Ana SayfaYazarlarBatman'dan Wall Street'e: Bir Türkiye hikâyesi

Batman’dan Wall Street’e: Bir Türkiye hikâyesi

Batman'ın bir köyünde doğduğunda muhtemelen hayat öyküsünün böyle ilerleyeceğini kimse tahmin edemezdi.

 

4 yaşında annesini kaybetti. Okuma yazma bilmeyen, tarım işçisi babası onu okuttu.

 

6 yaşında okula başladığında sadece okuma yazma değil, Türkçe'yi de öğrenecekti.

 

Öğrenim hayatı aldığı burslarla ilerledi. İngiltere'de yüksek lisans bursu aldığında kendi ifadesi ile "oraya gidecek uçak ücretini ödeyecek parası yoktu."

 

Fakat tüm bu engeller onu durduramadı, aksine azimle ilerledi.

 

30'larının ortasında hem Londra, hem New York'ta iş deneyimi olan başarılı bir finans uzmanıydı. 40 yaşında ise Türkiye'nin maliyesi ona emanetti.

 

Türkiye ekonomisinin başarı hikâyesinin mimarı ekibin bir parçası oldu.

 

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun katıldığı Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantılarında ona eşlik eden heyette olan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile dünya ekonomisinin merkezlerinden olan Wall Street'te, "Şimdi ve Burada" programı için bir röportaj gerçekleştirdik.

 

Bir Kürt çocuğunun ilham verici hikâyesini konuştuk. Türkiye ve dünya ekonomisinin durumunu ve beklentileri sorduk.

 

Size güç veren neydi?

 

Mehmet Şimşek: Her şeyin başında insan inanacak. Yani hedefler koyacak inançlı olacak ve başarmak için de çalışacak. Yani eğer hani düşünebiliyor musunuz? Yani bir valizle resmen ben New York’a gelmişim ve ondan sonra da bu süreçlerden geçmişim. Tamamen bu biraz cesaret ve inanç meselesi.

Disiplin meselesi. Ve çalışma meselesi. Düşünebiliyor musunuz Türkiye’de bir dağ köyünde geçimlik tarım yapan bir aileden geliyorum annem babam okuma yazma bilmiyorlar tek kelime Türkçe bilmiyorlar. Böyle bir aileden geliyorsunuz ve bugün Türkiye gibi dünyanın önde gelen ekonomilerinden birinde maliye bakanısınız. Ben bunun aslında Türkiye’deki fırsat eşitliğine bağlıyorum. Yani hani olmaz demek lazım. Başarmak için sadece doğruları yapmak lazım. Çalışmak ve çabalamak lazım ve inanmak gerekiyor. Ben ve benim çoban olma ihtimalimle buralarda gelip çalışıp veya Türkiye’de maliye bakanı olmamın arasında herhalde milyon fark vardı. Çoban olmam o şartların sonucu olurdu, o ihtimal yüksek olurdu.

Ama onun yerine bugün eğer dediğim gibi çalışarak ve belli noktalara gelebiliyorsanız aslında hem Türkiye’deki fırsat eşitliğini gösteriyor ve hem de tabii ki çalışmanın azmin de sonuç verdiğini gösteriyor.

 

Batman’da biraz önce tarif ettiğiniz şartlarda çıkan bir Kürt çocuğun başarı hikâyesini anlattınız ve bunu fırsat eşitliğine yordunuz ve fırsat eşitliğinin Türkiye’de son on yılda artarak geliştiğini söylemek mümkün mü?

 

Mehmet Şimşek: Fırsat eşitliğinin temelinde eğitim var. Yani başarıyı da başarıda da belirleyici olan eğitim imkânıdır. Türkiye’de AK Parti hükümetleri döneminde eğitim bütçeden en yüksek pay alan olmuştur. Eskiden en çok parayı biz milli savunmaya harcıyorduk. Eğitim o sıralamalarda çok aşağıdaydı. AK Parti hükümetleri döneminde eğitime harcanan para bütçede ilk sıraya yükseldi. Bakın bu sene için konuşayım yaklaşık 90 milyar yani eski para ile 90 katrilyonu biz eğitime harcayacağız. Bu Türkiye’de topladığımız bütün vergi gelirlerinin yüzde 23’üne denk geliyor. Bu, çok önemli bir konu. Çünkü siz insanlara eğitim fırsatı verirseniz, o insanlar sadece Batman’da değil, sadece Bayburt’ta değil, sadece

Kırklareli’de değil dünyanın herhangi bir merkezinde çalışabilirler,

üretebilirler başarılı olabilirler. Ülkelerine ailelerine kendi

toplumlarına katkıda bulunabilirler. Dolayısıyla bizim dönemde yani

benim çocukluğumda bizim köyden birilerinin çıkıp okuması çok istisnai

bir durumdu yani tek tük bir veya iki kişi üç kişi üniversiteye gitme

fırsatı bulabiliyordu. Çünkü imkân yok fırsat yok ama bugün isteyen

herkese hükümetlerimiz döneminde burs kredi bedava kitap bedava

üniversite harç yok çok ciddi imkânlar sunuyoruz. Yeter ki insanlar

inansınlar çabalasınlar inansınlar okumak istesinler. Bu Türkiye’nin

önünü açıyor bakın. 18 milyon öğrenci bu hafta eğitime başladı. 18

milyon öğrenci demek Avrupa’nın nüfus açısından en büyük ülkelerinden

biri demek. Yani biz henüz fırsatı kaçırmadık. 18 milyon öğrenci

ortalama 14-15 yıl eğitim alacaklar halbuki AK Parti hükümetlerinden

önce 25 üstü nüfusun ortalama okulda geçirdiği süre 5.5 yıldı.

 

Fırsat

eşitliğinin bir de başka bir boyutu var Kürt meselesi. Siz Kürt bir

bakansınız bu, mesela son dönemde yaşanan çatışmalar ve aynı zamanda

barış sürecini düşünerek neler söyleyebilirsiniz?

 

Mehmet Şimşek: Tabii

uzun yıllar Türkiye’de bir red-inkâr siyaseti vardı. AK Parti ile biz

bu red ve inkâr siyasetine son verdik. Biz Türkiye’nin bütün etnik

farklılıklarını inanç farklılıklarını bir tehdit olarak değil bir

zenginlik olarak görüyoruz. Yani bir insanın Türk olması Kürt olması

Arap olması veya Sünni olması veya Alevi olması veya başka bir inanç

grubuna mensup olması onu farklılaştırmaması lazım. Tam aksine Türkiye

bütün bunları AK Parti  hükümetleri döneminde bir zenginlik olarak

görmeye başladı. Bu çok önemli bir konu. Şimdi Kürt meselesini aslında

biz çözmek için samimi bir şekilde gereken birçok reformu yaptık adımı

attık. Ret ve inkâr siyasetine son verdik. Bütün o sınırlamaları o

kısıtlamaları kaldırdık. Yani bir birey olarak, bir Kürd'ün kendi etnik

kültürel siyasi anlamda her türlü hak ve hukukunun temellerini

sağlamlaştırdık, Kürt meselesini kardeşlik hukuku içerisinde temel hak

ve özgürlüklerini arttırarak demokrasi standartlarını iyileştirerek

çözme çabasına girdik. Şimdi eğer terör örgütünün problemi Kütlerin

hakkı hukuku olsaydı o zaman bu silahların bırakılması lazımdı.

 

Çünkü

hak hukuk ve özgürlükler anlamında demokrasinin standartlar anlamında

Türkiye’de çok ciddi gelişmeler oldu. Bölgeye inanılmaz yatırımlar

yaptık. Yani sadece özgürlükleri büyütmedik arttırmadık ekmeği de

büyüttük yani hem ekmeği işi aşı hem özgürlükleri arttırdık. Şimdi ne

beklersiniz o sürecin takdir edilmesini ve buna uygun davranmasını

beklersiniz. Tam aksine bu süreci istismar ettiler ve bu süreci tıkamak

için bozmak için her tülü yola başvurdular.

 

Doğu ve Güneydoğu’da bu

süreçten nemalanıp neredeyse bir paralel devlet yapılanmasına gittiler.

Şimdi dünyanın hangi demokrasisinde hangi medeni ülkesinde Amerika’da

İngiltere’de Avrupa’da nerede, böyle bir yapıya izin verilir. Yani eli

silahlı eşkıyaya hangi ülke izin veriyor? Hangi ülke?  Geçmişteki

travmaları ben anlıyorum. Türkiye’nin red ve inkâr siyasetini güttüğü

dönemlerde hakikaten yanlış şeyler yapılmış. Ama AK Parti geldi, bunları

elinin tersiyle itti, bunları düzeltti hatta geçmişte yaşanan

travmaları bir rehabilitasyona tabi tuttu. Mesela terörün, 90'lı

yılların, bazı mağduriyetlerini tazmin yoluna gittik. O dönemde bir

şekilde maddi kayıplara uğramış olanların maddi kayıplarını telafi

ettik. Tazminatlar ödedik…

 

Türkiye’nin aslında bütün bu

zenginliklerinin takdir edilmesi lazım. Türkiye’nin geldiği noktanın da

takdir edilmesi lazım. Düşünebiliyor musunuz bir nesil önce, yani ben

çok yaşlı sayılmam, mesela ablalarımın hiçbir tanesi okula gidememiş,

çünkü o dönemde köyden birilerini köyün dışına okula göndermek imkânsız.

Ama bugün ablalarımın, abilerimin çocukları yani yeğenlerimin hemen

hemen tamamı üniversite okuyor, iyi eğitim görüyor. Türkiye'de hızlı bir

değişim var. Türkiye hızla gelişiyor, ümitsiz olmamak lazım. Çünkü eğer

Türkiye insan stokunu yani beşeri sermayesini iyi geliştirirse, beşeri

sermayenin kalitesi yani insanların iyi eğitimli olması, meslek sahibi

olması sağlanırsa Türkiye’nin önü açıktır. Türkiye'nin rekabet gücü

yüksek olur. Bakın AK Partinin farkı burada anlaşılacak. Biz zorunlu

eğitimi 12 yıla çıkardık. Eğitimin önündeki bütün engelleri maddi manevi

kaldırdık. Yani sadece maddi engelleri kaldırmadık, manevi engelleri de

kaldırdık. Mesela, başörtüsü önemli bir sorundu. Şimdi AK Parti

eğitimin önünü açarak, bütçeden en fazla parayı eğitime kaydırarak,

aslında Türkiye'nin önümüzdeki 40-50 yıllık geleceğini şekillendiriyor,

temellerini sağlamlaştırıyor ve geleceğe ilişkin iyi olmak için birçok

sebep veriyor.

 

Sözcü gazetesi bir manşeti ile sizin de aralarında bulunduğunuz birçok AK Partili bakanı gazeteciyi hedef aldı. Kürt kimliğiniz nedeni ile size bu şekilde saldırdı. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?

 

Mehmet Şimşek: Aslında

söylenecek çok fazla bir şey yok. Yani insanların etnik kökenine

bakarak insanların ne bileyim inançlarına bakarak geldiği yere bakarak

rengine yani teninin rengine bakılarak konuştuğu dile bakılarak birtakım

sıfatlarla yaftalanması kadar bir alçaklık olamaz. Çünkü bunlar

cahiliye dönemi alışkanlıkları. Açık ve net olarak konuşayım. Biz her

şeyden önce insanız.  Ve bütün farklılıklar bizi aslında üstün kılmıyor.

Bizi üstün kılan tek şey bizim insanlığımızdır. Bizim insanlara faydalı

hizmetler yapmamızdır. Yani hani üstünlük takvadadır deniliyor ya öyle

yani gerçekten öyle.  Önemli olan geriye hoş bir seda bırakıp

bırakmadığınız.  Ben bu güzel ülkeme milletime toplumuma köyüme ilime

memleketime Türkiye'nin herhangi bir karışında yapılan bir yatırımda bir

hizmette katkım varsa ben en mutlu insanım.  Onun için ben o türden

yaftalamaları o türden kategorize edilmeleri pek kaale almadım bugüne

kadar.  Ama tabii ki Cumhurbaşkanı’nın kastı şuydu.  Herkesin teröre

karşı tavır koyması lazım. Herkesin Türkiye’nin menfaatleri söz konusu

olduğunda Türkiye’nin geleceği söz konusu olduğunda bir ve beraber

olması. Türkiye’nin menfaatlerinin gözetilmesi noktasında kastettiği

millilik oydu.  E şimdi teröre karşı bir duruş sergilememek bu ülkeye

yapılacak en büyük haksızlıktır. Çünkü bu ülke ne bu terörü hak ediyor

ne de başka türlü bir değerlendirmeyi hak ediyor. AK Partinin bence en

önemli farkı da bu konularda risk alması ciddi siyasi sermaye yatırması

ve bu sorunların çözümüne çok büyük katkıların olması. Şimdi

Cumhurbaşkanımıza etmedikleri laflar kalmıyor. Halbuki büyük siyasi risk

alıp Kürt meselesinin bakın çözümü noktasında temel hak ve

özgürlüklerinin arttırılması demokratik standartlarının iyileştirilmesi

noktasında en büyük en güçlü iradeyi gösteren sayın

Cumhurbaşkanımızdır. 

 

Kendisine de büyük haksızlık yapılıyor. Bugün

gelinen noktada terör örgütü ve yandaşları samimi olsalardı bugün böyle

bir sorun olmayacaktı. Niye? Çünkü Türkiye sorunlarını diyalogla

kardeşlik hukuku içerisinde çözme iradesini ortaya koymuştur. 

Çevremizde bunu yapabilen var mı? Yani kardeşlik hukuku içerisinde hak

ve özgürlükler noktasında temelinde sorun çözme çabasında olan var mı?

Irak’ta var mı? Suriye’de var mı? Şuralardan ders alalım. Şu güzelim

ülkemizin şu güzelim Türkiyemizin kadrini kıymetini bilelim. O nedenle

bunu en çok ben hissediyorum. Çünkü birinci elden görüyorum.  Nereden

nereye geldiğimiz ortada. Sorunlarımız hâlâ olabilir. Ama bu sorunları

hep birlikte kardeşlik  hukuku içerisinde çözebiliriz.

 

Siz

bir yandan Türkiye’ye, Türkiye’nin küresel ekonomideki entegrasyonunda

çok önemli rol oynayan ekibin bir parçasısınız. O dönemde, TR’nin son 10

yıllık ekonomik başarısının mimarlarından bir tanesisiniz. Bir yandan

da bu küresel sistemle, küresel ekonomiyle de zaman zaman fikir

ayrılıklarınız oldu süreç içinde değil mi? Bunları biraz anlatabilmeniz

mümkün mü bize?

 

Mehmet Şimşek: Tabii

TR bir ada değil. Ve dolayısıyla biz Türkiye’deki ekonomi, politika

çerçevesini oluştururken bir ada gibi yaklaşamayız. Yani biz küresel

finansal sisteme ciddi bir şekilde entegre olmuş, dünyanın 17. büyük

ekonomisiyiz. Ama TR dünya ekonomisi içinde nispeten küçük bir ekonomi.

Nispeten söylüyorum, göreceli olarak. Dünya ekonomik gelirinden AK Parti

hükümetleri öncesi %0,6-0,7 bir payımız vardı. Şimdi %1,1’lik bir

payımız var. Ama %1 pay küresel ekonomide küçük sayılır. Küçük bir

oyuncu sayılırsınız. Türkiye aynı zamanda nispeten küçük bir ekonomi

değil, aynı zamanda Türkiye açık bir ekonomi.  Küresel sisteme entegre

olmuş bir ekonomi ve aynı zamanda açık veren bir ekonomi. Bu nedenle

dönem dönem Türkiye’de bazı tartışmalar yaşanıyor. Fakat tartışmalarda

bahsettiğim bir iki hususun altını çizdim. Bunları dikkate almamız

lazım. Yani Türkiye’nin küresel sisteme, küresel ekonomiye, finans

sistemine ciddi bir şekilde entegre olduğu açık. Kaynak ihtiyacımız da

açık.

 

O zaman da küresel finans sisteminin kurallarını da gözetmemiz

gerekiyor. Ve her ne kadar biz bağımsız bir devletsek de politika

çerçevesini oluştururken bu hususların dikkate alınması gerekiyor. Bugün

AB’de bağımsız ülkeler var. Ama birçok alanda hükümranlık Brüksel’de

toplanmış durumda. Türkiye tabii küresel finans sistemiyle olan

ilişkilerinde bu boyutlarda değil. Ama yine de bizim rasyonel, pragmatik

bir politika çerçevesinde devam ettirmemiz gerekiyor. Dolayısıyla

çatışmadan çok zaman zaman bazı konularda fikir ayrılıkları var. Bu

hususları dikkate aldığımızda sorun yok. Önemli olan TR’nin refahının

daha da yükseltilmesi.

 

Türkiye’nin kazanımlarının üzerine daha

büyüğünün, daha çoğunun inşa edilmesi. Aslında Türkiye son 13 yılda

önemli kazanımlar elde etti. Kime sorarsanız sorun, objektif bir gözle

bakıldığı zaman bu kurdaki yükselişe rağmen, kişi başına gelirin dolar

bazında 3’e katlandığı bir ülke. 3400 dolardan 9000 doların

hâlâ üzerindeyiz. Yani bu son şeye rağmen, kurdaki liradaki değer

kaybına rağmen. Satın alma gücü paritesiyle Türkiye bugün kişi başına

milli gelirini 8000 dolardan neredeyse 18000 doların 19000 doların

üzerine çıkarmış bir ülke.

 

Dolayısıyla bu dönemi biz iyi geçirdik.

Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir AB ortalamasının %30’u. Şimdi

%54’ü 55’i civarı. E bu az değil yani. Bu dönemde bir ara kapatma

anlamında büyük bir başarı var. E tabii ki daha sıkıntılı bir dönem

yaşanıyor şu anda. Yani gelişmekte olan ülkelere ilişkin kaygılar var.

Büyümeye ilişkin küresel büyüme ama daha çok gelişmekte olan ülkelerdeki

ekonomilere ilişkin endişeler var. Bunları tabii dikkate almamız lazım.

O nedenle de rasyonel politika zeminini gözetmemiz lazım.

 

Türkiye’ye dair nasıl bir algı var?

 

Mehmet Şimşek: Tabii

genel anlamda gelişmekte olan ülkelere ilişkin beklentilerde bir

kötüleşme var. Türkiye de o kategoride değerlendiriliyor. Dolayısıyla

birtakım tereddütler olduğu açık. Şimdi bizim işimiz bu tereddütleri

kalıcı bir şekilde gidermek. Aslında Türkiye birçok gelişmekte olan

ülkeye göre daha sağlam. Bugün Brezilya’nın bütçe açığının milli gelire

oranı %8. Yani borcunun milli gelire oranı %70’in üzerine çıkmış

durumda. Brezilya küçülüyor. Büyüme yok. Rusya’da büyüme yok. Oysa

Türkiye, bütün bu içerdeki ve bölgedeki jeopolitik gerilimlere, içerdeki

siyasi belirsizliğe rağmen büyüyen bir ülke. Mali disiplini korumuş bir

ülke.

 

Yani o anlamda Türkiye’nin temelleri sağlam. Türkiye açısından

temelde bir bozulma yok. Tabii siyasi belirsizlik endişelerin temel

kaynağı bunu görmemiz lazım. O nedenle bir an önce Türkiye’nin tekrar

güçlü bir hükümeti siyasi istikrarı yakalayıp o bizim geçen sene bu

senenin  başında sayın başbakanımızın açıkladığı çok kapsamlı bir

yapısal dönüşüm bir reform programını uygulamaya koymamız lazım. Çünkü

artık bu tür dönemlerde ülkelerin birbirilerinden farklılaşabilmesi

yatırımcı gözünde Türkiye’nin farklı bir kategoride

değerlendirilebilmesi  için tek yol var o da reformdur. Yani doğru

politikalar ve reformlardır.

 

Şimdi bizim çok kapsamlı bir reform

programımız var yani Türkiye’nin 2023 vizyonuna yönelik onu başarmaya

yönelik ciddi yapısal dönüşüm içeren ve Türkiye’yi çok daha yüksek

büyüme patikasına oturtacak bir reform programımız var. Yani kaynak

ihtiyacımız olduğuna göre o zaman bu küresel finans sisteminin bir

parçası olarak bir ada olarak değil bir parçası olarak düşünüp orda

rasyonel zemini korumamız lazım. Burada özellikle cari açık varken bir

bütçe açığına bizim tolere etmemiz lazım. Onu makul düzeyde tutmamız

lazım. Bankacılık sisteminin sağlamlığı Türkiye için en büyük

kazanımdır.  Bu konuda hani bugüne olan kadar kazanımları koruduğumuz

gibi ileriye yönelik de endişeleri giderecek bir çerçevede politika

oluşturmamız lazım. Aynı çerçevede cari açığı yönetilebilir kılmak için

tasarrufları yüksek  tutmak için bir makro ihtiyati politika çerçevemiz

var. Ama en önemli konu Türkiye'nin AK Parti hükümetleri dönemindeki 

bence en önemli unsur en önemli motoru siyasi istikrar olmuştur. Sayın

Cumhurbaşkanı’nın, Başbakanın reformcu yaklaşımı olmuştur.  Yani siyasi

istikrar demek reforma zemin demek. İstikrar varsa reform yaparsanız

beraberinde refah artışı geliyor…

- Advertisment -