Bilindiği gibi ataerkil kültür, erkek egemenliği üzerine yürüyen toplumsal formasyonun düşünsel çatısını oluşturur. İnsanlığın gelişim sürecinde toplumsal yaşamın ihtiyaçlarına cevap olarak doğmuş iş bölümüne karşılık gelen zihinsel dünyayı açıklar bize. İktidar ilişkilerinin karakteri ve dağılımı ile ataerkil kültürün içerdiği değerler, karşılıklı olarak birbirlerini üretir ve onaylar.
Hiyerarşiyi inşa eden değer ölçüleri; karar vericilerin taşıması gereken nitelikler, şiddet kullanımında meşruiyetin tayini… Bunlar toplumsal ve bireysel yaşantılarımızda can alıcı öneme sahip konulardır. Biz bu alanları düzenleyen kültürlerin içine doğarız.
Ataerkil kültür olarak nitelenen değerler modeli, bu sorunlara cevaplar içeren, arkasında binlerce yıllık bir geçmiş taşıyan, sosyo-ekonomik değişimlerle karşılıklı etkileşim içinde evrilerek günümüze uzanan bir zihniyeti ifade eder. Bu kültürün kodlarını iyi tanımadan bugünün güç ilişkilerini, meşruiyet ölçülerini, şiddet kaynaklarını doğru anlamamızın mümkün olmadığı kanısındayım.
Ataerkil kültürün temel taşını şiddet oluşturur. Şiddet kullanma kapasitesiyle iktidarın otoritesi arasında doğrudan bir bağ vardır. Kuşkusuz otoritenin kaynağı sadece şiddet tehdidi ya da kullanımı olamaz. Otorite, aynı zamanda yöneldiği öznenin rızasına ihtiyaç duyar. Bu rıza da yine kültürel yapının değer kalıpları içinden üretilir.
Hâkim kültür; karar süreçlerine eşit katılım imkanına, iktidar pratiklerini özgürce eleştirme, tepki gösterme davranışlarına; hiyerarşik dayatmalara karşı çıkılabilmesine; hakaret, aşağılama ve fiziki şiddetin tüm ilişkilerde reddedilmesine ilişkin nasıl değerler içermektedir? Bu tür istekler, makbul haklar olarak mı tanımlanmaktadır yoksa kıymeti harbiyesi olmayan; daha da kötüsü, huzuru, düzeni tehdit eden, ilişki yapılarını bozan, sakıncalı eğilimler olarak mı kodlanmıştır? Özgür tartışma ve otoriteyi sorgulama mı, yoksa itaat ve tapınma mı yüceltilmektedir?
Ataerkil kültürün toplumun otoriteye rıza göstermesine aracılık sağlayan tüm kodları, yukarıdaki soruya verilen olumsuz cevaba göre şekillenmiştir.
Ataerkil değerlerin egemen olduğu bir kültürel formasyonda, toplumun iktidar otoritesini benimsemesi için, o otoritenin (yukarıdaki spesifik sorular içinden devam edersek) karar süreçlerine eşit katılım, eleştiri- tepki özgürlüğü, hiyerarşilere itiraz, hakaret, aşağılama ve şiddetin kayıtsız şartsız ayıplanması gibi özellikleri öngörüyor olması gerekmez. Bu özellikleri içermese de olur ve hatta daha iyi olur.
Bu durumda, ataerkide otoriteye rızanın neyin üzerinden devşirildiği sorusuyla karşılaşırız. Belli başlı olarak; (yine ataerkil değerlerin tanımladığı) adaletin sağlanması, refahın arttırılması ve en önemlisi de varoluş bekasının güvenceye alınması beklentileri üzerinden oluştuğunu ileri sürebiliriz bu rızanın.
Erkekliğin; aile üzerinde ya da örneğin bir spor kulübünde ve tabi en nihayetinde siyasal alanda egemenliği, bu tür bir toplumsal rıza üzerinden gerçekleşir ve bu egemenlik şiddetle içi içedir.
Çünkü şiddet, bu beklentilerin gerçekleştirilmesi önündeki engellerin temizlenmesinde en önemli ve meşru enstrümandır ataerkil kültürde. Otorite onu etkin biçimde kullanma kapasitesine sahip olmalıdır.
Ataerkil otorite anlayışının ve onun yaslandığı şiddet unsurunun tüm siyasal kimlikleri nasıl ortaklaşa kuşattığını görmek için, Kemalist, muhafazakâr, sosyalist, Türk ve Kürt milliyetçi siyasal pratiklere göz atmak yeterlidir. Kendi adalet, refah ve beka anlayışını mutlaklaştıran; dışındakileri ötekileştirip düşmanlaştıran, taviz verme uzlaşma gibi yöntemlere zorunlu kaldığında geçici ve samimiyetsiz taktikler olarak başvursa da asla bunları içselleştirmemiş ve esas almayan; boy ölçüşmeci/ meydan okumacı/ bilek bükmeci zor kullanımını her zaman en başa koyan bu kültür, sapına kadar ataerkildir ve bütün siyasal kimliklere çok güçlü biçimde sızmıştır…
Ataerkil kültür değerleriyle, modern değerler ve onlar üzerine inşa edilen hukuk normları arasında belirgin bir makas vardır. Türkiye gibi 150 yılı aşkındır modernleşme/Batılılaşma serüveni içinde yol alan bir ülkede biz bu gerilimi hep hissederiz. Modern hukukun reddettiği; yaptırıma bağladığı kimi davranışlar ataerkil kodlar içinden kendilerini onaylatma ve sürdürme imkânı bulurlar. Yazılı normlar ile kültürel değerler arasında yaşanan bu çatışma normatif hukuku zayıf düşürür.
Karar verici iradenin de hukuktan daha fazla önemsediği şey, davranışının toplumsal çoğunluğun ruhunda bulduğu yankıdır. Böylelikle, ataerkil kültürün temsil ettiği çoğunluk karşısında hukukun da yeterli güvence sağlamadığını biliriz.
Türkiye’nin modernleşme pratiğinin ürettiği en özlü söz “kanun yapmak yetmez zihniyetin değişmesi gerekir” önermesidir.
Zihniyetin değişmesi ise asla yasaların değişmesi gibi bir mesele değildir.
Haftaya ataerkinin toplumsal hayatımızdaki kuşatıcılığının somut örnekleri üzerinden devam etmeyi umuyorum.
Buluşmak üzere…
.