Ana SayfaYazarlarBahar korkusu…

Bahar korkusu…

 

Son günlerde kiminle konuşsam bir ‘gitmelerden’ söz ediyor. Bir yerden bir yere gitmek sanki çok kolay, sıradan bir olaymış gibi. Bir umutsuzluk hali yerleşmiş toplumda, herkes bir şeylerden şikayetçi ve dalga dalga yayılıyor özümüze… Herkes birbirini “Oraya, buraya gitme. Toplu taşıma araçlarına binme” diye uyarıyor sevdiklerini koruma adına. Bunu yaparken aslında ne sevdiklerimizi koruyoruz ne de kendimizi. Sadece ve sadece kendimizi bir ‘korku cenderesinin’ içine sokuyoruz gönüllü olarak. Zaten istenilen de bu değil mi? Hayattan kopuk yaşayıp, kendimizi bir fanusun içine sokmak o kadar kolay mı? Ya da kök saldığın topraklardan ha deyince çekip gitmek…

 

Çanakkale Savaşının 101. yıldönümünde şimdilerde 90 yaşında çocuk ve torunlarıyla mutlu bir yaşam süren Şefika teyzenin annesinin eski kocasıyla ilgili anlattıkları geldi aklıma. 

 

Hacı Rıza dört aylık bebeği Kadriye’yi kundakta öptükten sonra yola koyuldu. Savaş yıllarıydı ve seferberlik kâğıdı çıkmıştı. Simav’dan Çanakkale’ye gitmek için yola koyulan Rıza bir daha hiç geri dönmedi. Karısı Şükriye bir yandan çocuğunu büyütürken diğer yandan da savaşa giden kocasının yolunu gözledi. Şükriye’nin hayatı hiç de kolay olmamıştı aslında. Dört kız kardeşin ortancası olan Şükriye’nin ablası aniden öldü. Ölen ablanın bir erkek oğlu vardı. Aile dul kalan Hafız Rıza’nın çocuğuna da bakması için Şükriye ile evlenmesine karar kıldı. Bir gün hamur yoğururken bir bahaneyle evraka parmak bastırdılar henüz 14’ünde olan genç kıza. Bu evrak aslında ölen ablası Şaziye’nin dul kalan eşiyle evlenme ilamıydı. Çaresiz bir şekilde vardı kocasına ölen ablasının çocuğuna bakmak üzere. Bir süre sonra eşi Rıza’dan bir çocuğu oldu. Adını Kadriye koydular. Hafız Rıza Çanakkale cephesine gitti gideli Şükriye, kocasının ablasından olan oğlu Ahmet Çınar ile küçük bebeğini büyütmeye, tarlada, bağda, bahçede çalışıp çocuklarına hem ana hem de baba olmaya çalıştı.

 

Ara ara mektup alıyordu cepheye giden kocasından. Kendisi okuma-yazma bilmediği için Simav’a inip yazdırıyordu mektubu kocasına… Son mektuplarından birinde “Bahçedeki dut ağacını keselim mi?” diye yazmış, izin istemişti. Hafız Rıza’dan aylar sonra cevap geldi. “Burada gölgesine muhtacız. Sakın kesmeyin o dut ağacını. Su içerken beni hatırlayın. Susuzluktan kırılıyoruz. Tarlalara iyi bakın, ziyan etmeyin. Burada bir dilim ekmeği kaç kişi paylaşıyoruz biliyor musunuz? Tayınımızı kaptırmamak için gözümüzü dört açıyoruz.”  

 

Bir insanın yaşam ömrüne yakın zaman öncesi yaşandı bunlar. Bu toprakları vatan belleyen erkekler, kundaktaki bebeklerini bırakıp gittiler. Kadınlar onları bekledi, çok azı geri döndü gidenlerden. Bu ülkede yaşayan halkların ortak vatanını bizlere bırakma adına…

 

Halk düşmanları zafer kazanmış bir edayla baharla korkutuyor insanları… Hani, yaşamın uyanışının sembolü olan baharla. Yağmur damlalarının bereket getirdiği, toprağın kokusunun insanın içine işlediği, kuşların coşkuyla öttüğü baharla dize getirecekler bu halkı. O kadar kolay mı? Bu sene mimozalar erken açtı, gelip geçiyor biz farkında olmadan. Mimoza dallarıyla bisikletini süsleyip, bir sanat eseri yaratmaya çalışan 10 yaşındaki yeğenim Serra’yı gören bir insan korkar mı bahardan. O coşkuya ortak olur delice sever hayatı. Bahar biraz da delirme değil mi? Toprak gibi…

 

Gitme deyince aklıma; 302 Mercedes otobüsle Rize’den İstanbul’a yaptığım yolculuk gelir. 17 yaşında bıyıkları yeni terlemiş sakalları çıkmayan bir genç adamın hayalleriyle birlikte yol boyunca geride bıraktığı dağlar ve Karadeniz gelir. Ve küçük kasabalardan, köylerden geçerken gurbet yoluna giderken içine yumruk gibi oturan o hüznü gelir. Zaten gidersem baharla birlikte her şeyin bir anda coştuğu derelerin bir başka aktığı, kızılağaç dallarının tomurcuklarında tüneyen kuşların şarkılarının bir başka olduğu, menekşeler arasında sevinç içinde koştuğum Apiça’ya giderim. Otobüsteki genç adamın sonradan kaybettiği masumiyetini yeniden bulma adına…

 

Not: Yazıyı bitirip kafamı kaldırdığımda İstiklal Caddesi’ndeki patlamayı duydum. Evet alçaklar iş başında halk düşmanlıklarına devam edip, insanları diz çöktürmeye ‘korkuların’ esiri olmaya çabalayacaklar. Bu alçakça saldırı da bunlardan biri…      

 

- Advertisment -