Ana SayfaYazarlarÇok yüksek düzeyde saçmalık

Çok yüksek düzeyde saçmalık

 

The Guardian’ın eski dış politika baş editörü David Hearst kurucusu olduğu The Middle East Eye’da “Katar’a karşı kampanya neden başarısızlığa mahkûm” (Pourquoi la campagne contre le Qatar est vouée à l’échec) başlıklı bir analiz yayımladı. “Daesh ve atası El Kaide’ye karşı savaşın Orta-Doğu’da izlenen tek gösteri olmadığının” altını çizen Hearst, analizinde özetle, Suudi Arabistan’ın mimarı olduğu Katar krizi ile büyük bir stratejik hesap hatası yaparak İran’ın bölgedeki hegemonyasına karşı koymak için dayandığı bölgesel düzeni alt üst ettiğini vurguluyor.

 

Yazarın İran karşıtı bölgesel düzenin alt üst edilmesiyle kastettiği, Katar krizinin, temelinde Tahran’ın Suriye ve Irak’taki iç savaşa verdiği desteğe tepkinin bulunduğu Suudi Arabistan- Türkiye birlikteliğini bozmuş ve bunun da sonuçta İran’a yaramış olması. Hearst bu bağlamda Türkiye’nin Katar’dan yana aldığı kararlı tutuma ve İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif ’in apar topar Ankara’ya yaptığı ziyarete işaret ediyor. Ne kadar şaşırtıcı görünürse görünsün bu krizin sonuç itibariyle İran ve Türkiye’yi Suudi Arabistan’a karşı bir araya getirmiş olduğunun altını çiziyor.

 

Hearst, Suudi Arabistan’ın krizin fitilini, -Pentagon’un gösterdiği farklı tepkiler göz önüne alınacak olursa- sadece Başkan Trump’ın Riyad ziyareti sırasında söylediklerine güvenerek ateşlediğinin ve krizin fikir babasının da Trump olduğunun anlaşıldığını belirtiyor. Hearst’in yazısı yayımlandığında, Beyaz Ev’in tartışılan kiracısı henüz “Katar terörizme (finansal olarak) çok yüksek düzeyde destek veriyor” (Qatar supports terrorism at a very high level) saçmalığını dile getirmemiş ve Dışişleri Bakanı Tillerson’un Katar’a uygulanan “ambargonun yumuşatılması” yönündeki çağrısını boşa çıkarmamıştı.

 

Riyad’ın hesap hataları  

 

Hearst, bir Trump ürünü satın alındığında, yan etkilerinin de hesaba katılması gerektiğini, yan etkilerden ilkinin de kendi ülkesinde yarattığı “derin karşıtlık ve direniş iklimi” olduğunu dile getiriyor. “Trump’a CIA, Pentagon, Dışişleri, her eğilimden senatör ve yargıçların öfkeli” oldukları gözleniyorsa, bu karşıtlık iklimin dikkate alınmamasının büyük bir hata olduğunu vurguluyor.  

 

Hearst’e göre, Suudi Arabistan’ın ikinci hatası, Katar küçük bir ülke olduğu için hiçbir büyük ülke tarafından savunulmayacağını varsayması. Türkiye’ye büyük yatırımlarda bulunmuş olan Suudi Arabistan ve BAE’nin (Birleşik Arap Emirlikleri) Türkiye’nin satın alınabileceğini düşünerek yanıldıklarını belirten İngiliz yazar, Abu Dhabi’nin Erdoğan’ı darbeyle devirmeye bile kalktığını anımsatıyor. Erdoğan’ın Katar düşerse yalnız kalacağının hesabını çok iyi yaptığını söylüyor.

 

Suud cephesinin üçüncü büyük hesap hatası, Katar’a yönelttikleri terörizmin finansmanı ve İran’la yakınlaşma suçlamasının tutar tarafının olmaması. Örneğin Katar karşıtı koalisyonun üyelerinden BAE, İran’la yakın ekonomik ilişki içinde olmasına karşın bu konuda Katar’ı suçluyor. Suud cephesinin gerçek taleplerinin El Cezire’nin kapatılması, Al-Araby al-Jadid, d’Al-Quds al-Arabi’nin ve Huffington Post’un Arapça yayınının finansmanına son verilmesi olduğuna işaret eden David Hearst, böylelikle “bu ülkeler diktatörlerinin kendi halklarının yozlaşmış despotik rejimleri hakkında bilgi edinmelerini” önlemeyi amaçladıklarına dikkat çekiyor.

 

Hearst, Suud cephesinin bir başka hatasının Doha’dan İhvan ve Hamas ile ilişkisini kesmesi talebi olduğunu belirtiyor. Washington ne düşünürse düşünsün, özellikle Hamas’ın Körfez’de halk desteğine sahip olduğuna işaret eden İngiliz yazar, bu talebin İsrail’in parmak izlerini taşıdığına dikkat çekiyor. Özellikle BAE yönetimi ile Netanyahu hükümeti arasındaki yakın ilişkilere işaret eden Hearst, Suud cephesinin İsrail’le ilişkilerin normalleşmesi için bağımsız bir Filistin devleti kurulmasını bile şart koşmadığını vurguluyor. Doha’yı da ülkesindeki Amerikan Üssü ya da Irak, Suriye, Libya ya da Yemen’deki politikalarından ötürü değil, El Cezire Arap alemindeki bu siyasi gerçekleri dile getirdiği için cezalandırmak istediğinin altını çiziyor.

 

David Hearst son olarak Katar’ın sahipsiz bir Gazze olmadığına, güçlü ordulara sahip dostlara ve büyük ekonomik ortaklara sahip bulunduğuna işaret ederek, Suud cephesinin Katar’ın bu özelliklerini göz önüne almamış olmamasının da büyük bir hesap hatası olduğunu vurguluyor.

 

Üzerinde durulması gereken bir diğer konu, Batı’nın gözünden bakıldığında bile bütün bunlar tartışılırken, ABD gibi bir süper gücün Başkanı’nın “Katar terörizme çok yüksek düzeyde finansal destek sağlıyor” çıkışı yapabiliyor olması. Yanlış mı bilgilendiriliyor, aklına geleni mi söylüyor, yoksa terörizm Okyanus ötesinde bambaşka bir anlama mı geliyor?

 

Trump’ın hatası

 

Başkan Trump’ın 10 Haziran’da, Katar’la ilgili olarak, Tillerson’dan tam iki saat sonra, onunkiyle taban tabana zıt bir açıklama yapması, ister istemez yukarıdaki soruları akla getiriyor. Radikal İslam’a açtığı savaş ve terörle mücadele kapsamında, dış müdahalelerde bulunabilmek için terör örgütlerini  kullanan, nitekim Suriye’de müttefik ilan ettiği bir terör örgütüne resmen silah veren ve bu örgütle halen ortak bir operasyon yürüten ABD’nin başka ülkeleri teröre destekle suçlaması tutarlı değil. Hele bu suçlamayı yapan Başkanı kısa bir süre önce Daesh terör örgütünün CİA tarafından kurulduğunu iddia etmiş ise.

 

Middle East Eye’e konuşan Michigan-Dearborn Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörü Ronald Stockton, Trump ile yönetimi arasındaki çelişkili açıklamaların normal kabul edilemeyeceği, bunda Başkan’ın deneyim eksikliğinin yanı sıra, kendisini bilgilendirenleri dikkatle dinlememesinin de rolü bulunduğu görüşünü dile getiriyor. Nedeni ne olursa olsun, ABD’nin geçmişteki günahları, örneğin 2003’te kimyasal silah yalanıyla girdiği Irak’ta neler yaptığı göz önüne alındığında, Başkanları’nın tutarsız sözlerinin üzerine gidilmesinde yarar var kuşkusuz.   

 

Trump’ın Katar’la ilgili sarf ettiği sözlere gelince, Tillerson’un çağrısıyla çelişsin çelişmesin, bir Amerikan Başkanı tarafından dile getirildiği için, başlıkta da belirttiğim gibi, çok üst düzeyde bir saçmalık (absurdity at a very high level) olduğunun altını çizmekte yarar var. Bu sözleri başka türlü değerlendirmek için ancak terörün tanımını değiştirmek gerekir. Örneğin ABD’nin siyasi, ekonomik, askeri çıkarlarına aykırı davranmayı başlı başına “terör” olarak nitelemek gibi.

 

Trump bu tür saçma sapan açıklamalarla Türkiye gibi bölgedeki müttefiklerini kaybedebilir. Ayrıca ülkesinde olduğu gibi, alev, alev yanan Orta-Doğu’da da karşıtlarının oluşturduğu güçlü bir cepheyle karşılaşabilir. Ayrı bir tartışma konusu ama kabul etmek gerekir ki Amerikan siyasi, ekonomik, askeri üstünlüğüne dayanan İkinci Dünya Savaşı ertesinde kurulmuş dünya düzeni ya da “Pax Americana” Soğuk Savaş’ın sonuyla birlikte miadını çoktan doldurmuş bulunuyor. Suni teneffüsle yaşatılmaya çalışılmasının dünya barışına, demokrasi ve insan haklarının yaygınlaşmasına artık yararlı olmadığı ortada. Trump’ın bu talihsiz sözleriyle Irak ve Suriye sorunları yetmiyormuş gibi, Orta Doğu’nun geri kalan bölgesinde de yarattığı gerginlik bu gerçeğin en güncel örneğini oluşturuyor.        

 

 

 

       

- Advertisment -