Artık 2019 seçim sürecine girdiğimiz için iktidar cenahı da muhalefet partileri de attıkları her adımı, söyledikleri her sözü ve gündeme getirdikleri her konuyu bu hedefi gözeterek belirliyor.
Yerel seçimler ve milletvekili seçimleri de çok önemli olmakla beraber, cumhurbaşkanlığını hangi kesim kazanırsa Türkiye’nin siyasal sistemi onların tercihleri yönünde bir seyir izleyecek.
Bıçak sırtı bir seçim
Şöyle ki, eğer AK Parti-MHP “Cumhur İttifakı” (ya da “milli ve yerli” Milliyetçi-Muhafazakâr koalisyon) başkanlığı kazanırsa, 16 Nisan 2017’den beri fiilen yürürlüğe soktukları yeni siyasal rejimi ve ona rıza gösteren bir toplum tasarımını tam olarak tesis etmek için önlerindeki bütün engelleri aşmış olacaklar.
Buna karşılık, geçtiğimiz referandumun “Hayır Cephesi”ni oluşturan CHP, HDP ve SP ile şimdi İYİ Parti gibi, her biri az çok belli bir kimliği ifade eden partiler, yelpazelerini biraz daha genişletmeyi başarıp cumhurbaşkanlığını kendi adaylarına kazandırırlarsa, bütün yetkileri elinde toplayan bir başkanlık sisteminden geri dönüş, parlamenter sistemin yeniden ihyası ve belki daha demokratik bir siyasal sistemin inşası doğrultusunda hareket etme fırsatını yakalayacaklar.
Her ne kadar referandum sonucunda cumhurbaşkanlığı sistemi kıl payı farkla kabul edilmiş olsa da, eğer o sırada iki turlu bir cumhurbaşkanlığı seçimi söz konusu olsaydı, iki farklı tercih blokunun belki de yenişememiş olacağı âşikâr gibi.
Dolayısıyla bizi bıçak sırtı ve radikal sonuçlar üretecek bir seçim bekliyor.
CHP’li Selin Sayek boykot önermekte
Partiler kongrelerini yapıp kendilerini bu zorlu sürece hazırlarken, muhalefet cephesinin ana partisi CHP’nin içinden, bu sürece çok farklı bir yerden bakan sesler yükselmeye başladı. Gerçi bu sesler partinin merkezi yönetimini temsil etmiyor ama görmezden gelmek de mümkün değil.
CHP İzmir Milletvekili, PM üyesi ve sol kanat temsilcilerinden Selin Sayek Böke, İttifak Yasası’nın 13 Mart 2018 günü TBMM’den kesintisiz 20 saat süren bir oturumla ve yıldırım hızıyla geçirilmesinin hemen ardından sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “Dün gece adil ve güvenli seçim yok edildi. Ya izleyeceğiz ya da gerçek bir seçimin asgari koşulları sağlanana dek boykot ve/veya çekilme seçeneklerini ele alacağız. Karar hepimizin!” dedi.
Sayek’in parti içinde birlikte davrandığı kişilerin başında gelen İstanbul Milletvekili İlhan Cihaner ise, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği uzun röportajda boykot fikrini daha etraflı bir şekilde açıkladı. Cihaner “TBMM’nin üç temel fonksiyonu olan bütçe yapma hakkı, denetim yetkisi ve yasa yapma hakkının cumhurbaşkanlığına devredilmiş durumda olduğunu… Onun iradesi dışında düzenleme yapılması ve yasa çıkarılmasının pek mümkün olamayacağını… böyle bir oyunu bir şekilde bozmak için onun parçası olmamak gerektiğini” ileri sürdü. Düşüncesini güçlendirmek için de “Türkiye’de hiç kimse seçimlerin güvenli ve adil yapılacağına, 16 Nisan bağlamında bakacak olursak inanmıyor” görüşünü dile getirdi.
Cihaner: Güvenli seçimin koşulları sağlanırsa…
Bunlara ilave olarak “Meşruiyet tartışması başlatmak gerektiğini…Türkiye’de olağanüstü durumun var olduğunu ve muhalefeti de aynı olağanüstülükte örgütlemenin icab ettiğini” belirtti. Buradan hareketle parlamentoyu ve seçimleri boykot fikrine varıp, “Pasif bir boykottan bahsetmiyoruz. Muhalefeti meydanlara, Gezi’de örneğini gördüğümüz park forumlarına, meclislerine taşımalıyız. Zaten boykota karar verdikten sonra süreç kendi yaratıcılığıyla yolunu bulur” dedi. Esasen bu aşamada sadece boykotun tartışılmasını önerdiğini sözlerine ekledi ve “eğer boykot tartışmaları neticesinde güvenli seçimin koşulları sağlanabilirse, o zaman iş değişir” dedi.
Mesleği avukatlık olan CHP Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen ise, nüfus kayıtlarında yapılan değişikliklerden hareketle yaptığı açıklamayla, kişisel kanısını “bundan öte yapılacak bütün seçimleri boykot etmek gerektiği, bunun seçim olmadığı” şeklinde ifade etti. Pekşen “Nüfus kayıtlarıyla oynanarak sahte seçmenler yaratıldığını ve bu şartlar altında yapılacak bir seçimin meşru olmadığını” öne sürdü.
CHP merkezi boykota karşı
Boykot tartışması gibi şenlikli bir konu gündeme düşünce, gazetecilerin gözü ister istemez CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu aradı. Hürriyet’ten Abdulkadir Selvi, Habertürk’ten Muharrem Sarıkaya ve Milliyet’ten Serpil Çevikcan, grup toplantısı sonrasında görüşme ve konuyu sorma fırsatını buldu. Kılıçdaroğlu İttifak Yasası’nın içeriğini ve TBMM’den geçirilme şeklini eleştirerek “Siz seçim sistemini değiştiriyorsunuz. Yeni kurallar getiriyorsunuz ama halktan gizliyorsunuz bunu. Bu kaybetmenin işaretleri” dedi. Boykot önerisine ise karşı olduğunu ise “Kazanacağımız seçimleri neden boykot edelim? Biz seçimleri kazanacağız. Bu yasa kaybettiklerini gösteriyor. Biz halkımıza güveniyoruz ve kazanacağız” sözleriyle dile getirdi.
Partinin resmi sözcüsü Bülent Tezcan da çok net ifadeler kullandı; “CHP’de hiçbir çatlak yok. Farklı düşündüğünü zaman zaman paylaşan arkadaşlarımız olabilir. CHP’nin seçimleri boykot kararı yoktur” dedi.
AK Partili Mahir Ünal: Boykot siyasetsizliğin sonucudur
Parlamento ve seçimleri boykot çağrılarının geri planında, muhalefetin TBMM çatısı altında yürüteceği mücadele için yasal bir olanak kalmadığı; orada gösterilecek çabayla ülke adına herhangi bir yarar elde edilemeyeceği şeklinde bir değerlendirmenin yatıyor olmalı.
Boykot gibi bir konu ana muhalefet partisi milletvekillerince gündeme getirilir de AK Parti sözcüleri bu fırsatı kaçırır mı? Bir Habertürk tv programında bu konu sorulunca Mahir Ünal “Boykot bir siyasetsizliğin sonucudur. Siz siyaseti tüketmişseniz; siyaset üretemiyorsanız; ürettiğiniz siyasetle toplum nezdinde bir teveccüh elde edemiyorsanız, böyle bir şeye kalkışabilirsiniz. CHP’nin böyle bir şeye kalkışması CHP’nin kendisini kapatması haline gelir” dedi. İttifak ve Seçim Yasası’na dönük eleştirileri ise kabul etmeyip partisinin görüşlerini aynen tekrarladı.
Nereden çıktı bu boykot?
Aslında boykot çok yabancısı olduğumuz bir konu değil. Yüksek seçim barajı nedeniyle, seçmen üzerinde etkileri olmasa bile, özellikle küçük sol ve sosyalist partiler geçmişte sık sık bu yola başvurdu. Parlamentoda yer alan partilerde ise, iktidarın gidişatından duyulan hoşnutsuzluklar karşısında ve daha çok meclisi boykot anlamında “sine-i millete dönmek” söylemi çok duyuldu. Ama aslında çok partili sisteme geçişle birlikte, 1946’da DP’nin yerel seçimlere katılmamasının dışında kayda değer bir seçim boykotu pek yaşanmadı.
Öte yandan, bir köy veya mahalle seçmenlerinin boykotu derseniz, bunlardan başarılı örnekler görüldü. Alt yapı hizmeti götürülmeyen yahut hiçbir seçilmiş yönetici tarafından ziyaret edilmeyen köy ve/ya mahalle seçmenlerinin topyekûn sandığa gitmediği durumlar oldu.
Boykotu demokrasi ve hak mücadelelerinin olmazsa olmaz metod ve kavramları arasına İrlanda’nın yoksul ve topraksız köylüleri sokmuştu. Bir zamanlar Marksistlerin üzerinde hayli kalem oynattığı bir konu haline geldi. Sol akımların siyasal strateji ve taktikleri, parlamentoya ve seçimlere yaklaşımlarına göre şekillendi.
Boykot meşru bir hak ama…
Bugün boykot hak arama ve meşru direniş modellerinden biridir. Eğer rejimin adı demokrasiyse, isteyen istediği partiye oy verecekse, ya da isteyen oy kullanıp isteyen kullanmayacaksa, bu tür yaklaşımları da içimize sindirmeliyiz. Partiler ve/ya köylerin, mahallelerin, kasaba ve kentlerin seçmenleri, isterlerse topluca boykot çağrısında bulunabilir. Bunun da demokrasinin “eşit ve genel oy hakkı” ilkesinin unsurlarından biri olduğu kabul edilmelidir.
Fakat tabii ki esas mesele, bu tercihin zamanın siyasal şartlarında doğru bir tercih olup olmadığıdır. Demokrasi ve halkın mücadele gücü konusunda bir inançsızlık yaratıp yaratmayacağı, es geçilecek bir sorun değildir. Mevcut mücadele imkânlarını son raddesine kadar değerlendirmeyip, kolaya kaçarak olur olmaz her güçlük karşısında boykota yönelmenin haklı bir tarafı olamaz. Bu tavır sonuçta karamsarlıktan ve nihilizmden öte bir şey getirmez.
“Ne boykotlar gördük…”
Ülkelerin tarihî ve sosyolojik şekillenişi bazı önemli farklar getirmekle beraber, genel olarak şu söylenebilir: halk yeterince olgunlaşıp zamanı gelmeyen hiçbir siyasal çağrı ve tepkiye katılım göstermiyor. Bunları meşru görmüyor. Kimi zaman bir takım manipülasyonlarla harekete geçse bile, bunun uzun ömürlü olmadığı da görülüyor.
Elbette asıl maharet, adına layık bir demokrasiyi hayata geçirmektir. Bunun için de eşit ve yüksek katılımlı, adil ve saydam, gizli oy ve açık sayım ilkelerini çiğnemeyen, devlet ve iktidar müdahalesinden uzak, engelsiz ve barajsız seçimleri gerçekleştirmektir. Ama geniş kitleler bu ideal normların şu veya bu açıdan gerisinde kalan seçim süreçlerine de, ne kadar zedelenmiş olursa olsun kolay kolay sırtını çevirmiyor. Eksik ve güdük bir demokrasiyi dahi, toptan boykota tercih ediyor.
Toplum olarak en çok âşinâ olduğumuz boykotlar okul boykotlarıdır. ODTÜ, İTÜ, SBF gibi üniversite ve fakülteler, siyasal sorunların ve gerilimlerin yüksek olduğu dönemlerde kitlesel öğrenci boykotlarına sahne oldu.
Bir de, toplumsal deşarj amacıyla boykot söylemine sarılmalarımız oldu. Özellikle arka planında dış politika sorunların olduğu durumlarda, Yunanistan, İtalya, ABD, vb. ülke mallarını boykot etmeye kalkıştık. Hemen hepsinde iş ve ticaret erbabımız “Aman ha bu işten en çok biz zararlı çıkarız” türünden sağduyu sesleri yükselterek siyasal tansiyonu indirmeyi başardı.
Muhalefet ciddiyetle seçimlere hazırlanmalı
Şimdi CHP’nin yukarıda adı geçen milletvekilleri, boykotu seçmeni evine kapatacak bir çağrı olarak önermediklerini söylüyor. Seçim süreci boyunca yapacakları forumlar, toplantılar ve sair etkinlikler vasıtasıyla, bilhassa da sokakta var olarak, toplumsal muhalefeti harekete geçirip, AK Parti-MHP koalisyonunu âdil ve demokratik bir seçimin şartlarını hazırlamaya zorlayabileceklerini iddia ediyorlar.
Medyascope’da Ruşen Çakır’ın 15 Mart 2018’de yayınlanan “Seçimler ve Boykot” değerlendirmesi ve onun yaklaşımından hareketle Ahmet İnsel’in 19 Mart 2018 tarihli Cumhuriyet’te yer alan köşe yazısı, bu konuda dikkate alınması gereken önemli noktaları içeriyor.
Sonuç olarak boykotun, hem ülke seçmeninin yapısal karakteri ve yönelimleri bakımından, hem mevcut siyasal durum bakımından, hem de üreteceği teknik sonuçlar itibariyle isabetli bir tercih olacağı kanaatinde değilim.
16 Nisan 2017 Anayasa Referandumu başa baş bir sonuç vermişken; muhalefet cenahının her kimlikten yurttaşı kucaklayan çok sayıda partinin meydana getirdiği geniş bir yelpazeye sahip olduğu ortadayken; İttifak Yasası’nın sayısız defosu olmasına karşılık muhalif partilerin de muhtelif kombinasyonları denemesine imkân verirken, geçmişte hemen hep iktidarlara yarayan sandığa gitmeme önerisini isabetli bulmuyorum. Yurttaşın nabzını tutmak açısından bir zaaf olarak değerlendiriyorum.
Seçim sisteminin ve yeni İttifak Yasası’nın güven vermediği doğrudur. Âdil ve demokratik bir seçime engel olacak unsurlar barındırdığı da doğrudur.
Ama muhalefet partilerinin kendi örgüt ve üyelerine, daha da önemlisi seçmenin sağduyusu ve adaletine güvenmelerin önünde hiçbir engel olmadığını düşünüyorum.