Yüz sene evvel düşman Çanakkale’ye dayandığında karşısında geçilmez bir millet buldu. Teknik üstünlüklerine rağmen işgal güçleri Çanakkale’yi geçemedi; ancak bu dünya sisteminin hedeflerinden vazgeçtiği anlamına gelmiyordu. Onları Çanakkale kapılarına kadar getiren gerekçeler ve çıkarlar ne ise sonraki süreçte de onlara ulaşmak doğrultusunda hareket ettiler.
Çanakkale’yi doğrudan geçememesi, düşmanı dolaylı yollara itti ve hedefe içeride n ulaşma yoluna gittiler. Bir ülkeyi içeriden fethetmek pekâlâ mümkün. Bu yüzden, aşamadıkları bir milleti, oluşturdukları Truva atı işlevindeki yönetici sınıfla aşmaya çalıştılar. Çanakkale’de dünyaya karşı direnen güç, son İslâm ordusuydu. Düşmanın Çanakkale’de yenemediği ruhu da Cumhuriyet’in yönetici kadroları eliyle tasfiye etmek istediler. Milletin İslâm ve kendi tarihiyle olan bağını koparmaya yeltendiler. Abdülhamid’i deviren, Osmanlı’yı parçalayan içerideki işbirlikçi sınıf; Cumhuriyet ile kılıf değiştirerek bugüne kadar aynı hain rolü sürdürdü. Türkiye’ye düşmanlık yapan içerideki ekibin benzer ihanet mirasını yüklendikleri ve yücelttikleri görülmektedir.
Yüz sene önce Çanakkale’ye dayanan düşman güçlerinin yapamadığı, bugün dünya sistemini yönetenlerin Türkiye’yi işgal vekâleti verdiği içerideki taşeronlar eliyle yapılmak isteniyor. Paralel Örgüt, PKK, DHKP-C, HDP, CHP ve türevleri, bu hedefin işlerliği için oluşturulmuş yahut dönüştürülmüş yapılardır. Ankara’da peşi sıra bomba patlatan güç; yüz sene önceki işgal güçleriyle aynı güçtür. Bu bağlantıyı kurmak ve görmek zor değil; Ankara’da bomba patlatan örgütün
NATO’nun merkezinin bulunduğu Brüksel’de karargâh kurmuş olması tesadüf olmasa gerek. Hatırlanacak olursa geçen yıl PKK’nın “Özgür Kürdistan” sloganıyla gerçekleştirdiği ve Türkiye’ye karşı “savaş” ilan ettiği toplantıya, ülkemizin sözde savunulmasından da sorumlu olan NATO’ya başkentlik yapan şehir, yani Brüksel ev sahipliği yapmıştı.
Yine Britanya’nın bugünkü resmi ve önde gelen yayın kuruluşları, terör örgütünün yöneticisi üzerinden bu milletin liderine şantaj yapmaktalar. Bu güçlere direnen lideri ise terör örgütünün ağzından devirmekle, iktidardan düşürmekle ve öldürmekle tehdit ediyorlar.
Düşman piyadelerinin ayak basmasına gerek kalmadan Güneydoğu’yu PKK taşeronluğuyla Türkiye’den koparmaya uğraşanlar nasıl ki Çanakkale’ye gelirken başka milletleri Osmanlı’ya karşı kışkırtarak ayaklandırdılar, bugün de aynı vatanın parçası olan içimizdeki Kürtleri, PKK ve HDP maşasıyla ayaklandırma gayretindeler.
Yanı başımızda PKK devleti inşa ediyorlar, Kürt devleti değil! Kırk sene önce kurdurdukları terör örgütünü bugün açıktan silahlandırarak devletleştiren akıl, yüz yıl önce istediği gibi ele geçiremediği, parçalayıp bölemediği ülkeyi; bugün bu topraklara adımını dahi atmadan bölüp parçalamanın hesabında.
Türkiye’nin başkentini hedef alan saldırılar zirveye tırmanmışken, ülkenin bir kısım akademisyeni ve medyası terör örgütünün saldırılarını görmezden gelerek; ülkenin parçalanmasına alkış tutuyor. Kendi devletlerini katil, terör örgütünü ise “kahraman özgürlük savaşçıları” olarak ilân eden bu zihniyet, aynı zamanda Çanakkale’nin düşman tarafından geçilmemesine içten içe üzülüp kahreden zihniyet. Çünkü bu zihniyetin dünya tasavvurundaki “düşman” tanımı, içine Türkiye’nin düşmanlarını dost, Çanakkale’yi geçilmez kılan ruhu düşman olarak alıyor.
Hâl böyle iken asıl hedefin; Çanakkale’yi geçilmez kılan o maneviyat olduğunu hatırlamakta yarar var.