Bazen insan değil yazmak, hiçbir şey okumak dahi istemiyor. Öyle zamanlardan geçiyorum ben de. Eller tetiğe gidince yalanlar da onunla birlikte geliyor, oysa tek gerçek var; o da ölüm. Silahların öldürdüğü her bedenle, bu ülkenin yarınlara, barışa dair umutları da ölüyor aynı zamanda. Bu ülkenin basit bir vatandaşıyım; hasbelkader 90’lı yıllarda yaşanan o kanlı ve karanlık günleri bir gazeteci olarak takip ettiğim ve bildiğimden, ölen her bedenden kendimi sorumlu tutuyorum. Barış adına daha fazla çaba harcamadığım-harcayamadığım için. Yazmama isteğim biraz da bundan…
Bir süredir Apiça Köyü’ndeyim; televizyon izlemediğim, gazete okumadığım, sosyal medyaya nadiren bakıp sinirlerimin bozulduğu bu anlarda tek haber kaynağım 80yaşındaki babam oluyor haliyle. Babam, izlediği haberlerden öfkeli bir dille bahsediyor bana. “Baba izleme haber…” diyebiliyorum sadece.
Köy muhtarlığında bir akşamüstü. İçeride muhtar, caminin hocası, birkaç genç var. Televizyon, eşi ve çocuğunun yanında Muş’ta alçakça katledilen Binbaşı Arslan Kulaksız’ın haberini veriyor. Gençlerden biri öfkeli bir ses tonuyla Tuncay Hoca’ya dönerek, “Hoca, çözüm süreci iyi olacak, memlekete hayırlı olacak, ülkemize barış gelecek diyerek bizi ikna ettin. Bu alçakların yaptığına bak!” diye başladığı cümlesine, küfürlerle devam etti. Hoca her zamanki sakin ses tonuyla gence cevap verdi: “Evet öyle dedim, hâlâ da öyle diyorum. Bu olaylar sinirlerimizi zıplatmak, sağduyumuzu kaybettirmek için. Oysa bu ülkenin barışa ihtiyacı var, biz her şeye rağmen bunu dileyelim, bunun için dua edelim.”
Genç, bunun üzerine ‘sen ne diyorsun’ der gibi yüzüme baktı. İçerisi loştu, “Hoca haklı” deyip sustum…
Tuncay Hoca’yı çocukluğundan beri tanırım, yaşdaş sayılırız. Sadece camide imamlık yapmaz, elini her taşın altına sokar. Çocuklarla çocuk, gençlerle genç, yaşlılarla yaşlı olmayı becerebilen bir insan. Gençleri eski model takasına doldurup halı saha maçlarına götürür, köy takımına antrenörlük yapar. Geçen sene köyler arası turnuvada, fark yediğimiz bir maçtan sonra kendisine “Senin hocalığını beğeniyorum ama cami imamlığını” deyince bozuntuya vermemiş, kalenderce gülümsemişti. Çözüm sürecinde de elinden geleni yapmış milliyetçi damarı yüksek olan Apiça’da genci yaşlısına bunun ülkemiz için ne kadar hayırlı olduğunu anlatarak ikna etmişti. Geçen yıl Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi Cuma namazı çıkışında bir köylünün “Ben Demirtaş’a oy vereceğim” demesinin cemaat tarafından sakinlikle karşılanmasında Tuncay Hoca’nın payı büyüktür (Bu olayı daha önce yazmıştım). Yazıyı hiç sevmediğim bir şekilde uzatma pahasına Tuncay Hoca’yı Apiça’da bırakıp gördüğüm fotoğraf ve bende yarattığı hisse döneyim.
Fotoğrafta Hasan Cemal, 31 gencimizin alçakça katledildiği Urfa Suruç’taki Amara Kültür Merkezi bahçesinde kurulmuş, vicdan(!) yazılarından birini yazıyor. Satır aralarında AK Parti ve Erdoğan’ı bol miktarda suçladığı yazısını bir kenara bırakıp fotoğrafa dönelim. Bir beyazın, acı çeken Kızılderililerin çadırı önünde verdiği pozdan hiçbir farkı yok bu fotoğrafın. Bu fotoğraflardan çok görürüz mümtaz Türk basınında. Van’da deprem olur, insanlar enkaz altında kalırlar; Türklerin gazetesinin önemli şahsiyetleri gider o enkazın önünde poz verir ellerini önünde kavuşturup. Ya da Şemdinli’de köyler yanar, gençler dağlarda ölür, bir gazetenin yayın yönetmeni, yol üzerine koydurduğu plastik masada çiçekli ve laptoplu poz verir, geri döner. İşlem tamamdır çünkü. 90’lı yıllarda da bu Türk büyükleri, Skorsky helikoptere biner, generallerle birlikte bölgeye gidip poz verip geri dönerlerdi. Kanlı ve karanlık tarih, iş bölümü yapılarak medya eliyle böyle yürütülmüştü…
Çözüm sürecinin bitirilmesi için elinden geleni esirgemeyen ve bunun için dağlara koşan Hasan Cemal ve tayfası, zafer kazanmış bir edayla araya vicdan sıkıştırıp ötekileştirme yazılarına devam ediyor son hızla. Bilmesek son iki yıldır yazdığı yazıları, ara ara okumasak, inanacağız Amara Kültür Merkezi’nde döktüğü timsah gözyaşlarına… Şeytanlaştırdıkları Erdoğan ve AK Parti’nin gitmesi için her yolu mubah gören bu kesim, PKK’nın yaptığı alçakça saldırıları görmezden gelip sahte barış söylemleri çekiyor. Fotoğraf da onun sosu oluyor haliyle…
PKK’nın süreci bitirmek için başlattığı bu saldırıları AK Parti ve Erdoğan yapıyor deme kıvamındalar. Bunun alt yapısını hazırlayarak yolunu yaptılar. PKK da AK Parti’nin silahlı kanadıydı zaten! Demokratlıkları ve vicdanları, PKK’nın ülkenin sinirini bozacak ve kanlı bir sürece sokacak alçakça saldırılarını yüksek sesle kınama yerine bahane üretmeye çevrilmiş durumda. Ölenler ölmüş kimin umurunda, gider bir fotoğraf çekip döneriz sırça köşkümüze, kendi katilimizi aklamak mağdur göstermek için de araya bol bahaneli yazılar sıkıştırırız.
Ülke adım adım kanlı bir sürece sokulmak istenirken, buna zemin hazırlayan savaş kışkırtıcılarına inat, barışa sarılmalıyız. Barış, bu ülkede yaşayan insanların eşit ve mutlu yaşaması için tek şans, şansımız… Bunun için de her şeye rağmen barışı dileyen, isteyen Tuncay Hocaların varlığına ihtiyaç var çokça. Kızılderili çadırı önünde poz verip “Ne olacak bunların hali, ah ve vah” deyip gerisin geri dönen ‘beyazların’ karanlığına yeniden dönmeme adına inadına barış, inadına Tuncay Hocalar diyorum ben de…