Hasan Bozkurt
Seçim sonrası gazeteci ve aydınların yaptığı analizlerin kolaylığı , işin gerçekleşmiş bir sonuç
üzerine basit muhakemelerle yorumda bulunmak şeklinde algılanmasından kaynaklanıyor.
Özellikle AKP dönemlerinde seçim öncesi ve sonrası analizler alışılmış bir karakter kazandı.
Seçim öncesinde AKP’nin iktidarını devam ettiremeyeceği, bütün bu yaşananlardan sonra
oylarında ciddi düşüşler yaşayacağı ve muhalefetin gümbür gümbür geldiği öne sürülürken,
seçim sonrasında ise subliminal “bu halktan adam olmaz” mesajlı çeşitli bahanelere
sığınılıyor. Bu, bazen makarna ve kömür dağıtarak oy aldıkları kolaycılığı oluyor, bazen de
halkın istikrarsızlık korkusu. En son seçimde ise “Erdoğan ve hükümet bombalar patlatarak,
tehdit ederek oy istedi ve halk da bundan korktuğu için AKP ye oy vermek zorunda kaldı”
yorumları yapıldı. Bazıları bunu alenen söylerken bazıları ise kelimeleri yumuşatarak telaffuz
edebildi. Ama hiç tereddütsüz belirtebileceğimiz bir şey var ki, bir sonraki seçimde aynı
kesimler yine “bu sefer kazanamayacaklar” temasını işleyecekler ve üstelik bunun
gerçekliğini de pozitivist “siyaset metodolojileri”ni referans göstererek “ispat edecekler.”
Seçimin kazananı olan AKP hakkında seçim sonrası söylenebilecekler her iki taraf açısından
sınırlıyken, aynı şey CHP için geçerli değil. CHP’yi 1 Kasım seçimlerinde aynen 7
Haziran’da aldığı oyu aldığı için başarısız kabul edeceksek, 7 Haziran’da da başarısız kabul
edebilirdik. Ne ki, 7 Haziran – 1 Kasım arasında parti ve lideri hakkında başarılı olduklarına
dair genel bir kanı vardı. Rakip partinin başarısı üzerinden gelen bir başarısızlık varsa, bunu
sadece parti yönetimi ve politikalarına bağlamak mümkün görünmüyor. CHP’nin başarısız
olduğunu düşünen ve CHP’ye oy verenler içerisinde, CHP’nin politikasının ne yönde
değişmesi gerektiği konusunda ciddi bir karışıklık var.
CHP içerisinde yer alan ve ulusalcı-Kemalistlerin meydana getirdiği grup, CHP’nin Atatürk
ilkelerinden koptuğunu, partinin Kürt -Alevi çizgisine savrulduğu için başarısız olduğunu
düşünüyor. Oysa partinin başında Kemal Kılıçdaroğlu değil de daha ulusalcı biri olsaydı,
Kürt-Alevi seçmenin önemli bir kısmı ya yeni arayışlara girecek ya da HDP’ye yönelecekti.
Bunun yerine gelebilecek ulusalcı oyların sayısını da Vatan Partisi’nin aldığı (yüzde 0,25) oya
bakarak tahmin edebiliriz. Üstelik ulusalcıların AKP karşıtlığı nedeniyle HDP’ye bile sıcak
baktığı düşünüldüğünde, CHP’yi bu doğrultuya girdiği için hatâlı bulanların, AKP karşıtlığına
rağmen sandığa gitmeme ya da CHP’ye oy vermeme suretiyle başarısızlıkta payları oldukları
düşünülemez.
Yine CHP içerisinde yer alan ve CHP nin evrensel sol ilkelerle yönetilemediği, bu nedenle
başarısız olduğunu düşünen bir grup, daha genç, daha karizmatik ve biraz daha sosyalizm
sosuna bulanmış (Çipras gibi) bir sol liderle seçimlere gidilmesi durumunda oyların
artacağını düşünüyor. Ama bu durumda da, özellikle batı bölgelerinde alınan Atatürkçü-laik-
merkez sağ çizgideki oyların böyle bir adayla nasıl kazanılacağı konusu ortada kalıyor. Bu
takdirde HDP’den bir kısım oy alınabilirken, mevcutta alınmış oyların bir kısmının da
kaybedilmesi mümkün.
Aslında son iki seçimin tartışmaları içinde soğukkanlı bir analiz yapabilme iradesi olsa,
CHP’nin 2019 seçimlerinde iktidar olmasa bile, toplumu etkileyebilme ve bunun üzerinden
iktidar üzerinde tercihleriyle ilgili baskı kurabilme şansı olabilir. CHP bunu 7 Haziran’da
ekonomik vaatler üzerinden yaptı; taraflı tarafsız herkesin takdirini kazandı. AKP de bu
vaatlerin bir kısmını gerçekleştirme sözü vererek 1 Kasım seçimlerine girdi ve verilen sözler
vaatten daha anlamlı bir realiteye sahip olduğu için de oy artışına katkı sağladı. Yani CHP’nin
doğru politikaları bile AKP’ye yaradı diye düşünülebilir; ama orta ve uzun vadede CHP’nin
toplumu nasıl ikna edebileceği hususunda ipuçları vermesi açısından önemli bir deneyim
oldu. CHP kendisini anti-Erdoğan cephesinin neferi olarak değil de topluma gelecek sunan
bir çerçevede konumlandırabilir ve politikalarını “AKP ve Erdoğan’a karşı gerekirse
Cemaatle ve büyük sermayeyle bile ittifak kurarız” doğrultusundan çıkarabilirse, hem yine
AKP ve Erdoğan karşıtlarının oylarını alabilir, hem de daha iyi bir gelecek isteyen seçmenlere
alternatif sunan bir parti olarak gerçekten “muhalefet partisi”ne dönüşebilir. Evrensel ,
eşitlikçi, özgürlükçü, kendini adalet ve ahlak kriterlerine göre örgütleyerek dönüşmüş olan bir
partiye artık CHP denebilir mi sorusu ise, yalnızca seksen yıl öncesine dönmek isteyeceklerin
merak edeceği bir soru olarak kalır.