‘İşinde başarılı olmuş her fani Türkiye’de yaşıyorsa bir gün linci tadacak’ mottosu şu günlerde Ara Güler’in başına geldi. Gerçi bu linç, ustanın umurunda değil, benim de Ara Güler gibi dünya çapında bir ‘foto muhabirini’ savunmak haddime değil. Haddimi aşmamaya çalışarak Ara Güler özelinde bir iki kelam etme gereği hissettim.
Yaşamının 60 yıldan fazlasını fotoğraf çekmeye adayan, her ne kadar kendisine sanatçı dense de “Ne sanatçısı kardeşim, ben foto muhabiriyim” diyen ve yaşadığı yüzyılı fotoğraflarla belgeleyen Ara Güler, son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ailesiyle özel fotoğraflarını çekti. Çekmesiyle birlikte sosyal medyada başlayan linç, vakti zamanında fotoğraflarını bolca kullanan Cumhuriyet Gazetesi’nin birinci sayfasına “Ustayı ‘Ara’ki bulasın” başlığıyla taşındı. Bir foto muhabirinin sadece işini yaptığı için ‘linç’ edilmesine de tanıklık etmiş olduk böylece…
Fotoğrafla olan ilişkisi, elindeki akıllı telefonla selfie çekmek olan sosyal medya ergenlerinin (bu ergenliğin yaşı günümüzde 15-75 arasında değişiyor) Ara Usta’yı ‘adam’ yerine koymamasını anlıyor insan. Ne de olsa ellerindeki akıllı telefonlar, kendilerinden daha akıllı olduğu için, karşı çıktıkları her şeyi linç etme ‘akılsızlığını’ kendilerine hak görebiliyorlar. Buraya kadar anlaşılmaz bir şey yok zaten. Anlaşılmaz olan işi haber, fotoğraf satmak ve ondan para kazanmak olan bir gazetenin Türkiye’nin şu ya da bu şekilde en çok konuşulan, en güçlü adamının özel hayatına dair fotoğrafları çektiği için bu linçe katılması.
Dünya üzerinde fotoğraf işiyle uğraşan her fotoğrafçı, istisnasız Erdoğan’ın özel hayatına dair fotoğrafları çekmek ister. Ayrıca yaptığımız iş ne olursa olsun, o işi yaparken karşımızdaki ile özdeşleşmek zorunda değiliz. Bu basit kuralı bile aklımızdan çıkaran öfkenin nedenini anlamaya çalışırken bir arkadaşım şöyle dedi: Bunun adı Erdoğanfobia!
Son dönem ‘bağzı’ Türk aydınlarında yaygın ve bulaşıcı şekilde görülen hastalığın adı, Erdoğanfobia. Daha kapsamlı şekliyle: Erdoğanfobik obsesif kompülsif bozukluk. Yani Erdoğan korkusuna bağlı saplantı ve zorlantı kişilik bozukluğu. Saplantının ne olduğu açık, compulsion yani Türkçesi ‘zorlantı’ saplantılı düşünceye bağlı irade dışı hareketlerdir. Örnekle anlatmak gerekirse, kişi dokunduğu her şeyin kirli olduğunu devamlı ve engellenemez biçimde düşünür; bu saplantıdır. Bir yere dokunduktan sonra devamlı elini yıkaması da zorlantı…
İşte bu zorlantıdan yola çıkacak olursak (ki Cumhuriyet okurları Türkçe’ye önem verdiği için zorlantıyı anlayacaklardır) Cumhuriyet Gazetesi uzun süredir habercilik yapma yerine ‘muhalif’ olma adına gerçeklikten kopuk yayın yapmayı tercih ediyor. 15 yaşındayken Cumhuriyet Gazetesi okuduğum için dayak yemiş biri olarak bu duruma üzülmüyorum desem yalan olur. Fakat benim asıl merak ettiğim şu; o gazetede yazan, çizen, fotoğraf çeken, dizgisinde çalışan, çay getiren de dahil emek veren herhangi bir arkadaş, sadece işini yaptığı hatta çok iyi yaptığı için linç edilen bir ustaya ne diyecek?
Ya da bizler Cumhuriyet Gazetesi’ne gazete mi diyeceğiz hâlâ? ‘Muhalif’ gazetecilik yapmakla gerçeklikten kopuk aktivist olmayı birbirine karıştıran bir gazete gider Ara Güler gibi bir ustaya toslar. Akıl baştan uçup gitmiştir bir kere… Yoksa Ara ustanın umuru değildir bunlar, o tarihe tanıklık eden fotoğraflar bırakır geriye, siz de bu ‘utanç’ başlığını. Ara ki bulasın bundan sonra Cumhuriyet’i…
Girişte yazmıştım, Ara Güler gibi bir ustayı savunmak haddime değil diye. Ki vakti zamanında bir yangını akşam karanlığında flaşla çekerken omzuma dokunup “Flaşla çekme evlat, fotoğrafı öldürüyorsun” diye meslek büyüklüğü de yapmıştır bendenize…
Ara Güler, zaten birkaç ay önce hastanede yoğun bakımdan çıktıktan sonra fotoğrafını çekerlerken yaptığı hareketle bu günlere de cevap vermişti o muzip haliyle. Tıpkı kamyoncuların yaptığı gibi ‘iki tekerleğin arasında taş var’!