Ana SayfaYazarlarCadı kızzzlar!

Cadı kızzzlar!

 

Hole’un Pretty on the Inside’ının arka kapağında bir resim vardır. Bir kadın el aynasıyla kendisine bakmaktadır. Bedeni çarpıktır. Gövde bir deri bir kemik kalmıştır. Göğüs kafesinin kemikleri görülmektedir ama kollar kaslıdır. Parmak boğumları kanamakta, gözyaşları yanaklarından sert taşlar gibi yuvarlanmaktadır. Göğsünde, oklarla delik deşik olmuş bir kalp durmaktadır. Ama resimdeki en önemli unsur el aynasındaki gözdür: Göz kendisi üzerine düşünen ifadesiz bir kadını simgelemektedir.

 

Resmin anlattığı şey, ulaşılmaz ideal ile acıtıcı gerçekler arasındaki derin ayrılıktır, zıt değerliliktir. Ankara Üniversitesi’nde bir grup kız öğrenci, eski sevgilisini taciz eden bir erkeği evire çevire dövdüğünde, aklıma o albümdeki derin ayrılık ve zıt değerlilik geldi.

 

Üniversite öğrencilerinin eylemini “şeylerin düzenini çalkalayan tehdit” olduğu için selamlıyorum! “Yönetenin dilini kıramama” tuzağına düştükleri için de eleştiriyorum!

 

Selamlıyorum derken “Erkek Fatma tuzağına düşelim”; eleştiriyorum derken de “vaat edilmiş dünyaya ancak hareketsizleştiğimiz, cennetvari bir okyanus kasidesi okuduğumuz takdirde ulaşabiliriz” demeyi kastetmiyorum.

 

Cadı: Bağlarından kurtulmuş kadın

 

Eylemci öğrenciler, kendilerine Kampus Cadıları adını uygun görmüş. Bence zekice bir kavramlaştırma. Öyle anlaşılıyor ki, çok katmanlı bu kavram ile “şeylerin düzenini” paramparça etmeyi amaçlamışlar. Kavramlaştırma, önümüzde zaman ve mekan anlamında çok geniş bir uzam açıyor. 1-4 yaşındaki kızları da, güzel gözlü insanları da, sempatik kişileri de kapsadığı gibi Ortaçağda içine şeytan girdiği için etrafına kötülük saçan kadını da çağrıştırıyor.

 

Cadı, gem vurulamayan varlıklar imajı verir. Bu özelliği ile cadı, hem evcimenliğe karşı, hem doğanın dehşet verici vahşiliğine karşı bir isyandır. Ancak çaresiz değildir, çünkü doğanın güçlerini kullanır, daha sonra da o güçleri denetler. Bunları kendi büyülü güçlerinin kaynakları haline getirir. Ancak bu özellikleri ile “yönetenin dilini kıramama” tuzağına da düşebilir. Nitekim “Erkek Fatma” kavramlaştırması ile kastettiğim de budur.

 

Bilinçleri değil, karşı çıkışları devrimci

 

Erkek Fatma, özünde, asi erkeğin külhanbeyi kabadayılığının bir tür kopyasıdır. Sistemin; sistem kültürü ve düşünce kodlarıyla sorgulanması ve alaşağı edilmesidir. Bu perspektiften gelen “devrim” orijinal bir yeni sistem vaadi değildir. Çünkü devrim çabası, “bilinçleri değil ama karşı çıkışları devrimcidir” sonucundan öte bir şey doğurmaz. Feministler ve/ya kadın hareketi savunucuları, kuşkusuz erkek asiliğini kadın karşıtlığı üzerinden bağıran Led Zeppelin veya Guns N’Roses konserlerinde eğlenmeseler gerek. Çünkü o zaman kendilerini kölelerin çektiği devasa acıyı unutarak nefesi kesilmiş bir şekilde piramitleri seyreden turiste indirgerler. Ancak kendilerini eril isyanın erkeksi taklitçisi Joan Jett, L7 veya Patti Smith  pozisyonlarına düşürmemeleri de iyi olabilir.

 

Motosikletin arkasındaki yolcu

 

Kuşkusuz cinsel tacize ve cinsel suçlara karşı hoşgörüsüz olmak gerekir. Bunun için tetikte olmak da güzel bir şey. Ancak sistemin cinselliği üreten ve tüketen belirleyici özelliği var oldukça, bu itiraz sahilde kum üzerine yazılan yazılara benzer. Her kapitalizm dalgası geldiğinde, her erkek egemen zihniyetin etkileri vurduğunda o yazılar silinir. Kadınlar için belirlenmiş rollerin dışına çıktığı için cezalandırılan bir kızın şarkısını söyleyen Stevie Nicks olmak yetmez. X Ray’in cicili bicili kadınsılığa karşı çıkan Artificial’ını, her türlü isyanı pazarlamaya dönüştüren dünyaya sövüp sayan Identity’sini de söylemek gerekir.

 

Çünkü sistem Slits’in Typical Girl’üdür. Tipik kız (typical girl) bir icattır, genç kadınlara satılan bir pazarlama numarasıdır. Sistem için kadın motosikletin arkasına atılmış bir yolcudur, macera sonrası “eve dönüş” okyanusudur. Sistemin cinselliği üreten, dönüştüren, hazzı özgürleştiren, arzuları kışkırtan kültürel emperyalizmi sürdükçe, öz savunma atölyeleri oluşturarak bu tehlike uzaklaştırılamaz.

 

 

Maske-özgürlük paradoksu

 

Sanıyorum dünya kadın hareketleri deneyiminin de, Türkiye feminist hareketinin de açmazı şurada: Kadınlar sistemin kendilerine taktırdığı maske sıkıntısı ile kılık değiştirmenin özgürlüğü arasında bocalıyor. Birincisi dayatılmış kimliği, kısıtlayan yükü tanımlar. İkincisi giyildiğinde insana haz veren yeni bir elbise duygusu uyandırır. Birincisinde Janis Joplin’in çaresizliğini, ikincisinde Madonna’nın getirisi olan “gönüllü orospu”luğunu görürüz. Yine birincisinde sistemin kadını evcilleştirmesini, ikincisinde evcilleştirdiği kadına oynattığı gönüllü rolü gözlemleriz.

 

Türkiye kadın hareketinin önünde, ülkenin özgünlüğünden kaynaklanan sıkıntılar da var ve bu, işin cabası. Kabul edelim ki erkek egemen zihniyeti köklerinden sökemedik. Konut dokunulmazlığı duvarları ardında dokunulmazlık katına çıkardığımız “mutlu yuva”larda sessizliğe zorlanan kadın çığlıklarını görünür kılamadık. Hâlâ kadınlardan “karı” olarak bahseden medyanın dilini dönüştüremedik. “Ben imanlı feministim” dediği için öldürülen Konca Kuriş’in sorgulama cesaretini sergileyemedik. “21. yüzyıl kadın yüzyılı olacaktır” diyen Kürt kadın hareketini ulusal patriyarkal siyasete nesne yaptık. Orhun Anıtları’nda kadın ve erkeği eşit gören Türk kadın tasavvurunu, Osmanlı’da nüfus sayımlarında sayılması dahi önemsenmeyen, dükkâna girişi yasaklanan, sokağa çıkması engellenen edilgen ve itaatkâr bir pozisyona indirgedik. Özellikle 1980 sonrası ikinci ve üçüncü kadın hareketi dalgası ile biçimsel bir ilerleme oldu, ama içeriksel ilerleme olmadı. Az gittik uz gittik, ama bizdeki feminist hareket hiç kimsenin, özellikle de kadınların ziyaret etmediği bir sınır taşına dönüşmekten kurtulamadı.

 

Kampus Cadılarını öz savunma atölyeleri kurarken değil, gece saat 12’yi vurduğunda bir kazanın başında erkek egemen kültürü değiştirecek iksiri hazırlarken görmeyi hayal ediyorum. 

 

- Advertisment -