İstiklal Mahkemeleri’nin en kritik ve vicdanları yaralayan yargılamalarından birisi de Ankara’da İttihatçıların yargılanmasıdır. ‘Üç Aliler Divanı’ diye anılan mahkemede sanıkların avukatı yoktur. Verdikleri idam kararının temyizi de yoktur. Eski İttihatçılardan Maliye Nazırı Cavit’e, doktor Nazım, Hilmi ve Nail beylere karar hapishane müdürünün odasında tebliğ edilir. Dört eski İttihatçı hapishane önünde biriken meraklıların gözleri önünde darağaçlarına çıkarılırlar.
Tarih 26 Ağustos 1926. Bu konuda daha önce yazılar yazdım. O idam gecesinin bilinmeyen ayrıntılarından biri de asılanların ölüm raporunu yazmakla görevli doktorun kimliğidir. Adli Tıp adına idamlarda hazır bulunan doktor eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in babası Fahri Ecevit’ti. Böylesine acı ve dramatik bir olaya tanıklık eden kişinin kimliğinin unutulmaya terk edilmesi garip değil mi?
Necip Fazıl’a anlatmış
Peki Fahri Ecevit bu idam gecesini hiçbir yerde anlatmış mıdır? Oğlu Bülent Ecevit’in bu konuda yaptığı herhangi bir değerlendirme var mıdır? İzmir Suikastı ve İttihatçılar kitabında bu konuyu ele alırken Temel Yayınevi’nin sahibi Osman Selim Kocahanoğlu da merak edip Bülent Ecevit’e başvurmuş. Ecevit’in cevabı şöyle olmuş: “Babam hakkında verdiğiniz bilgiye bir şey ekleyecek durumda değilim.
Çünkü İstiklal Mahkemesi sırasında ben yeni doğmuşum. Ancak merhum babam ilk öğrenciliğim yıllarında bir gün o konuya değinerek merhum Cavit Bey’in idamı ile ilgili duruşmaya genç bir hükümet tabibi olarak katılmakla görevlendirilmiş olduğunu fakat bundan vicdan azabı duyduğunu söylemişti.” (İzmir Suikastı ve İttihatçılar Davası, Temel Yayınları s 515). Fahri Ecevit’ten o geceyi dinleyen bir kişi de Necip Fazıl Kısakürek idi.
Ölüm gecesinden aktardıklarını özetliyorum: “İdam gecesi sabaha karşı öbür vazifelilerle beraber Cavit Bey’in hücresine gittik. Koğuşun yılan gibi uzayan koridorunda zayıf bir lamba yanıyordu. Ben duvarın bir tarafına yaslanıp kaldım. Hükümlünün yüzünü görebilecek kuvvette değildim. Çıkardılar. Yavaş ve metin adımlarla yürüyerek bulunduğum noktaya gelmeye başladı.
Kılığı tertemiz şık denecek kadar itinalıydı. Yanıma gelince yüzüme baktı. Beni tanıdı ve gülümsedi. Birkaç kere görüşmüştük. O anda öyle oldum ki söz söyleme ihtiyacıyla ağzımdan şu nebati cümleyi kaçırdım: Nasılsınız efendim? Tebessümü büsbütün acılaştı. “Nasıl olabilirim doktor, asılmaya gidiyorum.” Sözümün manasızlığı karşısında bu mukabele beni büsbütün alt üst etti.
… Ben erirken Cavit Bey arkasındaki vazifelilerle gayet sakin ve metin geçip gitti. Hapishanenin müdür odasında idam tebliğinin mukabelesi! Yazıklar olsun…” Necip Fazıl’ın anlatımının devamı ise şöyle: Cavit Bey götürüldüğü hapishanenin Yenişehir’e nazır cephesinin solundaki sehpaya yaklaştığı vakit inanılmayacak derecede sükun bulmuş, telaşsız ve metin görünüyordu.