Ana SayfaYazarlarBarışı hayalperestler değil realistler getirecek

Barışı hayalperestler değil realistler getirecek

 

Son günlerde özellikle bazı dış odaklar, Türkiye’nin yeniden müzakere sürecine dönmesi için “tartışma ortamı” oluşturmaya çalışıyor. Toplantılarına çağırdıkları şahsiyetler üzerinden, müzakere sürecine dönülmesine dair bir beklenti oluşturmaya çabalıyorlar. 

 

Hiç kimse bizim gözümüze kaşımıza hayran değil. Eğer böyle bir yönelim içindeyseler, mutlaka bir hesapları vardır. Bunu şimdilik özellikle not edip geçelim.

 

Kuşkusuz Kürt sorununun kansız, şiddetsiz çözülmesi, yüreği bu ülke için çarpan herkesin ortak temennisi. Ancak bu temennide olmak, gerçekleri de görmemize engel olmamalı.

 

Kürt sorununda yeniden bir çözüm sürecine dönülmesi için, müzakere öncesi koşulların oluşması gerekir. Aksi halde müzakerelere dönülmesi mümkün olamaz.

 

Nedir bu koşullar diye baktığımızda iki katman önümüze çıkıyor. İlk katman, muhtemel bir yol haritası ile tarafların ikna edilmesi; “herkes kazanır, kimse kaybetmez” duygusunun oluşturulması.

 

İkinci katman, hangi barış modelinin önerileceğinin belirlenmesi. Dünya deneyimlerine baktığımızda üç tür barış modeli görüyoruz. İlki, yeniden entegrasyon (Angola); ikincisi, siyasi ve ekonomik iktidar paylaşımı (Kuzey İrlanda); üçüncüsü demokratikleşme (Kolombiya).

 

Bizde müzakere önerenler “canım ne var, yeniden bir araya gelip konuşun” demek dışında ne bir yol haritası önerebiliyor, ne “herkes kazanır, kimse kaybetmez” güveni oluşturabiliyor, ne de sorunun esasına dair bir barış modeli önerebiliyor.

 

Rahat konuşuyoruz, çözüm bulamıyoruz

 

Çatışma ve uzlaşma “disiplini” veya “bilgi dalı”nın esasları dahilinde meseleye baktığımızda, bizim temel problemimiz müzakerelerin başlayıp başlanmaması değil, başlayan müzakerelerin bir türlü sonuç vermemesidir.

 

Şu ana kadar 1993, 1999, 2005, 2009, 2013 yıllarında PKK ile müzakere esaslı temaslar kuruldu, ancak hiçbirinden herhangi bir netice çıkmadı. Dolayısıyla “sil baştan, haydi yeniden müzakereye” demekle problem çözülmüyor. Hattâ şu dahi söylenebilir: Biz çok kolay müzakereye geçebiliyor, ancak müzakerede bir türlü anlaşamıyoruz.

 

Tabii sorunlar bu kadarıyla sınırlı değil. Müzakerelere dönüşü teşvik eden bir ortam olduğu da söylenemez. Yeniden barış masasına oturmamız için savaş yorgunluğundan ve/ya halkın ciddi bir barış isteğinden bahsedebilmemiz gerekir. Bunu gördüğümüzü söyleyemeyiz. Tersine, “sonuna kadar ilerleyin, inlerine kadar girin” diyen ezici bir kamuoyu var. El Salvador ve Guatemala gibi bölgesel kontekstler de yok. Kuzey İrlanda ve Güney Afrika’dakine benzer ekonomik gereksinimler de bizi zorluyor değil. Tacikistan gibi, gerillaların arkalarını sağlama alma iradelerinden vazgeçmeleri de söz konusu değil. Burundi gibi dış baskı da yok. Endonezya’nın Açe sorunu gibi insani kriz ve doğal afetler de uzlaşmayı mecburî kılmış değil.

 

Barışı, kaset sızdıran Oslocularla aramak

 

Bu koşullar altında yeniden çözüm sürecine dönülmesini “muhatapların tanınması, güvenlik, teminatlar, kolaylık sağlama, halka söz verme” gibi kitabî şeyler sağlamayacak. Ancak PKK’nin devlet ve iktidar için anlamlı olacak bir şeylerden vazgeçmeye hazır olup olmadığı belirleyici olacak.

 

Yoksa devlet veya iktidar, bir şey kazanmayacağı daha önceki deneyimlerle yeterince ispatlanmış bir sürece yeniden neden geri dönsün; çok başarılı götürdüğü askeri müzakereyi neden sekteye uğratsın? Güvenlik bürokrasisinde neden bir motivasyon kırılması yaratsın?

 

Ayrıca, PKK’nin şiddeti bir terbiye yöntemi olarak kullanarak hak alabileceği yanılsaması ve bundan kaynaklanan mantıksız beklentileri varlığını sürdürdükçe… “devlet demokratikleşme, PKK ise ulusal hakların verilmesi taraftarı” gibi, devlet ile PKK arasında uzlaştırılması imkânsız talep farklılıkları var oldukça… şiddetin sona ermesinin olmazsa olmazı olan küresel ve bölgesel dengeler, Kürt sorununda şiddetin daha kârlı bir kart olması halini pekiştirdikçe… söyler misiniz, ne olacak da müzakere masasından bir barış anlaşması ile kalkacağız?

 

Nitekim dünya deneyimleri de, iç ve dış koşulların müzakerelere dönülmesi için olgunlaşmadığı ortamlar için aynı şeyi söylüyor. 1945-1995 arasında vuku bulan şiddet içerikli uluslararası anlaşmazlıklarda, 1,153 müzakerenin yüzde 40’ından bir anlaşmayla çıkılabilmiş. 1960-1999 arasının 82 silahlı çatışmasının ise yüzde 26’sından bir barış anlaşmasıyla sonuç alınabilmiş. Yani her müzakere de bir çözüm çerçevesi getirmeyebiliyor.

 

Çözüm sürecine dönülsün diyenler, müzakere öncesi koşulları hazırlamak yerine “bir an önce müzakereler başlasın” aceleciliği sergiliyor. Bu da akıllara “acaba Kürt sorununun Amerika’ya hizmet edecek şekilde çözülmesi mi amaçlanıyor?” kuşkusunu düşürüyor.

 

Bir husus daha var. O da önemli. Sık sık Oslo ve Oslo’da arabulucu olan bir ülkenin kapısı çalınıyor. Şunun bilinmesi lâzım. İktidar ve devlette bu odaklara karşı derin bir güvensizlik var. Çünkü müzakere kayıtlarının bu odaklarca FETÖ’ye sızdırıldığı düşünülüyor. 

 

- Advertisment -