Cumhurbaşkanı Erdoğan tek başına dile getirmeye başladığında doğrusu başkanlık sistemine sadece muhalefet partileri değil, AK Parti içinde de önemli bir kesim soğuk bakıyordu. Ancak AK Parti'deki tereddütler zaman içinde aşılırken muhalefet cephesinde tam tersi oldu, başkanlığa direnç arttı. Başkanlığa geçit vermemek için muhalefet cephesi HDP ile tahkim edildi. AK Parti ise Erdoğan etrafında kenetlenerek başkanlık sistemi için siyasi bir irade ortaya koydu. AK Parti, önceki gün açıklanan seçim beyannamesi ve 100 maddelik "Yeni Türkiye sözleşmesi"nde başkanlığa yer vererek, 7 Haziran seçimlerine bu hedefle gireceğini ilan etti.
Tarafların bundan sonraki yol haritası seçim sonuçlarına bakılarak belirlenecek. Meclis aritmetiği iktidar partisinin anayasayı tek başına değiştirmesine izin verirse süreç çok hızlı ilerleyecek. AK Parti, bu idari değişikliği gerçekleştirmek için elbette geniş bir uzlaşma arayışı içinde olacak. Fakat ikna turları sonuç vermezse B planına geçilecek; iktidar, yeni anayasayı ve başkanlık sistemini tek başına referanduma götürmek için harekete geçecek.
Başkanlığa geçişi engellemek amacıyla umut bağlanan HDP'nin seçim barajı engelini aşması ise mümkün görünmüyor. 7 Haziran seçimlerine katılım yüzde 85'i bulursa HDP'nin barajı aşması için artı 1 milyon oy daha alması gerekir ki, bunu başarması mucize olarak değerlendiriliyor.
Muhalefet için rasyonel olan başkanlığa toptan karşı çıkma yerine iktidar partisiyle bu sistemin içeriğini müzakere etmek olmalıydı. Buna açık kapı bırakacaklarına, yeni anayasayı ve başkanlık sistemini tümden iktidar partisinin inisiyatifine terk ettiler. AK Parti'nin bu fırsatı geri çevireceğini düşünüyorlarsa bence çok yanılıyorlar; zira AK Parti, yeni anayasayı tek başına yapacak yeter çoğunluğu yakaladığında muhalefetin ne dediğine kulak asmadan harekete geçecektir.
Bu arada olan Kürt siyasetine oldu; çözüm süreci başladığında demokratik cephede duran HDP, 7 Haziran seçimleri öncesi rayından çıktı, statükocu blokun tarafına geçti. Erdoğan düşmanlığıyla perdelenen bu geçişi Selahattin Demirtaş'ın, ABD ziyaretine dayandırabiliriz. Amerika ziyaretinin ardından Kürt siyaseti için yeni bir rota belirlendi. (17 Aralık darbesi öncesi Kemal Kılıçdaroğlu'nun da kritik bir ABD ziyareti yaptığını hatırlatalım.) 6-7 Ekim olayları patladı. Demirtaş'ın çağrısıyla 50 sivil vatandaş katledilerek çözüm süreci türbülansa sokuldu.
Gezi ve 17 Aralık darbesi sırasında zayıf da olsa demokrasinin yanında duran Kürt siyasetinin pozisyonunu, IŞİD'i Kobani üzerine sürerek değiştirdiler. Kürt siyasetinin demokratik duruşu, birdenbire değişerek Türkiye düşmanlığı çizgisine kaydı. Kandil'in onayı üzerine HDP'yi 7 Haziran seçimlerinde statükonun koç başına haline getirdiler. HDP'nin 7 Haziran seçimlerindeki seçim beyannamesi Demirtaş'ın iki dakikalık ve üç kelimelik grup toplantısından ibarettir; "Erdoğan'ı başkan yapmayacağız!"
HDP, işte bu üç kelimeden ibaret bir partiye dönüştürüldü; partinin misyonu Erdoğan'ı ve AK Parti'yi durdurmaya indirgendi. PKK ve HDP'nin bu noktaya gelmesinde şaşıracak bir yan göremiyorum ben; bugüne kadar Türkiye'nin demokrasisini baltalamaktan başka hiçbir işlev görmedi bu örgüt ve parti. Bundan sonra da başka bir işlev göreceğinden son derece şüpheliyim.