Bireysel farklılıkları, eğitim sisteminin törpülediğini, dahası tek-tipçiliği okullaın aşıladığını savunurken, daha çok ilköğretime yükleniyoruz. Oysa okul öncesinde sanki bu hataları yapmaktayız.
Bu tezimizin sağlamasını yapmak zor değildir. Zira eğitim modelelrinin hemen hemen birbirini taklit ettiğini gözlemlememiz, dahası alternatif arayış çabasının olmaması, basbayağı tek-tipçiliğin ekiminin nasıl başladığını gösterecektir.
Çünkü bizim eğitim sistemimiz, oldukça ayrıksı olan ve bariz farklılkları olan çocukları bile aynı havuzda eğiteceğini sanma yanılgısı içindedir.
Acaba alternatif yapılarda ön çıkan özellikler neler olabilir? Özellikle de okulöncesi eğitim söz konusu olunca…
Alternatif yapılarda mesela montessori modelinde, karışık yaş gruplarından oluşan sınıflarda çocuklar özgürce hareket ederek kendi seçtikleri eğitici materyallerle, kendi istedikleri sürede meşgul oluyorlar. Sonrasında sınav, ödül ve ceza kullanılmak yerine her çocuğun gelişimi kendi içerisinde değerlendiriliyor.
Bu modelin doğum hikayesine kulak verdiğimizde, çocukların bireyselliğine dayanan bir pedagoji geliştirdiğine tanık oluyoruz. Maria Montessori İtalya’nın ilk kadın doktoru olan pedagog ve antropoloji profesörüdür. Maria Montessori bin dokuz yüzlü yılların başında, yaptığı çalışmalar sonucu sanıldığının aksine çocukların ödüllerden, cezalardan, yetişkinlerin programladığı eğitim anlayışlarından, hatta oyuncaklardan, şekerlemelerden, öğretmen masasından ve toplu derslerden hoşlanmadıklarını tespit etmiştir.
Hayatın içinden dünyayı ve insanı gözlemleyen bir dünya vatandaşı olan Montessori, Üniversiteden mezun olduktan sonra asistan doktor olarak atandığı Roma Psikiyatr kliniğinde zekâ özürlü çocuklarla çalışmıştır. Hayata bakışı ve zeka özürlüler üzerindeki deneyimleri pedogog tecrübesiyle kaynaşınca, dahası kültürün insanı biçimlendirmedeki etkisini derinlemesine kavratan antropoloji bakış açısıyla harmanlanınca, klasik eğitim sisteminin verdiği tahribatları eleştirmiştir.
En temel öğesi özgür seçim ve her çocuğun kendi hızında ilerlemesi olan bu sistemde, tamamen çocuğa uygun olarak hazırlanmış bir çevrede, çocuğun kişiliğini oluşturması için özgürlük tanınan, kişiliğinin gelişimini destekleyen, bireye özgü bir eğitim veriliyor.
Klasik eğitim anlayışından çok farklı bir anlayışla işleyen sistemde masa temizleme, toz alma, düğme iliklemek, fermuar çekmek veya kemer takmak gibi günlük yaşam aktiviteleri ile çocuğun el-göz koordinasyonu geliştirilirken, aynı zamanda el bileği ve parmak kasları güçlendiriliyor. Çocuklar tüm faaliyetleri deneme yanılma yöntemiyle ve uygulamalarla öğreniyor.
Hatat çoğu çocğun evdeki elektorniklere ilgisi kontrollü ve tehlikeyi izole etmek şartıyla, hem zihinsel hem el becerisi hem de güz ve duyu gibi algılarını aynı anda harekete geçireceği için, çoğu yetenekli çocuk için oyuncaklardan daha elverişlidir. Deyim yerindeyse bazı afacanları, oyuncak kesmemektedir ve bilmektedir ki, bunlar çocuk işi.
Montessori, duyu eğitimi üzerinde duran, tüm duyu organları için eğitici materyaller geliştirmiş bir sistem. Soyut matematiksel kavramları somutlaştırarak matematiksel düşünmeyi geliştiren ve coğrafyayı çocuğa duyuları aracılığı öğreten bir metot. Mesela bir yerküre maketinde dünya üzerindeki kara ve su bölümleri dokunma duyusu ile tecrübe ediliyor. Başka bir materyalde denizler, kıtalar, ülkeler, şekilleri ve renkleri ayrılarak gözlemleniyor. Sistem sınıf mantığıyla işlemiyor, her çocuğun bireysel farklılıkları ve hızına göre eğitim alma hakkı savunuluyor.
Farklı duyuları, değişik uyarıcılarla harekete geçen çocukların beyninde en önemli etkiyi yapan sevgi, güven, sorumluluk gibi sosyal faktörler de bu sırada kazandırıldığında, hem kişilik gelişimi hem de bilişsel gelişimi birlikte daha verimli olacaktır.
Bütünüyle bu sistemi benimsemeyebiliriz. Zaten özellikle Batı Avrupa bu modelin pahalı olmasından dolayı, uygulamayı bireysel farklılıkları ve engelleri bariz olan çocuklara uygulamaktadır. Başka bir modeli de benimseyebiliriz. Ancak sonuçta saygılı, gelişim yöntemlerinin farklılığına toleranslı dahası çocukluk devresine ve eğitime çok farklı bir noktadan bakan bütüncül bir eğitim felsefesine ihtiyacımız vardır. Bu felsefeye göre her çocuk kendisine has bir potansiyelle doğar bu nedenle eğitimin amacının da çocuğun içindeki potansiyelinin en yüksek noktasına ulaşmasını sağlamak olmalıdır.
Kısacası çocuklar, bilgilerin aktarıldığı boş (levha) varlıklar değil aksine hepsi yaratılıştan büyük bir potansiyelle doğuyor. Eğitimde en önemli dönem doğumdan altı yaşa kadar olan dönemdir. Çocuk bu dönemde emici zihin dediğimiz bir zihne sahip, neyi nasıl verdiğiniz oldukça önemlidir.
Geleceğin kültürel ve sosyal sermayelerini ciddi birer cevher olarak görürsek, Einstein’ın eğitim tanımını da sanki daha çok yaklaşırız. Ona göre biz hala bilgi aktarmayı ve gerçekleri öğretmeyi eğitim olarak tanımlıyoruz. Oysa eğitim, “düşünmek için akılların eğitilmesi”dir. Elbette sistemlerin uygulanmasından daha önemlisi, özel yeteneklerin feda edilmemesidir!
.