yürüme parkurunda
hiç aldırmadan yağmura
kucağındaki kediyi okşayarak
tempolu yürüyüşünü sürdüren kadın,
hiç aldırmadan yağmura
kitap okuyarak,
küçük kâğıtlara kurşun kalemle arada
önemli notlar düşen
ve tempolu yürüyüşünü sürdüren
ben ve akılcağızım,
ben ve topal karga yani,
ben ve beyaz farem,
ben ve güzel sözlerin cini…
yağmuru fırsat bilip
bizimle aynı parkurda
tempolu yürüyüşe çıktıkları görülen
yarım dizine salyangoz,
tempolu esen rüzgâr,
tempolu yağan yağmur,
ve yolun iki yanında
rüzgârla, yağmurla aynı gamlarda
hışırdayan çalılar, süs bitkileri,
akasya, ladin, yangınağacı,
hatmi çiçekleri, süsenler,
hüsnüyusuflar, mineler,
perisevdaları, çobanrüyaları,
kurtpençeleri, anakızlar, v.b.
adlarını, gerçekte, bilmediğim,
yakıştırdığım yahut uydurduğum
başka çiçekler, başka bitkiler…
bütün bunlar, bu yürüyüşe katılan,
renkleriyle, kokularıyla hışırtılarıyla
film setini dolduran
ve sette görevli melekleri
kan ter içinde bırakan
görkemli mi görkemli,
sıradan mı sıradan başka şeyler,
sinekler, böcekler, insanlar
ve şiirin gökteki kökleri,
yerdeki dalları arasında gidip gelen,
gelişen, dallanıp budaklanan büyük hikâye…
hikâyeyi hikâye yapan her neyse, o
bende başlayıp, bende mi bitiyor ?
varlığın ve şiirin ipi,
benim hayatımın sarılı olduğu
yumaktan mı çözülüp gidiyor?
beni de, ötekileri de sularında taşıyan
görünmeyen bir nehir mi
doğaçlıyor çağıltısıyla onu?
ah, bir görsem, bir bilsem
bu içinde akıp durduğum,
ama son beş gündür
hakkında, şöyle gönle dokunan
ve aklı yatıştıran
tek satır olsun
yazamaz olduğum şeyi!
12 Ağustos 2009