Adım adım bağımsız Kürdistan’a doğru yol alırken “Kürtler bağımsız devlet olgusunu nasıl karşılıyor” sorusunun yanıtını önemsemeliyiz. Bu yanıt Kürtlerin psikolojisini, sosyolojisini, zihniyet kodlarını anlamak açısından bize önemli malzemeler verecek. İki husus ön plana çıkıyor.
İlk husus şu: Tarihte ilk kez bağımsız bir Kürdistan kuruluyor; ancak ortada zembereğinden boşalan toplumsal bir coşku ve heyecan yok.
Tersine son derece sakin, “cool” bir ortam var.
İkinci önemli husus da şu: PKK bağımsız Kürdistan olgusuna itiraz ediyor. İtirazlarını da kendi açısından rasyonel bir zemine oturtuyor.
* * *
Dün Yeni Özgür Politika gazetesinde Selahattin Erdem imzasıyla, PKK’nin konuya bakış açısını özetleyen “Çok olsun, hepimizin olsun” başlıklı ve son derece dikkat çekici bir yazı yayınlandı.
Erdem yazısında şu can alıcı soruyu tartışmaya açmış: “Bağımsızlık ve özgürlük devlet ile mi sağlanır, yoksa demokrasi ile mi?”
Erdem bu soruyla da yetinmemiş; bağımsız devlet tartışmasını daha derin siyasi felsefe sınırlara çekmiş: “Toplumlar için devlet mi gerekli yoksa demokrasi mi?”
Erdem’e göre, tabii ki Kürtlerin yanıtı demokrasi olmalı. Çünkü tam beş bin yıldır, toplumun kendini yönetmesi demek olan demokrasi ile toplum üzerinde örgütlenmiş sistemli bir baskı ve sömürü aracı olan devlet arasında sürekli bir mücadele var.
* * *
Selahattin Erdem’in çerçevesini belirlediği tartışma, kaynağını Öcalan’dan, daha doğrusu Öcalan’ın İmralı’da yaptığı “özeleştiri”lerden alıyor.
1999 yılında Öcalan, Kürt siyasal hareketinde iki radikal değişikliğe imza attı. İlk değişiklik, kendi geleneğii ve doktrinleriyle özeleştirel bir hesaplaşma içine girmesiydi.
Aslında Öcalan bu özeleştiriyi yaparken tarihin günümüzdeki yasalarına baktı. Bu yasalar, küreselleşmenin ulus-devlet değerleriyle çeliştiğini, ulus-devletin mevcut haliyle küreselleşmeyle karşı karşıya geldiğini, bu yüzden artık aşıldığını haykırıyordu.
Bu yüzden, bir ulus-devlet savunucusu ve doktrineri olarak Öcalan, küreselleşmeyi yeni ulus-devlet ile sentezleyen yeni bir arayışa yöneldi. Adına da demokratik konfederalizm dedi. Bunu da dört parçaya bölünmüş Kürtler nezdinde somut bir öneriye dönüştürdü.
Bu öneriye göre, Kürtler dört parçada sınırlara dokunmadan var olmalı, sınır ötesi işbirlikleri kurabilmeli, kendi kendilerine yeterli olabilmeleri için de demokratik komünal bir sistem inşa etmeliydi.
* * *
Öcalan’ın geliştirdiği perspektiften bakan Selahattin Erdem şu üç hususun altını çiziyor:
(1) Hiçbir Kürt devleti bağımsızlık ve özgürlük getiremez. (2) Çünkü devlet bağımlılık ve baskı demektir. (3) Kürtler için devlet değil demokrasi gerekiyor.
Normalde, etnik mücadeleyi esas alan ama bağımsız devlete bu tezlerle itiraz eden bir siyasi hareketin, mücadele ettiği ülkede rasyonel bir muhatap olarak görülmesi, teşvik edilmesi gerekir, değil mi? Ama bu siyasal hareket mücadele verdiği ülkede tamamen ötekileştirilmiş, sahnenin dışına itilmiş durumda. Neden?
Çünkü PKK söylemde doğru, çoğu kimsenin itiraz edemeyeceği şeyler söylüyor — ama pratikte tam tersini yapıyor. O yüzden güvenilir bir aktör olarak rasyonel bir muhatap haline gelemiyor.
Örneğin kapitalist moderniteye dair inanılmaz çarpıcı tespitler yapıyor. Ama gidiyor, Ortadoğu’da kendi gücüve sistemini inşa ederek kapitalist moderniteyi ayakta tutmaya çalışan ABD ile işbirliği yapıyor, Amerika’nın kaybetmesi gereken savaşta kazanmasını sağlıyor.
Örneğin ulus-devlet aşıldı diyor, ama diğer tarafta ulus-devlet için ne gerekli ise onu inşa ediyor. Bayrak belirliyor, asayiş gücü ve askeri güç oluşturuyor, kendi yargısını kuruyor, ekonomik düzen yaratıyor, toplumun uyacağı kural ve kaideler belirliyor, toplumunu yönetecek koordinasyon merkezleri oluşturuyor.
Çok kapsamlı bir ulus-devlet eleştirisi yapıyor, “ulus devlet aşıldı” diyor, ama “etnik haklar” için dünyanın hiçbir yerinde herhangi bir siyasi hareketin başvuramayacağı ölçekte şiddete başvuruyor.
Kürtlerin “toplum üzerinde örgütlenmiş sistemli bir baskı ve sömürü aracı olan devlete ihtiyacı yok, demokrasiye ihtiyacı var” diyor — ama kendisi gibi düşünmeyenlere karşı tahammülsüz davranışlar sergiliyor.
* * *
Kürtler bölünmüş, değişik kamplara ayrılmış olsalar bile, yine de az çok siyasi, felsefi bir tartışma içindeler. Bağımsızlık mı, demokrasi mi diye tartışıyorlar. Yeni toplumsal düzenin hangi esaslar dahilinde olabileceğini sorguluyorlar.
Peki, tüm bu tartışmalar karşısında Türk entellektüelleri ne yapıyor dersiniz!
Kürtlerin önüne birlikte yaşamaya dair sorgulayıcı bir perspektif, değerler ve vizyon koyabiliyorlar mı — bağımsız devlet olgusuna “sakın ha” uyarısı yapmanın dışında?
Çok ağır olacak ama kimse kusura bakmasın, söylemek zorundayım. Bir iki aydını dışarda tutarsak, sanal orgazm ve fantezilerle lümpenleşmeleri dışında pek bir çaba sergiledikleri yok!
Bu halleriyle sanki Jonesco’nun oyunundaki Kel Şarkıcı’yı oynuyorlar:
– Kel şarkıcı ne yapıyor?
– Saçlarını tarıyor…