Ana SayfaYazarlarBir katilin ardından…

Bir katilin ardından…

 

Haberi duyduğumdan beri tuhaf sayabileceğim düşüncelerle doluyum. Bir çeşit sıkışıp kalma hali. Tarsus’ta bindiği minibüs şoförü tarafından vahşice katledilen Özgecan Aslan’ın katili tutuklu bulunduğu cezaevinde öldürüldü ya; itiraf ediyorum ben bu ölümden sevinç duydum. Engel olamadım içimde duyduğum sevince. Böyle bir sevinç hissine kapıldığım için suçluluk da duyuyorum aynı zamanda, gel de çık çıkabilirsen işin içinden…

 

Aziz Nesin Surname adlı romanında Sultan Ahmet Cezaevi’ni anlatır. Ortaokul yıllarında okumuş, çok etkilenmiştim bu romandan. Nesin, kitapta tecavüz suçlarından cezaevine giren mahkumların çıkarılan ilk isyanda şişlenerek öldürüldüğünü anlatıyordu. Öldürenler de genelde idama mahkum edilmiş kişiler oluyor ya da 18 yaşından küçük çocuklar. Böyle bir cinayete kurban gitmemek için cezaevine giren insanların suçları ne olursa olsun ‘namus’ yüzünden hapse girdiklerini söylediklerini aktarıyordu yazar. Bütün suçları örten, gizleyen hatta toplumda muteber seviyeye çıkaran bir ‘namus’ anlayışımız var ne de olsa.

 

Özgecan’ın katili Ahmet Suphi Altındöken’in öldürüldüğü, babasının da yaralandığı Adana Cezaevi’nde yaşanan olaydan sonra duyduğum sevinçten insan olarak utandım. Belki adaletin yerine geleceğine inanmadığım için duydum bu sevinci. Öyle ya; bu kadar ağır olmasa bile benzer suçları işleyenler, hakim karşısında takım elbise giyerek, duruşmalarda ‘uslu’ çocuğu oynayarak az indirim koparmadılar kararı veren hakimlerden. Böyle vakaları, mahkemelerde ‘hafifletilen’ suçları gördükçe insan, içinin soğuyabilmesi için kısasa kısas isteyebiliyor. Sırf içimiz soğusun diye adalet verdiğine inandığımız devletin elinde, hatta korumasında olan bir suçlunun ölümüne sevinmek bizi insan yapar mı? Doğrusu emin değilim.

 

Toplum olarak çok öfkelendik bu cinayete. Çok kinle dolduk. Elimize geçse birçoğumuz ellerimizle boğardık katil zanlılarını. Özgecan’ın nasıl ve ne şekilde öldürüldüğünün detaylarını yazmaya elim varmıyor. Bu detayları okuduk, okudukça öfkelendik. İçimizde büyüyen bu öfkenin yansıması olsa da, katilin ölümünden duyduğumuz sevinç, toplumsal adaleti sağlar mı? Katil için ölüm belki bir kurtuluş, cezadan arınma şekli. Toplum, katilin cezaevinde öldürülmesiyle içinde biriktirdiği öfkeyi soğuttu. Fakat giden gitmiştir dönülmez yere… Ateş en çok düştüğü yeri yakıyor, katilin ölümü üzerine anne Songül Aslan’ın dediği gibi “Hiçbir şey benim kızımı geri getirmez…” Özgecan’ın ve diğer kurbanların geri gelmeyeceğini bildiğimiz halde bir katilin ölümünden ancak adalete güvenmediğimiz zaman seviniriz.

 

Son zamanlarda toplumsal intikam aracı olarak idam cezasının yeniden ceza yasasına girmesi tartışılıyor. Önemli bir kesim ‘idam cezasının’ yeniden yürürlüğe konmasını yüksek sesle istiyor. Buna gerekçe olarak da Özgecan gibi katledilenlerin katilleri gösteriliyor. İlk bakışta haklı gibi görünür bu talepler. Oysa devlet intikam alma aracı değil, adaleti herkes için isteyen ve sağlayan yerdir. Hırsızlık en büyük suçsa eğer, bir insanı öldürmek, onun hayatını çalmak da suçların en büyüğüdür. Toplum bu suça bulaşır ve bundan beslenirse adalet sağlanmaz, telafisi olmayan başka hayatlar çalınır gözümüzün önünde. Geriye yıllarca acısını çektiğimiz toplumsal travmalar kalır, geçmişte olduğu gibi…       

- Advertisment -