Takvimler 10 Haziran 1963’ü gösterirken Vietnam’ın en büyük şehri Saigon’da Başkanlık Sarayı’nın hemen ötesindeki Phan Dinh Phung Bulvarıyla Le Van Duyet Sokağı’nın tam kesiştiği noktada bir araba durdu. İçinden geleneksel kıyafetleriyle 3 Budist rahip indi. Halihazırda ellerinde pankartlarla mevcut hükümeti protesto eden yaklaşık 200 Budist rahip araçtan inenlerin etrafında bir halka oluşturdu. Budist rahipler, şaibeli seçimler sonucu yönetimi ele geçirmiş Güney Vietnam hükümetinin lideri Ngo Dinh Diem’i protesto ediyordu. Diem, ülkenin %10’unu oluşturan Katolik azınlığına mensuptu ve yönetimi boyunca ülkenin %90’ını olan Budistleri dışlamıştı. Budistler ibadetlerini özgürce yapamıyor, üst düzey kamu görevlerine gelemiyor, silah edinemiyor, Katolik paramiliter gruplarının saldırılarına uğruyordu. Budist rahipler de dünya kamuoyunun ilgisini çekmek, Diem üzerindeki baskıyı arttırmak istiyordu. Özellikle Soğuk Savaş döneminde Diem’in Batı ve ABD’nin desteğini kaybetmesi ülkedeki değişimin fitilini ateşleyebilirdi. Fakat çözüm ne sandıkta ne sokaktaydı. Diem lehine verilen oyların kayıtlı seçmen sayısını aştığı seçimler Budistler için olası bir tepki gösterme yöntemi değildi. Her türlü eylem yasaklanıyor, barışçıl göstericilerin üstüne ateş açılıyordu. Budist rahiplerin radikal yöntemler dışında bir çaresi kalmamıştı, fakat inançları gereği şiddet de bir çözüm değildi. Ellerinde kalan tek silah kendi bedenleriydi.
Arabadan inen 65 yaşındaki rahip Thich Quany Duc sakince yere çöktü ve lotus pozisyonunu aldı. Yanındaki rahipler ise kafasından aşağıya benzin döktü. Thich, kibriti yaktı ve kendini ateşe verdi. Yanık et kokusu caddeyi, alevler ise bütün bedenini sararken rahip bir kez “ah” demedi, bir tek kasını dahi hareket ettirmedi. Hareketsiz ve sessiz bir şekilde lotus pozisyonunda yanarak öldü.
Sakin ve sessiz bir şekilde kendini yakan rahibin çekilen fotoğrafı bir çok basın ödülü almakla kalmadı, hem Vietnam’da hem de uluslararası toplumda ötekileştirici Katolik hükümetine yönelik tepkilerin artmasına vesile oldu. 1963 yazında bu eylemden etkilenen 5 Budist rahibi daha hükümeti protesto etmek amacıyla kendini yaktı.
Kasım ayına doğru artan eylemler sonucu Diem hem kamuoyunun hem de ABD’nin desteğini kaybetmiş, ABD destekli bir darbeyle koltuğundan indirilip infaz edilmişti. Kennedy hükümeti, Diem’in Budist çoğunluğa uyguladığı zulmün Sovyetler güdümündeki Kuzey Vietnam tehdidine karşı ülkeyi zayıflattığı kanaatindeydi. Budist rahiplerin kendini yakması Kennedy’i bizzat etkilemiş, Diem yanlısı Amerikalıları artık dinlememeye karar vermişti. Fakat bu intihar eylemlerinden etkilenen sadece ABD Başkanı Kennedy değildi. ABD’nin 1963’te Vietnam Savaşı’na dahil olması, 1965’te kara harekatı başlatması, sivilleri hedef alması ve 60 bin Amerikalı askerin Vietnam’da hayatını kaybetmesine tepki gösteren savaş karşıtı Amerikalılar da Vietnamlı Budist rahiplerden etkilenmişti. Nitekim 1965 yılında 82 yaşındaki Alice Herz, Michigan’da Vietnam Savaşı’nı protesto etmek için kendini ateşe verdi.
Norman Morrison ve ailesi
Herz’den etkilenen dindar savaş karşıtı Hıristiyanlar da Vietnamlı Budistlerin izinden gitti: Norman Morrison, Kasım 1965’te 1 yaşındaki kızını yanına aldı ve Pentagon’un önünde kendini yaktı. Kızını yanında götürmesinin sebebi Vietnam’da Amerikalıların öldürdüğü çocuklara dikkat çekmekti. Morrison’un mensubu olduğu Quaker cemaati intihar eylemini kınamamış, Morrison’ın barış arzusunu paylaştıklarını belirtmişti. Çoğu dindar Hıristiyanlardan oluşan savaş karşıtlarının ABD’nin Vietnam’a asker yollamasına yönelik bu protestolar 1968’e kadar devam etti, 7 kişi kendini yakarak can verdi.
Kendini yakanlar sadece Amerika’da değil, Sovyet bloğunda da vardı. Sovyetlerin, insancıl bir sosyalizmin uygulandığı Çekoslovakya’yı diğer uydu devletleriyle birlikte işgal etmesi ve Prag Baharı’nı söndürmesi komünist tahakküm altında yaşayan 68 kuşağını da hareket geçirmişti. 20 yaşındaki Çek üniversite öğrencisi Jan Palach, kendini yakmış, Sovyet işgaline karşı tepkisini canını feda ederek göstermiş, Palach’ı 5 Çek muhalif daha takip etmişti.
Çek halkı Jan Palach’ı kendini yaktığı yerde anıyor
Vietnamlı bir rahibin kendini yakması, kısa bir zaman içerisinde temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, gösteriler veya seçimlerle politikaların değişmesinin imkansız olduğu totaliter rejimlerde muhaliflerin “son çare”sine dönüşmüştü. Sovyetler’de gençler ve liberaller, Çin’de Tibetli rahipler kendilerini yakıyor, kamuoyu ve dünyanın tepkisini totaliter uygulamalara çekmeye çalışıyordu. Bu tür ülkelerde medyanın da akıl almaz bir tahakküm altında olması bu eylemlerin duyulmasını engelliyor, bu da etkisini azaltıyordu. Fakat sosyal medyanın dünya çapında yayılması 2011’de işin seyrini, el arabasına haksız yere el konulduğu için kendini yakan Tunuslu bir sokak satıcısı da Arap coğrafyasının kaderini değiştirdi.
Tunus’un geçmişteki “tek adamı” Bin Ali, kendini yakan Buazizi’yi hastanede ziyaret ediyor.
26 yaşındaki 8 kişilik bir aileyi geçindiren sokak satıcısı Muhammed Buazizi’nin el arabasına bir belediye zabıtası el koymuş, belediyeye gidip yetkililerle konuşmaya çalışan genç adam, el arabasını ve sattığı meyveleri geri alamamıştı. Kimse genç adamı umursamamış, muhattap almamıştı. Buazizi belediyenin önünde kendini ateşe verdi. 1 ay sonra da hayatını kaybetti. Buazizi sadece kendini değil, Tunus ve Ortadoğu’daki bütün tek adam rejimlerini de ateşe verdi. Ölümüne gösterilen tepkiler önce hayat pahalılığına, ardından Tunus polisinin onlarca insanı öldürmesinden dolayı tek adam rejimine tepkiye dönüştü. Sonrası ise herkesin bildiği üzere Arap Baharı… Gösteriler Libya’yı, Mısır’ı, Suriye’yi sardı; Tunus dahil birçok ülke öznelerin değişeceği, fakat tek adam rejimlerinin daha da fazla güçleneceği uzun bir siyasi tribülansa girdi.
Vietnamlı rahibin kendini yakmasından tam 61 sene sonra yine Amerika ve dünya kendini yakan bir eylemciyi konuşuyor: 25 yaşındaki Amerikalı asker Aaron Bushnell. Fakat bu kez Vietnam için değil, Filistin için.
Son mirası: kedisi ve ev yapımı biraları
Aaron Bushnell, 1999 yılında ABD’nin Massachusetts eyaletinde bulunan küçük ve dindar bir cemaat olan Community of Jesus (İsa Komünü) mensubu bir ailede dünyaya geldi. Liseyi bitirdikten sonra da bu cemaatin kitabevinde bilişim uzmanı olarak çalıştı. Daha sonrasında yazılım ve İT eğitimleri alan Bushnell, 2020 yılında 4 senelik bir kontrat imzalayarak ABD ordusuna yazıldı ve Hava Kuvvetleri’nde siber güvenlik uzmanı olarak çalışmaya başladı. Bushnell, bütün hayatı boyunca yoksullara, evsizlere yardım projelerinde gönüllü olan, arkadaşlarının halini hatrını sıklıkla soran iyi niyetli ve vicdanlı biri olarak dikkatleri üzerine çekti. Özellikle sol eğilimli ve anarşist okuma gruplarına dahil oldu. En büyük hobisi karaoke ve Yüzüklerin Efendisi’ydi. Evde bira yapmayı, kedisiyle vakit geçirmeyi çok seviyordu.
Bushnell’in arkadaşlarının anlattıklarının gösterdiği üzere Bushnell, giderek sosyal hayattan kopan çoğu Amerikalı’nın aksine çok daha sosyal ve dayanışmacı bir hayat tarzına sahipti. Komşularıyla, iş arkadaşlarıyla yakın bağlar kuruyor, araya mesafeler girse de bu bağları koparmamaya çalışıyordu. Bushnell için dönüm noktası 2020’de George Floyd isimli bir siyah Amerikalı’nın kameralar önünde beyaz bir polis memuru tarafından boğularak katledilmesi oldu. Bushnell, bu olaydan çok etkilenmiş ve ABD’deki sistematik ırkçılık üzerine derin araştırmalar yapmıştı. Ordudaki görevinin biteceği 2024 yılında bu alanlarda çalışma yapmak için bir üniversiteye yazılmayı veyahut sosyal aktivizm yapabilecek geniş vakti olan yeni bir meslek edinmeyi dahi düşünüyordu. Bushnell, daha genç yaşında bütün hayatını ABD’deki sistematik sorunların çözümü için harcamaya net bir şekilde karar vermişti.
Aaron Bushnell ve “Şeker” isimli kedisi
25 Şubat 2024 tarihinde Aaron Bushnell, Filistin’de yaşananlardan etkilenerek önce bir Facebook gönderisi paylaştı: “Herkes kendine soruyor: ‘Kölelik zamanında, Jim Crow zamanında (Güneyde siyahların yoğun bir şekilde dışlanıp linç edildiği bir dönem), Apartheid döneminde hayatta olsaydım ne yapardım? Ülkem bir soykırım işleseydi ne yapardım?’ İşte. Şu anda bu yaşanıyor. Tam şu anda.” Daha sonrasında arkadaşına mesaj atarak buzdolabındaki ev yapımı biraları kendisine, “Şeker” isimli kedisini de komşusuna miras bırakacağını söyledi, medya kuruluşlarına yapacağı eylemi anlatan bir mesaj yolladı ve İsrail’in ABD Büyükelçiliği binasının önünde Twitch canlı yayın açtı: “Benim adım Aaron Bushnell. ABD Hava Kuvvetlerinin aktif bir üyesiyim ve artık bu soykırıma göz yumamam. Kolonicilerin elinde acı çeken Filistinlilerinin yaşadıklarına nazaran çok daha az acı verici olmakla beraber ciddi bir protestoya imza atacağım. Bunu yönetici sınıfımız bunu normalleştirdi.”
Aaron Bushnell, büyükelçilik binasının önüne telefonunu koydu, üzerine benzin döktü ve kendini yakmaya başladı. “Özgür Filistin” sloganı atarak can verdi. Bir güvenlik görevlisi yangın söndürücüyle müdahale ederken, bir diğeri de alev alev yanan genç adama silah doğrulttu. Olay yerinde yangın tüplü güvenlik görevlisinin “silaha ihtiyaç yok, yangın söndürücü lazım” diye bağırması ise hafızalara kazındı.
ABD medyası daha önce Sovyetlerde, Çin’de, Rusya’da kendini yakan muhalifleri “kahraman” ilan ederken, Aaron Bushnell hemen “anarşist”, “psikolojik sorunlu”, “radikal cemaatçi” gibi sıfatlarla gündeme getirildi. Bazı haber siteleri “Özgür Filistin” diye bağırarak can verdiğini dahi yazmadı. Beyaz Saray üzüntülerini paylaştı, fakat ABD ordusunun baş komutanı olan ABD Başkanı Joe Biden korkunç bir şekilde başkentte intihar eden Amerikalı asker için özel bir baş sağlığı mesajı yayınlamadı. Sadece solcu Demokrat Partili siyasetçiler ve sol medya yorumcuları Bushnell’i yoğun bir şekilde gündeme taşıdı. Sanırım Bushnell’in Sovyetlerde sesini duyuramayan ve son çare olarak kendini yakarak dikkatleri çeken bir muhalif gibi hissetmesi pek de anormal değildi. Zira ABD müesses nizamı sadece Bushnell’i değil, milyonları görmezden ve duymazdan geliyor. Hem de siyasi geleceklerini yakma pahasına.
Biden, neyi yakıyor?
ABD halkının İsrail’e yönelik tepkisi 7 Ekim’den bu yana ciddi bir oranda arttı. Data for Progress şirketinin Şubat ayında yaptığı ankete göre, Amerikalıların %67’si kalıcı ateşkes istiyor. Bu oran Demokrat Parti seçmeninde %77, 45 yaş altı seçmende ise %68. İsrail’e askeri yardımların devam etmesine yönelik tepkiler de özellikle sol eğilimli Demokrat ve genç seçmende fazla. Fakat Biden’in kendi seçmeninden gelen bu tepkilere rağmen İsrail’e yönelik şerhsiz desteği hala sarsılmadı. Geçen hafta Michigan’da düzenlenen Demokrat Parti adaylık önseçimleri de Biden’in İsrail politikasını eleştiren seçmenin kendini göstermesi için bir fırsattı. Özellikle genç ve Müslüman Demokrat Parti seçmenleri sandığa giderek “kararsız” seçeneğini işaretledi.
Toplam 768 bin seçmenin oy kullandığı seçimlerde ciddi bir rakibi olmayan Biden’in zaferi kesindi. Fakat seçmenlerin Gazze protestosu %13, yani 100 bin tepki oyuna sebep oldu. Özellikle üniversite kampüslerinin veya Arap Amerikalıların bulunduğu bölgelerde tepki oyları Biden’i geçti. 2020’de Biden, Trump’tan 150 bin oy fazla alarak Michigan’ı kazanmıştı. Seçimlerin bu kadar kritik geçtiği bir bir eyalette 100 bin kişinin genel seçimde Biden’a öfke duyarak sandığa gitmemesi veya Filistin’i destekleyen sosyalist üçüncü parti adaylarına yönelmesi durumunda Trump eyaleti kazanabilir, Beyaz Saray için kazanması gereken minimum eyalet sayısına daha rahat ulaşabilir. Böylece Biden’in İsrail’e verdiği koşulsuz ve yoğun destek 2024’teki seçilme şansını yok edebilir.
Biden’in seçilme şansı sarsılsa da, Amerikalılar sokağa çıkarak tepkilerini gösterseler de Biden’in İsrail’e yönelik yoğun desteği azalmıyor. Özellikle İsrail ile ABD’nin iyi ilişkiler kurması için milyonlarca dolar harcayan, İsrail’i eleştiren solcu Demokratların veya İsrail muhalifi Yahudi Demokratların seçim kaybetmesi için yeni adaylar çıkaran, kampanyalar düzenleyen lobi örgütü AIPAC’in desteklediği Demokrat ve Cumhuriyetçi siyasetçiler İsrail’e yönelik eleştirilerin artmaması için elinden geleni yapıyor.
AIPAC 2024 yılında İsrail’i eleştiren Ilhan Omar, Rashida Tlaib gibi Müslüman Kongre üyeleri başta olmak üzere birçok Filistin yanlısı solcu ismin seçim kaybetmesi için 100 milyon dolar para harcamayı planlıyor ve İsrail’i destekleyen siyasetçilere parti fark etmeksizin en az 10 bin dolarlık düzenli bağışlar yapıyor.
Özellikle ana akım medyada da durum pek farklı değil. İsrail eleştirileri cılız, bu tür eleştirileri yapanlar ise diken üstünde. Her ne kadar Jon Stewart, Masha Gessen gibi İsrail’i eleştiren sol eğilimli Amerikalı Yahudiler “iş başa düştü” diyerek İsrail ve Netanyahu eleştirilerinde ipi göğüslese de sessiz kalanların sayısı daha fazla. İsrail’e yönelik askeri destek gibi konular hem Demokrat hem Cumhuriyetçi siyasetçilerin çoğunu birleştiren bir mevzu. Demokrat Parti seçmeninin duyarlılığı seçimlerin finansmanı gibi konular yüzünden seçilmişlerin politikalarını doğrudan etkileyemiyor. Yapılan halk gösterileri, atılan tweetler, çıkılan Youtube programları New York Times, CNN gibi kurumların haberlerinde geniş yer bulmuyor. 2024’te Biden seçimleri kaybederse kendisinden daha fazla İsrail destekçisi olan Trump seçimleri kazanacak, Biden’in Trump karşısında “daha az İsrail destekçisi” gözükmesi merkez, eski Cumhuriyetçi seçmenlerin desteğini kaybetmesine de sebep olabilir. Bu nedenle Biden’in hızlı bir şekilde politika değiştirmesi de pek olası gözükmüyor. Büyük ihtimalle kendisine tepkili genç, solcu ve Müslüman seçmenleri “Ben gidersem, daha kötüsü gelecek, bu son seçim” gibi söylemlerle ikna edip kerhen desteklerini isteyecek. Filistin yanlısı Amerikalılar, seslerini duyurmaya devam edecek, fakat büyük politikaları etkileyecek araçlardan mahrum kalacak.
Washington’da Moskova rüzgarları mı esiyor?
Bu nedenlerle her ne kadar Sovyetler ya da Çin gibi temel hak ve özgürlükler askıya alınmamış olsa da İsrail’e yönelik desteğin kesilmesini isteyen Amerikalılar, çareyi siyasette veya seçimlerde göremiyor. Nitekim Aaron Bushnell gibi sokakta gördüğü bir evsizden etkilenen vicdanlı bir genç de herhalde çareyi sandıkta veya tweet atmakta görmemiş olacak ki kendi canını feda ederek dikkatleri Filistin’in üzerine çekmeye çalıştı.
Kendini yakma eylemleri, bugüne kadar Çin’deki Budist Tibet rahiplerinin veya Sovyetler dönemindeki muhaliflerin başvurduğu bir son çare tepkisiydi. Bugün Putin Rusyası’nda bu tür eylemlere rastlamak mümkün. ABD medyası, otoriter rejimlerdeki bu eylemlere geçmişten bugüne hep ilgi duymuş, insanların başkaları için siyasi saikle kendini feda etmesi, bu sırada kendinden başka kimseye zarar vermeyerek çok büyük bir acı eşliğinde kendini yakmasını “cesaret, kahramanlık” gibi başlıklarla haberleştirmişti. 25 yaşındaki Aaron Bushnell’in kendini feda etmesi ise müesses nizamın dengesini bozdu. Elbette intiharı özendirmek veya kutsamak çözüm değil ve Filistin için en doğru mücadele bu fikirleri uzun ömürlü kılmak adına yaşamak ve yaşatmak. Fakat Aaron Bushnell çoğu medya kurumunun iddia ettiği gibi psikolojik sorunları olduğu için değil, kendisinden daha çok önemsediği bir davası ve büyük bir vicdanı olduğu için kendini yaktı. En önemlisi, İsrail’e yönelik ABD desteğini azaltmak için elinde başka bir çaresi olmadığını hissettiği, sesini başka türlü milyonlara ulaştıramayacağının farkında olduğu için çareyi böylesine korkunç bir şekilde intihar etmekte buldu. Kendi acısını lotus pozisyonunda sessizce yanan Vietnamlı rahip gibi bastırıp 25 yıllık kısacık ömrünün en değerli son dakikalarını dahi Filistinliler için kullandı ve “Özgür Filistin” diyerek can verdi.
ABD’nin İsrail’e desteği gencecik bir Amerikalı’nın da geleceğini yerle bir etti. Biden, Aaron Bushnell gibi gençlerin oyuyla Trump’ı yenmişti. Şimdi bugüne kadar savunduğu ne kadar ilke ve değer varsa İsrail uğruna hepsini bir kenara koydu, hepsini teker teker parçaladı. 2024 seçimlerini kaybetme, Trump’a kendi elleriyle Beyaz Saray’ı teslim etme pahasına parçalamaya da devam edecek gibi duruyor.
Bu gidişle çok daha fazla Amerikalı kendini Sovyet muhalifi gibi kapana sıkışmış, sesleri bastırılmış ve ötekileştirilmiş hissedecek, ABD dünyadaki ve iç kamuoyundaki mevcut itibarını daha çok sıfırlayacak ve geleceğini kendi elleriyle yakacak.
Bu durumu tersine döndürmek çok zor değil. Biden ve Demokratlar, Filistinlileri yaşatmak, bir zamanlar kendilerini tutkuyla destekleyen Aaron Bushnell’leri yüz üstü bırakmamak, bunlar pek umrunda değilse en azından seçimleri bir daha kazanmak istiyorsa yapacakları şey basit: İsrail’e verdiği şerhsiz desteği sonlandırmak, dünyadaki tüm demokrat ve ilkeli liderler, kurumlar gibi kalıcı ateşkes çağrısı yapmak ve barış masasını kurmak.