Son yıllarda şehirleşme noktasında ciddi sorunlarımızın olduğunu, eksiklerimizin, hatalarımızın olduğunu daha önce defaatle birçok toplantıda ifade ettim. Estetikten, incelikten ve köklü medeniyet değerlerimizden yoksun tekdüze bir mimari anlayışının giderek yaygınlık kazandığını görmekten üzüntü duyuyorum”
Uluslararası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi”nde yaptığı konuşmada böyle dile getirdi hissiyatını Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan. Bu serzenişlerini yıllardır dile getirmesine rağmen kimsenin takmadığını, işin kontrolden çıktığını söylemek mümkün.
“Maalesef maddi kaygılar birçok hassasiyetin önüne geçiyor. İnsan şehir, tabiat, geçmiş ile gelecek arasındaki denge yeterince gözetilmiyor. Bizim de evlerimiz genişlese de gönüllerimiz, binalarımız yükselse de ufkumuz daralıyor. Şehirlerimiz giderek milyonlarca insanın hep birlikte yalnız olduğu yerlere dönüşüyor.” Peki bu noktaya nasıl geldik, basın reklam ve algı yönetimleri marifetiyle zihinler nasıl dönüşüyor.
Güzel bir Anadolu şehri olan Maraş’ın Kayabaşı mahallesinde harika bir evleri olan teyzemleri ziyarete giderdik çocukken. Hayatımda gördüğüm en güzel evlerden biri. Üç katlı, bahçesinde elmalar, lamba gibi parlayan kavuniçi hurmalar var. Bir de damda otururken dallarından meyvesini toplayıp yiyebildiğimiz, cennet tasvirlerindeki gibi avucumuza eğilen tarihi incir ağacı. Sonra başka bir ev alıp taşındı teyzemgil. Modern kaloriferli bir evde daha rahat etmek üzere. Çocuk Bahçesindeki küçücük balkonu olan ev bu evle kıyas bile edilemezdi. Apartmanların yeni yapıldığı ve dibi dibine yerleştiği zamanlar ve sekizinci katta rahatlık hayali. Bir alayişle evden çıkıp asansöre binmeden ayağınız toprağa ya da asfalta bile değemez.
Birgün Bolu’ya giderken uzaklardan görünen güzel bir caminin cazibesine kapılıp köye daldık. İlkin özgürce toprak yolda yürüyen koyunlar inekler karşıladı, sonra ıssız cami. Anladık ki gençlerini şehre kaptırmış köyde ezan sesi bir müezzine ait değil, ses merkezi bir sistemle geliyor ne imam var ne de müezzin. Yine de kapısı açık isteyen gelip ibadetini yapabiliyor.
Su bulmak için evlerin arasında gezerken öğle vakti hiç kimseyi görememek şaşırtıcıydı. Bir Bolu köyü olarak yadırgatacak kadar kuru ve ekilmemiş görünüyordu evlerin arası. Aralık pencere ve kapılardan gelen seslere bakılırsa korkunç kadın programları evleri ağ gibi sarmıştı anlaşılan. Köy kökenli arkadaşlarımın annelerinden de işitiyordum ki kadınlar artık erkenden kalkmak, toprağı ekip biçmek, hayvanla uğraşmak istemiyor, bunun yerine eline çayını kahvesini alıp, yarı depresif, amaçsız şehir kadınları gibi televizyon seline kapılıp gitme niyetinde. Bu delilikten uyanmak isteyen binlerce şehir kadınının onların eşsiz hayatını taklit etmek için ne büyük meblağlar ödemeye hazır olduklarının da farkında değiller. Köşklerde salınan plastik kusursuzlukta kadın ve erkeklerin yaşamının izleyeni olmakla kalmayıp kendi hayatlarını rafa kaldırıyorlar. Elbette arı gibi çalışkan harika kadınları tenzih ederim. Kadınlar gün yaptıklarında sohbet ederken mutlaka el işi yaparlar, birbirlerinden nice güzellikler öğrenirlerdi, bu da büyük oranda terk edildi. Kız çocuk doğar doğmaz çeyize başlamanın anlamı yok artık. Kızlar dantel, kanaviçe, Antep işinden değil ucuna üç dakikada saçma sapan ajurlar dikilmiş örtülerden hoşlanıyor. Televizyonlar plaza rezidans ve yirminci kattaki şuh kadın görüntülerinden geçilmiyor. Adam gibi kadınsan kocan, sevgilin sana böyle bir rezidans alır sen de yarı çıplak dolaşır kendini gerçekleştirirsin iması. Peki birbirinden ürkütücü birer beton yığını olan, her biri binlerce insanın ışığını rüzgarını gökyüzünü elinden alan bu yapılara kim izin veriyor.
Apartman bu kadar çok insanı iskan edebilmenin bir yolu olarak kaçınılmazdı belki, Avrupa’da da bir ilerilik değildi, İkinci Dünya Savaşından sonra şehirleri hızla toparlayıp insanlara bir sığınak yapmak içindi. Aslında apartmanlar bizim çocukluğumuzdaki gibi üç beş katlıyken her katta iki daire varken insani duruşumuzu, mahremiyetimizi henüz kaybetmemiştik. Komşuluklarda tam da “bir maniniz yoksa annemler size gelecek” zamanıydı. Hastalar bir tas çorbayla ziyaret edilirdi. Biz çocuklar birlikte bisiklete binip dizlerimizi kanatırken, babalarımız bozulan arabalara birlikte omuz verirdi.
Uyandığında pencereden bakınca duvar ve beton gören insanla, ağaç ve kuş gören insan bir olur mu. Titreşen yaprakların uçuşan kuşların insanı yatıştırmasının paha biçilmez değerini bilmeli asabi çocuklarımız. Bir selamın bireye ve topluma kazandırdığı iyiliği tanımalı gençlerimiz. Artık asude apartman devri de kapandı, canavar binalar zamanı şimdi. Serzenişten çok daha fazlası için harekete geçmek sağlam bir nizamname ortaya koymak lazım el birlik.