[26 Eylül 2021] Muhalefetin dolar, İdlib, enflasyon, Kürt sorunu, AYM kararlarına uyulup uyulmaması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amerika’da Biden ile görüşememesi gibi ıvır zıvır konular üzerinden, tabii hep dış mihrakların istediği doğrultuda kötülemeye çalıştığı Türkiye, bu gevezeliklere cevabını lâfla değil sahada veriyor. Nitekim böyle iki büyük adım gerçekleşti geçtiğimiz günlerde. Aylardır 7. sıradaydık, toplam COVID vakası ıskalasında. Fransa ve İngiltere gelip geçmişti bizi, yok delta varyantı yok mu varyantı dalaveralarıyla. Doğrusu çok şüpheliyim, zaten parmaklarının ucunda oynattıkları WHO’ya bildirdikleri rakamlardan. Kasten şişiriyorlar bunları, ambargolar koymak, kırmızı listeler düzenlemek, daha nice diktatörlük önlemlerine başvurup demokrasi dedikleri sahtekârlığı büsbütün boğmak için. Zaten, işin çok içindeki bazı bilge kişilerden öğrendiğime göre, hepsi başından beri bir komploymuş, emperyalizmin dördüncü bunalım döneminin tetiklediği. Maksat, sarsılan hegemonyalarını bu yolla perçinlemekmiş.
Yaa, gördünüz mü bizim gibi saf ve masum milletlere ne oyunlar oynanıyor perde arkasında! Fakat iğneyi kendimize, sonra çuvaldızı başkalarına batıralım. Kabul etmek gerekir ki biz de biraz gafil avlandık bu yarışta. 16 Mayıs – 22 Temmuz arasında, her nasılsa aşı ve tedavi propagandasının etkisiyle inandırdık kendimizi “az, iyidir” masalına. Şanlı geçmişimize asla yakışmayacak bir şekilde, günde 10,000 yeni vaka çizgisinin altına düştük. İşte o sırada, gerilerden gelip öne fırladı bu alçak emperyalistler. Azıcık sevindiler bu sayede. Ama boşuna. Artık 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında değiliz. Borularını eskisi gibi öttüremiyorlar. Kapitalizmin eşitsiz gelişimi onların aleyhine, buna karşılık yeni yükselen, genç, erkek ve dinamik toplumların lehine işliyor. Nitekim, devletimizin, hükümetimizin ve tabii öncelikle Sağlık Bakanlığımızın önderliğinde, uzun sürmedi uyanıp toparlanmamız. 23 Temmuz’dan itibaren 10,000 bariyerini tekrar kırıp 11,094’ü bulduk. Oradan da sadece altı gün sürdü, 28 Temmuz’da 22,291’e çıkmamız. O noktadan itibaren, uzun süre hep 20,000 dolaylarında götürdük bayrağı. Nihayet iyice atağa kalktık son iki haftada. 14 Eylül, 25,000’in altındaki son performansımız. Sonrasında hep 27-28,000 dolaylarında gidiyor, arada 29-30,000’lerin kapısını çalıyoruz.
Eh, bunca eforun, bunca fedakârlığın bir karşılığı olacaktı tabii. Eylül boyunca hep ensesinde solumaya başladık, az önümüzde koşan Fransa’nın. Günden güne heyecanla izledim, aradaki mesafenin kısalmasını. Soluğumu tuttuğum 24 Eylül’de gerçekleşti büyük dönüşüm. Fransa 6,983,601 toplam vakada kalırken, biz 6,987,494’le geçtik ve bu büyük evrensel müsabakada 6. sıraya yerleştik. Bitmedi; bir büyük zafer haberi daha geldi hemen ertesi gün. Daha önce 5 milyonu 8 Mayıs’ta aşmışken, o üç aylık Duraklama Dönemi’ne girdiğimizden, 6 milyonu geçmemiz 12 Ağustos’u bulmuştu. Utanç vericiydi doğrusu, böyle yerimizde saymamız. Ama ardından, işte o günde 20,000’lerde giden yüksek tempo sayesinde yetişebildik muasır medeniyet seviyesine. Sonraki bir milyonu sadece bir buçuk ayda aşıp, 25 Eylül’de 7,013,639 toplam vakaya ulaştık.
Birkaç noktanın altını çizmek istiyorum. Bir, şimdi bizim üstümüzde sadece ABD, Hindistan (Modi), Brezilya (Bolsonaro), İngiltere ve Rusya (Putin) kaldı. Sonuncusuyla da arayı hızla kapatıyoruz ve bir aksilik yüzünden vaka sayılarımız düşmezse onlara da iki ayda yetişip 5. sıraya yükseliriz sanıyorum.
İki, lütfen bu olayı politikaya âlet etmeyelim. Bu gurur ve mutluluk hepimizin. Üç, medeniyetimizin üstünlüğü, bir bakıma. En önemlisi, tümüyle yerli ve millî bir atılım. Batı taklitçiliğinin, kendimize yabancılaşmışlığın, Frenk hayranlığının zerresini barındırmıyor içinde. Kimler, ne büyük katkılarda bulundular bu sonuca! Salgının ilk günlerinde, olanca zekâlarıyla habire uyduruk reçete ve tedaviler üretenler. Türklerin genleri dirençli tezini pazarlayanlar. Denenmemiş sıtma ilâçlarından milyonlarca doz depolayıp tedavide kullanan ve “işe yarıyor”da ısrar edenler. Kapsamlı karantina önerilerinin ardındaki “siyasî yıkıcılık” amacını saniyesinde saptayanlar. Bir aşı kampanyasını ancak bir yılda yoluna koyabilenler. Sırf ucuzculuk ve siyasî kolaylık (zannı) yüzünden, Sinovac (veya Coronavac) en iyisidir diye tutturup, aylarca diğer aşıların ve bilhassa BioNTech’in yanına yaklaşmayanlar. Şimdi ise, bu 180 derece dönüşün neden ve nasıl gerçekleştiği hakkında ağızlarını açıp tek lâf etmeyenler. Daha genel olarak, topyekûn aşı karşıtları. Bütün bilim düşmanları. Diğer yanda, yetkisiz ve suskun Bilim Kurulumuz. Neredeyse iki yıldır, günlük mesajını zerrece değiştirmeyen, nüanslandırmayan, asla “biz daha güçlüyüz, yeneceğiz” formülünün dışına çıkmayan, vaka sayıları tırmanırken bile “sosyal mesafeyi gözetelim” dışında bir tavsiyede bulunmayan, bu sayede herkeste eşsiz bir bıkkınlık ve aldırmazlık yaratmayı başaran Dr Fahrettin Koca. Hemen hiçbir önlemin alınmadığı siyasî parti kongre ve mitinglerini düzenleyenler. 21. yüzyıl tarihine vurduğumuz bu damgayı, mutlaka “bize böbürlenmek yakışmaz” diye sessizlikle geçiştirip, hepimize gerçek alçakgönüllülüğün ne demek olduğunu hatırlatan İletişim Başkanlığı.
Hepsine ve unuttuğumuz daha nicelerine (tabii, inatla ters yönde kürek çeken sağlık çalışanları hariç) içten teşekkür borçluyuz.