Kübler-Ross modeline göre, başına kötü bir şey gelmiş insanlar beş evre geçirir. Kişi ilk önce başına gelen durumu kabullenemez, inkâr eder. Ardından duruma öfke duyar. Daha sonra durumdan yırtmanın yollarını aradığı bir pazarlık dönemi başlar ve en kötüsü depresyona girer. Evreler içerisinde elbette en tehlikelisi budur. Kişi yaşamdan zevk almaz, kendini dış dünyaya kapatır ve umutsuzlaşır. Kişinin bu evreyi atlatması kolay değildir ve büyük çaba ister. Depresyon evresi başarıyla atlatıldığında ulaşılan noktaysa kabullenmedir. Kişi, artık sırf hoşuna gitmediği için kabullenmek istemediği gerçeklikle yüzleşmiştir.
Bana kalırsa, AKP karşıtı laik cemaatin en büyük sorunu, tam bir AKP hazımsızlığıdır. Yıllar geçmesine rağmen, büyük bir kesim şaşırtıcı bir şekilde hâlâ AKP’nin varlığını kabullenebilmiş değil. Yani büyük bir öfkeyle AKP’yi eleştirirken, aslında kabullenmekte zorlandıkları “korkunç” bir durum karşısında bocalıyorlar. Bireysel bazda bakıldığında, yukarıdaki evrelerin ilk dördünü farklı şekillerde de olsa tecrübe ediyorlar. İçlerinde inkâr eden de var, depresyona giren de. Fakat hiçbirinde “kabullenme” evresine gelebilen, gerçeklikle yüzleşme cesaretini gösterebilen yok. Onlar için AKP hâlâ olmaması gereken, olduğuna inanılmayan, talihsiz, kötü bir fenomenden başka bir şey değil. 13 yıldır hiçbir seçimi kaybetmeyen, bir ara ülkedeki iki seçmenden birinin oy verdiği bu partinin varlığını tanıyan, ülkedeki temsil yeteneğinin farkında olan muhalifler gerekiyor bu ülkeye.
Bir korku filmi var, adı Babadook. Anne, doğuma giderken eşini trafik kazasında yitiriyor. Belki eşinin kaybına duyduğu yası, doğan oğluna duyduğu sevgiyle atlatır diye düşünebiliriz, ama hiç de öyle olmuyor. Anne eşinin ölmesinin suçunu oğluna yüklüyor. Bu anlamda film hem kaybedilen kocaya tutulamayan yasın, hem de “wife/karı” olmaktan birden “anne” olmaya düşen kadının çocuğuna duyduğu nefretin filmi. Temelde ölümün kabullenilemeyişinin, onunla yüzleşememenin filmi de diyebiliriz Babadook için. Bunun bedenleşmesi olarak ortaya çıkan yaratık (Babadook), anne bu durumla halleşsin diye ortaya çıkan bir çeşit bilinçaltı depresyonu. Ne zaman ki anne ölümün sıradanlığının ya da insanın faniliğinin farkına varıyor ve kocasının ölümünün oğluyla ilgisi olmayan bir “dünya hali” olduğunu anlıyor; o zaman Babadook karakteri de görevini yerine getirerek ortadan kayboluyor. Filmin çarpıcı (ve muhteşem) tarafı ise yaratığın tam olarak yok olmaması: finalde anlıyoruz ki, anne-kız, bodruma kapattıkları yaratığı aslında evcilleştirmişler ve onu besleyerek hayatlarına devam ediyorlar.
Bu noktada Babadook yerine AKP’yi koyabilirsiniz. Durduk yerde orada burada görülen, gece yattığınızda sürünerek yatağınıza gelen, sizi ürkütmek için sessizce korkunç sesler çıkaran bir tür ‘”şey.” Onunla karşı karşıya gelemiyor, onun yüzüne bakamıyor, o ne zaman ortaya çıksa korkarak oradan uzaklaşıyor ve saklanma gereği duyuyorsunuz. Halbuki her bir depresyon sağlığa kavuşmak için zihnimizin bizi sahaya sürdüğü bir çeşit oyundan başka bir şey değil. Depresyona giriyoruz çünkü bünyemiz sağlığa kavuşmak için kırmızı alarm veriyor. Oysa bütün mesele, altı üstü bize kötü gelen bir haberin gerçekliğini kabul etmek. Yani depresyondan çıkan ve sağlığına kavuşan biri aslında eksiden sıfıra çıkıyor. Daha da çarpıcı hale getirelim: kaçtığı şeyle ilk kez karşı karşıya geliyor. Dolayısıyla AKP birçoğu için bir hastalanma hali. AKP’ye yöneltilen de eleştiriden ziyade salt bir öfke. AKP karşıtı güruhun yorumlarında bu yüzden bir gram bile analize rastlanmıyor çünkü karşılarında varlığı kabullenilmeyen, tiksinti duyulan, gerçekliğinin mümkün olamayacağı bir Babadook var. O bir muhatap bile değil. İnsan muhatap almadığı birini eleştirebilir mi? Bu ülkede AKP’ye muhalif olduklarını sananların çoğu hayalet görünce besmele çekenlerden farksızlar. Onlarınki sadece mırıldanma, dua etme; kötü ruhtan kurtulmak için bir yöntem deniyorlar.
Böyle bakıldığında, AKP’nin laik cenaha zararı varmış gibi görünse de yararı var. Çünkü bu partiye bu kesim tarafından sadece nefret duyuluyor. Sadece nefret edildiğiniz bir kesim tarafından eleştirilseniz ne olur, ne işe yarar? Bir “öcü” olarak görülen AKP’ye sürekli “sen öcüsün, git buradan” denmesi onun değişmesine katkıda bulunur mu? O halde bütün mesele, AKP’nin bizatihi varlığının kabul edilmesi olmalıdır. Türkiye’ye bu kadar çok yön vermiş ve muhafazakâr kesimi (ve hibrid birçok kimliği) kendi bünyesinde toplamayı başarmış, bu kadar net temsil yeteneği olan bir partinin inanılmaz şekilde bu kadar yok sayılması, bir trajedi bana kalırsa. AKP’yi kabullenmek, yani uyanınca birden yokmuş gibi davranmamak, üzerine basılması gerekilen bir böcek olmadığını bilmekle alâkalı bir şey.
O halde başka bir korku filmiyle bitirelim. Altıncı His filminde Cole isimli küçük erkek karakter sürekli etrafında ölü insanlar görmektedir. Haliyle onlardan korkmakta, kaçmakta, saklanmaktadır. Böyle bir durumda bulunduğu için de, içe kapanık, sessiz, anlaşılmayan, ucube olarak görülen bir çocuk haline gelmiştir (bir nevi, bu durumu halledemediği için hastalanmıştır). Ölüler onun için sadece korkulması, kaçılması gereken korkunç varlıklardır sonuçta. Yani birer “kişi,” birer muhatap değillerdir. Oysa Cole birden bire onların var olduklarını kabul eder ve tüm korkularına karşın onlarla yüzleşir ve onları dinler. Ölülerle diyalog kurduğunda ölülerin de dertleri olduğu, bu yüzden de aslında yardıma ihtiyaçları oldukları anlaşılır. Cole bunca zaman onlardan korkup kaçtığı için bunun farkına varamamıştır.
Kim bilir, AKP’nin de yardıma ihtiyacı vardır belki. Belki de depresyondan çıkmanın ve AKP’nin varlığını kabul etmenin zamanı gelmiştir.