arasında doğrudan bir bağ yok, ama izleyicinin bunu bağdaştırarak Turan’a yüklenmesi gayet anlaşılır. Tabii işin içine Fatih Terim’e ödenen astronomik maaş gibi başka şeyler de eklenince Türkiye halkı Türk futbolcularının futbolcu değil artist olduğunu düşünmeye meyletti. Bunlar ayrı bir tartışma konusu…
Benim değinmek istediğim maçta kendisine duyulan tepki karşısında Arda turan’ın gösterdiği davranış. Maçtan sonraki yorumlarda şu görüş çok dile getirildi: “Bizim taraftarımız olgunlaşmış bir taraftar değildir. Arda Turan bu ülkenin yetiştirdiği en önemli futbolculardandır. Taraftarın Turan’ı maçta yuhalaması yanlıştır.” Buraya kadar, üç aşağı beş yukarı katılıyorum. Peki, Arda Turan’ın maçtaki davranışına ne demeli? “Böyle bir sahiplenmeme, böyle bir yuhalama karşısında Turan’ın moralinin bozulması anlaşılır bir şeydir. Turan da nihayetinde bir insandır ve duygusal biridir.” Böyle şeyler yazıldı çizildi. Bizde “mağdur”un yanında yer almak ata sporu olduğu için, bir kesim hemen Arda Turan’ı destekledi ve onun arkasında olduğunu ifade etti.
Tabii burada da en büyük hastalığımız — dikotomi yaratmak — nüksetmiş oluyor. Sanki Türkiye taraftarı Turan’ı yuhalayınca Turan’ın yanında olmamamız ayıpmış gibi! Halbuki taraftarın yaptığı ne kadar yanlışsa Turan’ın yaptığı da o kadar yanlış. Düşünün; Avrupa Kupası’nda dünyanın gözü önünde maç yapıyorsunuz ve bir noktada yuhalanıyorsunuz diye maçın ortasında kendi taraftarınıza trip atıp oynamayı bırakıyorsunuz. Bu, ameliyat esnasında bir doktorun ameliyatı bırakıp gitmesi gibi bir şey. Sonuçta, onlar taraftar… Onların ne deyip ne demeyeceğinden biz sorumlu değiliz. Ne yani; nasıl taraftar olunacağını öğretebileceğimiz bir sınava mı sokacağız bu insanları? Taraftar yanlış bir şey yapınca, sizing davranışınız meşru mu oluyor? Bir öğrenci öğretmenine “hocam bu soruyu çözemediniz, bu mesleği bırakmalısınız” deyince, öğretmen ağlayarak sınıftan çıkıp gitmeli mi gerçekten?
Bu olaydan öğrendiğimiz şey Arda Turan’ın — birçok yerde yazılıp çizildiği gibi — profesyonel bir futbolcu olmadığıdır. Bir futbolcu yuhalandığı için maçın ortasında top oynamayı bırakıyorsa, bunun adına en fazla ergen şımarıklığı diyebiliriz. Şu değişmez bir kuraldır: dış dünyayı kontrol edemezsiniz. Profesyonellik dış dünyanın tüm olumsuz baskılarına karşın soğukkanlılığı elden bırakmamaktır. Dolayısıyla Arda Turan’ın duygusal biri olduğu yorumu bir savunmadan çok bir itiraftır.
Şunu da ekleyerek bitireyim: “Ne yapalım, Arda Turan’ı silelim mi? Kötü oynadı diye futboldan men mi edelim?” Bunlar da suyu bulandıran totalci yorumlar. Olan şey, taraftar dediğimiz kitlenin anlık bir tepki göstermesidir. Bu bir öfke anıdır (ki başka bir zaman ve yerde aynı taraftar Arda Turan’ı yere göğe koyamayacak da olabilir ve bu da bir an meselesidir). Taraftarın anlık bir öfkesini muhatap almak da doğrusu çocukçadır. Aksi takdirde, dendiği gibi ya bu taraftarı maçlara sokmayacağız, ya da Arda Turan futbolu bırakacak! Bu argümanların ikisi de absürd olduğuna göre, Arda Turan futbolunu oynamaya devam edecek ve taraftar da canı ne isterse onu yapacak. Yoksa kimse iki maçta oynayamadı diye Arda Turan’ın Türk futbolundaki yerini yadsıyor değil.