1) Anayasa değişikliği ile başkana çok geniş yetkiler tanınıyor. Böylece her şeyin tek bir kişinin iki dudağı arasında olacağı tek adamlık sistemi gelecek.
Bu iddiayı seslendirenler başkana tanınan yetkilerin fazlalılığını problemleştiriyor. Başkanlık sistemi zaten sistemin tepesine getirilen kişiye süper yetkiler tanınması esasına dayanıyor. Ancak başkan ülkeyi tek başına değil ekibiyle yönetiyor. Görüş sahipleri, başkanlık sistemini yeterince anlamış görünmüyor.
(2) Gücü dengeleyecek mekanizmalara yeterince yer verilmiyor. Bu haliyle düzenleme, tek kişinin kadiri mutlak olduğu diktatöryal bir sistem yaratacak.
Denetleme mekanizmalarının yetersizliğine yani denetimsiz güce dikkat çekenler şu ince ayrımı gözlerden uzak tutuyor: Başkanın güçlendirilmiş yetkilerini dengeleyecek mekanizmalar, başkana çok kolay dokunmanın zeminine dönüştürülemez. Başkanın azledilmesi veya görevden alınması bir muhalefet partisinin parlamento içindeki oy oranına göre düzenlenemez. Böyle düzenlenirse ortaya kaos çıkar. O yüzden başkana dokunmanın tamamen ortadan kaldırılmadığını, ancak zorlaştırıldığını not etmemiz gerekir.
Kurumsallaşma, ama nasıl?
İkinci tarz-ı itirazı seslendirenlerin üzerinde durmayı ihmal ettikleri önemli bir diğer boyut ise şu: Dengeleyici mekanizmalar düşünülürken, iç ve dış güç odaklarının bu birimleri ele geçirebilme ihtimali hiç yokmuş gibi hareket edilemez.
Ordu, emniyet, yargı — kısaca devlet — içinde hâlâ uyuyan hücreler varken, bu haliyle yargının tarafsız ve bağımsız hareket edebileceğine nasıl inanacağız, nasıl güveneceğiz? Unutmayalım ki geçmişte PKK’ya karşı mücadele bile Amerikan silâh şirketlerinin ihtiyaçları ve önceliklerine göre kurgulandı. İnanmayan, FETÖ’nün hakim olduğu 2007-2015 tarihleri arasında Kuzey Irak’a düzenlenen hava operasyonlarındaki anormal sıklığa ve bu operasyonlarda harcanan mühimmatın nereden temin edildiğine baksın. Türkiye henüz ara koridordayken ve içindeki sızıntıları temizlememişken, kurumsallaşmayı idealist düzeyde nasıl ve neyle sağlayacak? O yüzden, kurumsallaşmayla sonuçlanacak bir süreç yönetimi zorunlu ve kaçınılmaz görünüyor.
Başkanı dengeleyen ve denetleyen mekanizmalar, ancak daha sivil, daha demokratik bir anayasa ve ademi merkeziyetçilik ilkesi ile mümkün olabilir. Düzenlemenin en eksik kalan kısımları bence bunlar. Bunun da Türkiye’nin özgün koşulları bittiğinde gündeme geleceğini düşünüyorum.
Atamalar ve Meclis
(3) Başkan tüm üst düzey bürokratları atayabilecek. Bu da her şeye tek adamın karar vereceği bir ülke yaratacak.
Parlamenter sistemde bu atamaları başbakan ile cumhurbaşkanı yapıyordu. İkili yürütme tek yürütmede birleştirildiği için atamaları artık başkan yapacak. Halkın iradesini arkasına alan başkanın bürokratları ataması meşruiyet krizi doğuramaz. Başkan atamalar konusunda Meclise hesap versin deniliyorsa, bunun yolu Meclisin başkanın atamalarına karışabilmesine imkan yaratmaktan geçmez. Atamaların ehliyeti konusunda meclise mülakat benzeri bir sorgulama imkanı tanınamaz mıydı deniliyorsa, bu düzenleme düşünülebilir.
Talepsiz özgürlük eleştirisi
(4) Anayasa değişikliği daha özgürlükçü, daha çoğulcu, daha demokratik bir Türkiye getirmiyor.
Bu tutum kendi içinde çok ciddi bir paradoks taşıyor. Çünkü alternatif sunamaması, aynı zamanda problemin kaynağı olan sistemi değer olarak gördüğünü gösteriyor. Bu haliyle, değişikliğe giden iradeden daha problemli. Değişikliğe giden irade mevcut statükonun karşısına farklı bir seçenek koyarken, değişikliğe karşı çıkan irade statükonun karşısına alternatif koyamadan, sadece eleştiri getirerek kendini daha özgürlükçü bir konuma yerleştirebiliyor. Bu tez bu haliyle değer yaratmayı ötekileştiriyor, statükoyu da ehven-i şer haline getiriyor.
Hakikat hiyerarşisi yaratmak
(5) Anayasa değişikliği o kadar savunulması imkansız düzenlemeler getiriyor ki, düzenlemeye taraf olanlar düzenlemeyi savununca çok komik duruma düşüyorlar. O yüzden düzenlemeyi ne şekilde savunacaklarına da biz yardımcı olalım.
Bu itiraz, ahlaki açıdan son derece problemli. Çünkü yeni sistemi savunanların IQ düzeyleriyle dalga geçiyor. Düzenlemelerin savunulamayacağını, savunulması halinde bunun değişikliği savunanların aptallıklarının tescili anlamına geleceğini söylüyor. Böylece ahlaki ve düşünsel bir hiyerarşi oluşturarak psikolojik üstünlük kurmaya çalışıyor. Kendilerinin hakikatin sırlarını dağıtan Apollon Tapınağı olduğunu, değişikliğe destek çıkanlara düşenin de tapınağa gelerek doğruluk ışığında aydınlanmak olduğunu imliyor. Ama bu mantığa yaslananlar, aynı zamanda dönüşmeyi ve dönüştürmeyi esas alan işletimsel diyalog önerisinde bulunmakta da bir sakınca görmüyor.