Abdullah Gül’ün muhalefetin ortak cumhurbaşkanı adayı olmasına yönelik çabaların akamete uğramasından sonra iktidar cephesindeki rahatlama görülmeye değerdi. Bu ihtimalin iktidar kanadını ne kadar ürküttüğünü anlayabilmek için bu sevinci gözlemekten daha iyi bir ölçü bulunamazdı. Tabii, Gül’ün kararının öncesinde ona ‘ziyaretçi’ göndermeyi dahi göze alabilme ölçüsünü de ihmal etmeden…
Neticede muhalefetin ‘ortak aklı’ öyle bir işledi ki, Erdoğan’ı yenme kapasitesine sahip tek kişi izlenimi veren Abdullah Gül muhalefetin ortak adayı olamadı.
Peki, Gül muhalefetin ortak adayı olarak ilan edilseydi seçimleri kazanabilir miydi? CHP tabanındaki geniş laik yığınların bu adaylığa gösterdiği, dozu giderek artan tepkiyi göz önüne aldığımızda, bu soruyu ‘kazanabilirdi’ diye cevaplamak çok zor görünüyor.
Tam burada, Kılıçdaroğlu ve CHP liderliğinin bu defa iktidar oyununu değişmez duygusal kalıplarla ve öfkeyle değil, hep söylendiği gibi bir satranç oyuncusunun aklıyla oynamaya çalıştığını teslim edelim. Halil Berktay’ın tanımladığı gibi yani:
“Olaylar (hiçbir ‘üst akıl’ umacısının zerrece parmağı olmaksızın; bu konuya ayrıca döneceğim) sizi hiç hoşlanmadığınız kişi, grup veya partilerle yanyana getirebilir. İster istemez koalisyonlar, ittifaklar, geniş cephe veya birleşik cepheler gündeme gelir. Asıl zor olan budur işte; ‘kutunun dışında’ düşünebilmek (thinking outside the box), ‘konfor alanı’nızın (comfort zone) dışına çıkabilmek, verilmez sandığınız tâvizleri verebilmek ya da evet denmesi imkânsız sandığınız ortaklıklara evet diyebilmektir.” (Serbestiyet, 29 Nisan).
Kılıçdaroğlu Gül’ü samimiyetle istiyordu
Kılıçdaroğlu, işte kabaca bu çerçevede hareket ederek önce kendi yol arkadaşlarını sonra da tabanını Gül’ü ortay aday olarak göstermek için iknaya çalıştı.
Kılıçdaroğlu, tabandaki sert direnişe rağmen muhtemelen kararında direnecek, CHP tabanının önemli bir bölümü Gül’e oy vermeyecek, Erdoğan seçilecek ve bence bu da onun siyasi hayatının sonu olacaktı. Bu anlamda, İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in kendi adaylığında ısrarı belki de onu bu sondan esirgemiş oldu.
Bence Akşener’in adaylıkta ısrarını sırf iktidar hırsıyla açıklamak isabetli olmayabilir. Akşener’in gerek CHP’nin gerekse de kendi partisinin tabanındaki ‘Ha Erdoğan ha Gül’ eğiliminin seçimin ilk turunda Erdoğan’ın zaferine yol açma ihtimalini yüksek gördüğü için Gül’ün ortak adaylığına karşı çıktığını düşünmek daha doğru olabilir.
Dolayısıyla, Bahçeli’nin “Adaylıktan çekilerek kaosa yol açmadığı için” Gül’e teşekkür etmesi çok da anlamlı görünmüyor. Çünkü Gül, muhalefetin ortak adayı olmayı kabul ettiğini söylemişti, dolayısıyla o teşekkür Gül’ü adaylıktan eden esas iradeye yani CHP tabanına gitmeliydi.
CHP’nin sorunu ‘tavan’dan çok ‘taban’
Yıllardır CHP’nin siyaset oyununu, oyunun gerektirdiği esneklik ve taktik ustalıkla oynayabilmesinin önündeki esas engelin liderik değil taban olduğunu iddia ediyorum. Abdullah Gül’ün ortak adaylığı hususunda liderlikle CHP tabanı arasındaki itişme bunu bir kez daha gösterdi.
Peki CHP tabanı neden böyle? Siyasal davranışlarında neden nüans yok? ‘Nispîlik’ kavramı onları neden bu kadar çok sinirlendiriyor? Siyasi öznelerin başta nasıllarsa hep öyle kalacaklarına, hiç değişmeyeceklerine nasıl böyle kolayca ikna ediyorlar kendilerini?
Bazı insanların düşüncelerinin ve siyasi tavırlarının asla değişmeyeceğini düşünüyorsanız kendinizi gözden geçirmenizde fayda var demektir. Çünkü büyük bir ihtimalle kendinizin asla değişmeyeceğini düşünüyorsunuz ve bu özelliğinizi başkalarına da yansıtıyorsunuz; onlara da kendinize baktığınız gözle bakıp ‘asla değişmez’ sonucuna varıyorsunuz.
CHP tabanı büyük çoğunluğuyla kendisinin değişmezliğine bakıp başkalarının da değişemeyeceğine inanan insanlardan oluşuyor.
Bu katılık, iktidar için siyasetin gerektirdiği esneklikler ve ittifaklarla hareket etmeyi nihayet öğrenmiş CHP liderliği ile taban arasında ilan edilmemiş bir çatışmanın nedenini oluşturuyor. Hatırlayanlar olacaktır (bu başlıkla çok yazı yazdım), ben buna “CHP’nin büyük çaresizliği” diyorum. CHP liderliği, özellikle de Kılıçdaroğlu’nun başkanlığından itibaren böyle bir çaresizlik duygusunu yaşıyor.
CHP'nin büyük çaresizliği, yani: Dünyaya ayak uydurmak için partinin ideolojik deli gömleğinden sıyrılması gerektiğini düşünen (ya da hisseden) ‘bir kısım CHP’nin bu yönde atmak istediği her adımın, tabandaki, artık bir düşünce olmaktan çok bir duygu haline gelmiş katı bir ulusalcılığa ve laikliğe çarpıp tuz-buz olması…
Tabanı esirgeyerek liderliği eleştirmek
Tam bu noktada, partileri ve parti liderliklerini, temsil ettikleri kitlelerin saplantılarını hesaba katmadan eleştirme eğilimiyle ilgili düşüncemi bir kez daha ifade etmek isterim:
Türkiye'de siyasi liderleri ve siyasal partileri, temsil ettikleri 'ya da duyarlılığını yansıttıkları' kalabalıkları 'by-pass' ederek eleştirmek gibi bir gelenek var. 'Kitleler'e ve onların fikirlerine hiç dokunmayıp, onların oy verdiği liderleri ve partileri kıyasıya eleştirmenin ahlaken problemli bir pozisyon olduğu, sanırım izahtan varestedir… Öte yandan böyle bir pozisyon kitlelerin etkileme gücünü hesaba katmadığı için liderlerden ve partilerden olmayacak beklentiler içine girdiği ölçüde siyaseten de problemlidir.
Bu sorunlu eleştirinin en köşeli biçimlerinden birine CHP eleştirisinde rastladığımızı söylemek hiç abartı olmaz.
Fakat CHP tabanını esirgeyerek CHP liderliğine bindirmedeki faydasızlık ve haksızlık, her yeni durumda biraz daha fazla sırıtıyor ve bu eleştiri sahiplerini zora sokuyor.
Abdullah Gül’ün adaylığının giriş, gelişme ve sonuç bölümleri bunu bir kez daha teyit etti.