7 Haziran genel seçimlerinin sonuçlarını herkes kendi görüşleri çerçevesinde değerlendirdi, değerlendiriyor. Seçmen sözcüğü tekil olsa da, burada seçmenlerin tümünü kapsayan bir anlamda “electorate” karşılığı olarak kullanıldığı için ben oyları bir kişi kararlaştırıyormuş gibi, “seçmen x partisini birinci parti yaptı ama diğerleri ile uzlaşması mesajı verdi” türünde değerlendirmeleri doğru bulmuyorum.
Kabul etmek gerekir ki kutuplaşmış toplumumuzun seçmenleri 7 Haziranda öncelikle iki seçenekten biri lehinde tercih kullandı. Birincisi, siyasi ve ekonomik istikrar için AK Parti hükümetinin devamını sağlamak, ikincisi en azından “AKP’yi iktidardan düşürmek”. İkinci şıkkı yeğleyenler kendi görüşlerine göre, şahsi tercihlerini CHP, MHP ya da HDP’den yana koydular ama bunu yaparken de amaçlarına ulaşmalarının tek koşulu olan HDP’nin yüzde 10 barajının üstünde kalmasını kalpleriyle ya da ödünç oy vererek desteklediler. Bu sonuçlar öncelikle AK Parti’nin tek başına iktidarına son vermek isteyenlerin sandık zaferini ortaya koyuyor.
Anlaşıldığı ve yakın çevremden bildiğim kadarıyla, CHP seçmeninin bir bölümü HDP’ye ödünç oy verdi. Bunların bir kısmı Çözüm Süreci’ne destek verenlerdi ama büyük çoğunluğu karşıydı. Başka bir deyişle HDP’ye bu sürecin küçük ortağı olduğu veya demokratik özerkliği savunduğu için değil, sadece AK Parti’ye öldürücü darbeyi vurması amacıyla oy verdi. Seçim kampanyası boyunca HDP Eş Başkanı Demirtaş’ı “AKP ile işbirliği yapmaması” için sürekli baskı altında tutan bu seçmen şimdi emanet oylarının karşılığını almayı bekliyor haliyle.
Aslında HDP’nin kelimenin tam anlamıyla oy patlaması yapmasında bu seçmenin payı çok da yüksek değil. Sonuçlardan görüldüğü kadarıyla HDP, Kürt seçmenden tahminlerin üzerinde aldığı oyla bu başarıya ulaşmış bulunuyor. Bundan, muhafazakâr Kürt seçmenin AK Parti’den HDP’ye kaydığı anlaşılıyor. Bu seçmenin Çözüm Süreci’ni öncelediği var sayılırsa, iktidar partisinin bu konuda özellikle Dolmabahçe mutabakatından sonra yaptığı hatalarla yüzleşmesi gerekiyor kuşkusuz.
Ne var ki, çevremden bildiğim kadarıyla, 7 Haziranda, önceki seçimlerde AK Parti’ye oy vermiş olup kulaklarına fısıldanan “AKP, HDP anlaşacak ve Öcalan serbest bırakılacak” sözlerini ciddiye alarak MHP saflarına katılan bir grup seçmen de oldu. Çözüm Süreci’ni başından beri “ihanet” olarak niteleyen partinin oylarındaki birkaç puanlık artışa bakılırsa bu seçmenin de AK Parti karşıtı cephenin sandık zaferinde rolü var.
Sonuç olarak, AK Parti karşıtı cephenin bir bölümü Çözüm Süreci’ni öncelerken, büyük bir bölümü de bu süreci dışlayanlardan oluşuyor. O bakımdan Çözüm Süreci optiğinden bakıldığı zaman AK Parti’nin çözümden yana tutum alıp, küçük ortağı HDP’ye yüklenmesi stratejik bir hata olarak değerlendirilebilir. Çünkü “Kürt sorunu yoktur, biz sorunu çözdük” söylemi, MHP’ye kayan seçmeni geri getirmediği gibi, AK Parti seçmeni Kürtleri de önemli ölçüde rahatsız etmiş, ayrıca HDP’ye yönelik sert eleştiri ve suçlamalar bumerang gibi geri dönüp kendisini vurmuş görünüyor.
Bunun yanı sıra HDP karşıtı söylemin seçim ertesi yaşanacak olası koalisyon senaryolarında da AK Parti’nin seçeneklerini kısıtladığına kuşku yok. İki parti arasında tırmanan gerginliğin, Eş Başkan Demirtaş’ın karşı cephenin söylemlerini benimsemesine, o cepheden emanet oy devşirmesine ve bu oylara ihanet etmeme gibi etik bir duruşa yönelmek zorunda kalmasına yol açtı. AK Parti’nin bu konuda aldığı tutumla da yüzleşmesi gerekiyor kuşkusuz.
Ne var ki HDP’nin Çözüm Süreci karşıtı cepheye yakınlaşması da sonuçta seçim kampanyası sırasında altını çizdiğim gibi, kendi varlık nedeniyle çelişiyor. CHP’nin ulusalcı kesimi bir yana, MHP’nin dün Genel Başkanı Bahçeli’nin de vurguladığı gibi, HDP’nin tam karşısında durduğu ve oylarını çözüme karşı seçmenden aldığı dikkate alınacak olursa, HDP’nin seçmeni Çözüm Süreci karşıtı olan partilerle birlikte hareket etmesinin mantıklı bir izahı bulunmuyor. Bugün gelinen noktada, olası CHP-MHP koalisyonuna karşılıksız destek verebilir mi, verirse Kürt sorununu çözmek gibi asli bir rolü olduğunu savunmaya devam edebilir mi?
Bu sorunun yanıtı olumlu ise, başlıktaki soruya da olumlu cevap verilebilir ve 7 Haziranda sandıktan Çözüm karşıtlarının çıktığı söylenebilir. Ama bu pozisyonun HDP için arzu edilir olmaması gerekir. Sonuçta hem yeni anayasa, hem de PKK’nin silah bırakmasına yönelik teknik müzakereler konusunda çalışmak durumunda. Bunun için de en azından yasa çıkarma imkânına erişebilmeli, bir ya da birden çok ortakla salt çoğunluğa ulaşabilmeli. Bu konuda en azından MHP’yi ikna etmesi hiç ama hiç mümkün görünmüyor.
Sonuçta 7 Haziranda sandıktan çıkan sonuçlar, AK Parti karşıtlarını sevindirirken, resmin bütününü görenler bakımından yukarıdakiler gibi yanıtı henüz bilinmeyen birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Bu soruların yanıtlarını ancak önümüzdeki dönemde alacağımız anlaşılıyor. Bu belirsizlik kaygı veriyor belki ama serbest seçimler çoğulcu demokrasinin belkemiğini oluşturuyor doğal olarak.