İki gün önce Serbestiyet’te çıkan “muhalefet nerede kaybetti” başlıklı yazımdan sonra gelen yorumlardan özellikle bir tanesi ilgimi çekti. “Bekir Tarık”, (AKP tabanını kastederek) “siyasi iradesine müdahaleyi, ayakkabı kutularından daha fazla önemsedi” tespitimi “telaşlı” buluyor ve bu kanıya varmama yol açan referansları soruyordu. İlgili yazının altına uzunca bir cevap yazdım. Daha sonra üzerine düşününce, geç yazılmış bu cevabı başlı başına bir yazıya dönüştürüp site takipçilerine sunmanın daha uygun olacağına karar verdim.Öyle ya; ortalık toz dumanken, AKP tabanının, gözüne sokulan yolsuzluk iddialarına kulak asmayıp siyasi tercihinde ısrar ettiğini –hem de neredeyse kendinden emin bir ifadeyle- ileri sürerseniz, adama sorarlar: “Kanıtın ne?”Bu tespitin, bir öngörüyü çağrıştırmaktan çok elle tutulur bir gerçeği açıklıyor edasıyla ifade edilmesi elbette üslupla ilgili. Bir “siyasi tahmin”in arkasına yüklenen iddiaya güçlü bir güven duygusunu yansıtıyor. Yoksa yirmi küsur milyon AKP seçmeniyle tek tek konuşmuş değilim.Peki, hepsi yanımda toplanıp AKP’yi desteklemeye karar vermişler gibi iddialı bir dille bana “yolsuzluklar etkilemedi” dedirten kanaate nasıl vardım? Haklı bir merak…Güvenilirliği zayıf bazı referanslara gönderme yapabiliriz. Basına yansıyan anketler, çevre ilişkilerinden edindiğimiz izlenimler, açıkça AKP ve anti-AKP olarak partizanca bölünmüş basının tiraj istikrarı gibi ölçülerden söz edebiliriz. Fakat bunların hiçbiri yine de bu tespitin arkasına yüklediğim iddiayı başlı başına izaha yetmez. Ben, son çatışmanın tek başına mevcut partilerin tabanında anlamlı kaymalar yaratmayacağına dair inancımı, kendimce yaptığım analiz ve akıl yürütmelerin geçerli olduğu varsayımından alıyorum. O halde, izlediğim düşünce patikasını açıklamam gerekir.Evet, ben yolsuzlukların, AKP tabanının partisini destekleme nedenleriyle karşılaştırıldığında, siyasi iradesini değiştirmesine yol açacak kadar güçlü etkiye sahip olmadığına inanıyorum. Burada kritik nokta; yolsuzluklara inanmamak değil, inansa da, olağanlaştırmak, tolere etmek ve temsil krizine dönüştürmemek. Yani bu noktada; toplumun AKP’ye “yolsuzlukların üstüne gitmek şerhiyle koşullu bir destek verdiğini” düşünen Alper Görmüş’le ayrılıyoruz.Neden böyle düşünüyorum?Bunun belli başlı iki nedeni var. Birincisi; muhafazakâr sosyoloji, AKP iktidarında, tarih boyunca hayal edemeyeceği olağanüstü maddi ve manevi faydalar elde etti. 12 yıllık tecrübe içinde AKP ile muhafazakâr toplum arasında büyük bir sevgi ve güven ilişkisi kuruldu. Merkez sağı da içine alarak baktığımızda, bu geniş sosyolojinin Menderes, Demirel ve Özal dönemleri de dâhil nasıl acı tecrübeler ve mağlubiyetlerden geçtiğini hatırlarsak, sonunda Erdoğan’ın kişiliğinde “kararlı, başarılı, boyun eğmeyen” bir liderliğe kavuştuğu inancının derinliğini fark edebiliriz. Biz laik damardan gelenler, tarih boyunca yabancı kaldığımız, hatta “gericilik”, “cahillik” vs. olarak kodlayıp karşımıza aldığımız bu sosyolojinin ruh halini anlayacak zihinsel cihazlardan oldukça yoksunuz kanımca. Kendi çevremizin öfkesiyle körleşmişiz. Bir Gezi’yle, iki ayakkabı kutusuyla Erdoğan’ı yalnızlaştırabileceğini sanan insanlarla dolu etrafımız.Erdoğan’ın laikleri yerinden zıplatan “kürtaj”, “içki”, “dindar nesiller”, “cami” vs. üzerine kurduğu muhafazakâr söylemlerinin bu faydacılıkla birleştiğinde giderek nasıl bir özdeşleşme yarattığı üzerine soru bile sorulmuyor. Muhafazakâr kodlar üzerine yürütülen aşağılama kampanyalarından, bu kodların “öteki mahallede” yarattığı etkileri düşünmeye fırsat kalmıyor.Bir yandan kutuplaştırıcı siyasetten şikâyet ederken, öte yandan benzinle koşan nefret dilinin sonuçları üzerine kafa yoran çok az insan var. Bu konsolidasyonu Erdoğan tek başına mı yapıyor? Ve sonuçta kim kazançlı çıkıyor?Evet, yolsuzlukların vızıltı gelmesinde birinci neden, AKP’nin muhafazakâr sosyolojiyle kurduğu tarihsel ilişkinin gücüdür.İkinci neden ise muhalefetin durumudur. Öyle bir dönemden geçtik ki, muhafazakârlık yükselirken eski rejimin sözcüsü olarak CHP’nin, izlediği aşırı aşağılayıcı, katı direniş politikalarından sonra ağzıyla kuş tutsa bu kesimle temas kurması imkânsızlaştı. Derin izler var. MHP’nin ise AKP’nin verdiği güven ve iktidar duygusunun yanına yaklaşabilmesi mümkün değil. Yani, muhafazakâr sosyolojinin gidebileceği bir adres yok.Cemaat’in kimi muhafazakâr unsurlarla beraber legal yeni bir seçenek üreterek AKP’yi ana akım olmaktan çıkartması ise bana hiç gerçekçi bir senaryo gelmiyor. Bu çatışmada Cemaat, muhafazakârların gözünde, her şeylerini borçlu oldukları iktidarı kaybetme korkusunu tetikleyerek hızla tehdit olarak algılanmaya başlandı kanımca. Muhafazakâr toplum dediğimizde eğer milyonlarca insandan söz ediyorsak Cemaat’in payına marjinallik düşecektir. Her halükarda ana akım AKP’dir.İşte kısaca bu analizler sonucu, ben “AKP tabanı siyasi iradesine müdahaleyi ayakkabı kutularından daha fazla önemsedi” diyorum.Bu bağlılık mutlak mıdır? Hayır bozulabilir. Ama ayakkabı kutuları buna yetmez. Yolsuzluk hafif kalır. Başka ve çok ciddi etkenlerin eklenmesi gerekir. Ekonomik çalkantılar boşuna heyecan yaratmıyor muhaliflerde. Ya da Öcalan’ı itibarsızlaştırmaya çalışarak, Kürtleri “derin düşüncelere” davet ederek açık açık savaş kışkırtıcılığı yapılması nedensiz değil.Fakat önünde sonunda bunlar akıl yürüterek vardığımız sonuçlardır. Yanılıyor olabiliriz. Sanırım asıl sözü seçim sonuçları söyleyecek hepimize.Bu arada; bazı “sert” arkadaşlara uyarı niyetine şu soruyu da iliştirerek kapatayım: Duymak istemediği her analizi “taraftar propagandası” olarak nitelemenin ta kendisi, sakın “taraftar körlüğünden” kaynaklanıyor olmasın?
Bu operasyon AKP’yi neden etkilemez?
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik