Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Tahran’a yaptığı bir günlük ziyaretle ilgili olarak Batı ülkeleri ajanslarının geçtiği haberlerde ağırlıklı olarak Türkiye ile İran’ın Yemen’deki savaşın durdurulması ve soruna siyasi bir çözüm bulunması konusunda fikir birliğine vardığı ön plana çıkarılıyor.
AFP, AP ve Reuters’i kaynak gösteren gazetelerde yayınlanan haberlerde öncelikle iki ülkenin Orta Doğu’daki çatışmalarla ilgili olarak genelde karşıt pozisyonları bulunduğu, Erdoğan’ın Tahran ziyareti öncesinde yaptığı bir açıklamada İran’ı bölgeyi domine etmekle suçlamış olduğu hatırlatılıyor. Bu suçlamaya İran cephesinden sert açıklamalar geldiği, milletvekilleri arasında ziyaretin iptalini talep edenlerin de bulunduğu anımsatıldıktan sonra Yemen sorununun siyasi alandaki ilk uzlaşı noktası olarak ortaya çıktığı vurgulanıyor.
Bazı gazeteler Orta Doğu’daki Şii-Sünni çatışmasıyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “beni ne Şia ne Sünni ilgilendirir. Beni burada Müslümanlar ilgilendiriyor; ben sorunlara insan odaklı olarak bakmak durumundayım” sözlerine yer veriyor. Bu sözler İran’ın kendi insanlarına savaş açan ve Erdoğan’ın deyimiyle “300 milyon Müslümanın” ölümüne yol açan Suriye rejimine verdiği desteğe de yönelik bir eleştiri içeriyor kuşkusuz ama ilk aşamada ancak Tahran’ın askeri varlığının olduğunu kesinlikle yalanladığı Yemen’de uygulanma alanı bulabiliyor.
Gazeteler, İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin ortak basın toplantısında, gündemde Irak, Suriye ve Filistin sorunlarının yanı sıra Yemen’deki çatışmaların da yer aldığını belirttiğini ve iki ülkenin Yemen’de dökülen kanın durdurulması ve ülkede barış ve güvenliğin sağlanmasının ardından tüm Yemenlilerin katılacağı bir hükümetin kurulması hususunda görüş birliğine vardığını açıkladığını vurguluyor.
Gazeteler ayrıca Ruhani’nin Türkiye ve İran’ın bölge ülkelerinin kardeşlik ve dostluk ilişkileri çerçevesinde bölgedeki istikrarsızlığın ve çatışmaların denetilmesi ve terörizm ve ektremizme karşı birlikte mücadele edilmesi gerektiğine inandıklarının da altını çizdiğine işaret ediyor.
Batı medyasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tahran ziyaretiyle ilgili en kapsamlı haber analizlerden birini yayımlayan El País gazetesine göre, Türkiye ve İran’ın siyasi pozisyon farklılıklarına karşın ortak bir noktada buluşmaları ortak ekonomik çıkarlardan kaynaklanıyor.
Ali Falahi ve Andrés Mourenza’nın ortak imzasıyla yayımlanan haber analiz de zaten “ Ortak ekonomik çıkarlar Türkiye ve İran arasındaki çekişmeyi yumuşatıyor” başlığını taşıyor.
Haber analizde, Suriye ve Irak sorunlarının çözümüne ilişkin farklı yaklaşımlarına karşın iki ülke arasındaki ticaret hacminin, İran’a uygulanan ambargolara karşın geçen yıl itibariyle 14 milyar dolar düzeyinde gerçekleştiği, ziyaret sırasında 8 ticaret anlaşması imzalayan Ankara ve Tahran’ın hedefinin 30 milyar dolara varmak olduğu vurgulanıyor. Haber analizde, Daily Sabah’ın başyazısına atıfla, İran’a uygulanan ekonomik ambargoların Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarına da zarar verdiği ve Ankara’nın bu nedenle Tahran’ın nükleer programıyla ilgili bir anlaşmaya varılmasını öteden beri desteklediği hatırlatılıyor.
Uluslararası ticaretle bütünleşmiş bir İran’ın Türkiye için en büyük getirisinin Güney Avrupa petrol boru hattının işlerliğe kavuşması olduğunun altı ayrıca çiziliyor. Peki, bu tablo Türkiye ile İran arasında jeopolitik görüş ayrılıklarına karşın ekonomik bir antant olduğunu mu gösteriyor?
Fransız Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (IFRI) Türkiye uzmanı Dorothée Schimidt, Türkiye ile İran arasında bir ittifaktan da, gerçek bir rekabetten de söz edilemeyeceğini söylüyor. İki ülke arasında en son Yemen konusunda ortaya çıkan siyasi gerilim göz önüne alınırsa –ki Tahran’ın Suriye rejimine verdiği destek de bir başka uyuşmazlık noktası oluşturduğuna göre- bir ittifakın kesinlikle söz konusu olmadığını belirten Schmidt, buna karşılık iki ülkenin ortak ekonomik çıkarları bulunduğuna işaret ediyor. Daha da önemlisi bu ortak çıkarların bugüne kadar tüm siyasi uyuşmazlıkların üstesinden geldiğini vurguluyor.
Dorothée Schmidt’in iki ülke ilişkileri hakkındaki bu tespiti doğru kuşkusuz. Yanlış olan, İran’ı baş düşman ilan eden Netanyahu hükümetinin, 2010’da Brezilya ile birlikte İran’la Takas anlaşması yapılmasına ön ayak olan Türkiye’nin ekseninin kaydığını öne sürmesiydi. Ve bu son derece anlamsız iddianın Batı medyası ve Türkiye’deki muhalif basın tarafından kullanılmasıydı…
Türkiye-İran ilişkileri mükemmel olarak tanımlanmayabilir belki ama dönemsel iniş çıkışlara karşın sorunlarla baş edebilecek kadar güçlü tarihi temellere dayanıyor. O bakımdan bu ilişkilerin kesinlikle Batı dünyasının Tahran’a zaman içinde değişen yaklaşımı çerçevesinde değerlendirilmemesi gerekiyor.