Kürt sorununun şiddet boyutuyla birlikte çözümünü önceleyen herkes gibi, Daesh (Dawlat al-ıslamiyah f’al-ıraq wa belaad al-sham) ilk ortaya çıktığında, Çözüm Süreci’ne bir şekilde çomak sokmasından kaygılanıyordum. Bunu rasyonel olarak izah etmek mümkün değildi belki ama on yıllardır itirazlarla karşılanan demokratik bir çözüm modelini Türkiye’de bir iktidar partisinin benimsiyor olması inanılamayacak kadar önemli, “doğru olamayacak kadar iyi” bir girişimdi. Bu nedenle çözümün tereyağından kıl çeker gibi gerçekleşmesine Türkiye’nin içinden ve dışından çomak sokmaya çalışanların olmasından kuşkulanıyordum.
Türkiye’de sadece PKK/HDP’yi değil, aynı zamanda haklar bağlamında Kürtleri de hedef alan, beklenebilecek aşırı milliyetçi tepkilere ilave olarak, Çözüm Süreci’nin baş aktörü olan Başbakan Erdoğan’a ve partisine karşı Gezi Olaylarıyla başlatılan yıpratma kampanyası bu kuşkularımda haklı olduğumu gösteriyordu. Aşırı milliyetçi tepkiler eskiden beri var olduğu için ne kadar doğal karşılanabilirse, Erdoğan karşıtlığı zamanlaması itibariyle o kadar yapay ve abartılıydı.
Bugün fazlasıyla kutuplaşmış kamuoyumuzda AK Parti yandaşlığı olarak etiketlenebilecek bu değerlendirmeyi sadece çözüm optiğinden yapıyordum aslında. CHP’nin bu konuda o dönem itibariyle en azından ikircikli, MHP’nin de karşıt tutumu göz önüne alındığında, AK Parti’nin yıpratılması doğrudan Çözüm Süreci’nin sona erdirilmesi amacını taşımasa bile bu sonucu doğuracaktı. Son 20 yılını entelektüel düzlemde İspanya örneği üzerinden demokratik çözüme hasretmiş benim için bu gerçeği görmemek mümkün değildi elbette.
Bununla birlikte, çözümü önceleyen herkes gibi, AK Parti ile HDP arasındaki işbirliğinin bu sürecin ileri götürülmesi ve başarıyla tamamlanması için yeterli olacağını düşünüyordum. Mantık CHP ve MHP’nin bu konudaki görüşleri değişmediği sürece HDP’nin bu işbirliğini devam ettirmesini gerektiriyordu. O bakımdan Çözüm Süreci’ne çomak sokmanın en azından Türkiye’deki siyasi güçler dengesi temelinde mümkün olmadığına inanıyordum.
2006’da El Kaide bağlantılı olarak Irak’ta kurulan ve aşağı yukarı Çözüm Süreci’nin başladığı tarihlerde (9 Nisan 2013) Suriye topraklarını da kapsayacak şekilde Daesh (IŞİD) adını alan İslamcı terör örgütünün Türkiye’deki siyasi güçler dengesini bir şekilde etkileyeceği hesaba katılabilir miydi?
Hayır elbette. Türkiye’de hükümetin Daesh ile işbirliği yaptığı, hatta terör örgütüne silah ve mühimmat gönderdiği gibi mantık dışı iddiaların saygın uluslararası medya organlarınca dile getirileceğini kırk yıl düşünsek akıl edemezdik. Oysa bu iddialar Daesh’in 2014’te Musul Başkonsolosluğumuzu basmasına ve personelini uzun süre rehin almasına karşın gündemden hiç düşmedi.
Eski bir bürokrat olarak, Türkiye’de sadece AK Parti’nin değil, hiçbir hükümetin bir terör örgütüne dolaylı, dolaysız yardım etmesinin mümkün olmadığının altını defalarca çizdim. Aşırı milliyetçi alışkanlıklarından ötürü çözümü benimsemeyen, ruhuna aykırı davranan, AK Partili olanlar da dâhil, siyasetçi ve bürokratlar olabilirdi ama Türkiye, demokrasi sorunlarına karşın, bir terör örgütüne başka bir terör örgütünü yok etmesi de dâhil herhangi bir amaçla destek veren bir muz cumhuriyeti de değildi.
Ne var ki Daesh’e yardım iddiaları, 7 Haziran genel seçimlerine giderken olduğu gibi, bugün de Çözüm Süreci’ne çomak sokulmasını sağlıyor. Çünkü Erdoğan karşıtlığı üzerinden oluşan toplumsal kutuplaşmanın bir tarafında yer alan kesim bu iddiaların doğru olduğuna AK Parti ve Cumhurbaşkanı’nın iktidardan düşmesine katkıda bulunur umuduyla inanmak bir yana dört elle sarılmış, Türkiye’nin saygınlığına zarar verip vermediğini tartışmıyordu bile. AK Parti ve Erdoğan karşıtı kesimin bu pozisyonu her şeye karşın anlaşılabilirdi belki ama HDP’nin Çözüm Süreci’ne baştan beri karşı olan bu kesimle birlikte hareket etmesi beklenebilir miydi?
Hayır elbette. Ama Daesh’e yardım iddialarını en azından ciddiye alarak siyasetini AK Parti karşıtlığına endeksleyen HDP, Çözüm Süreci’ni önceleyen herkesi hayal kırıklığına uğrattı. Bugünlerde bu politikanın nedenlerini süreç bağlamında açıklamaya çalışan HDP’liler var. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Dolmabahçe Mutabakatı ve İzleme Heyeti hakkında Çözüm Süreci’ni önceleyenler açısından da hata olan aleyhte çıkışına işaret ediyorlar. Ancak bu çıkışa tepki göstermek ne kadar doğalsa, sürece inanmayan siyasi partilerle flört ederek seçime gitmek o kadar mantıksızdı. HDP, Çözüm Süreci’ni CHP-MHP bloğuyla ilerletebilir miydi, CHP ile ilerletmeye bugün sayıları yetiyor mu?
Berat Özipek, “Üslup sorunundan ötesi” başlıklı yazısında HDP’nin bu çelişkili tutumuna dikkat çekiyor. “Çözüm sürecine karşı MHP ile anadilde eğitime ancak özelde razı olabilen CHP’nin kuracağı bir hükümete bile dışarıdan destek öneren” HDP’nin AK Parti’ye karşı tutumunun “kendi öncelikleri bakımından rasyonalitesi yok gibi göründüğünün “altını çiziyor. Özipek bu tutuma rasyonel bir neden arayarak şöyle devam ediyor: “Ancak belki de, Çözüm Sürecinin kendileriyle yürütülmesinin mümkün olmadığı iki partiye gösterilen teveccüh, sürecin birlikte yürütülebileceği tek aktörün dışlanması politikasını, ‘uzlaşmaz parti’ imajı vermeden sürdürmeyi kolaylaştırıyor.”
Kabul etmek gerekir ki Suriye’de bir süredir devam eden Daesh-YPG çatışması AK Parti’nin İslamcı terör örgütüne yardım ettiği iddialarının ciddiye alınması sayesinde Çözüm Süreci’nin aktörlerini karşı karşıya getiriyor. Oysa Öcalan 2013 Nevruz’unda Diyarbakır’da okunan tarihi mesajında Türklerle Kürtleri bir araya getiren “yeni bir Türkiye, yeni bir Orta Doğu” öneriyor ve “bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı inat birleşeceğiz” diyordu. Peki, neden HDP, Öcalan’ın bu uyarısını değil de, Çözüm Süreci’ni sona erdirme olasılığı yüksek Deash’e yardım iddialarını dikkate alıyor?
PKK’nin (HPG) Adıyaman’da bir askeri, Urfa’da iki polis memurunu katletmesinden sonra, insanın aklına ister istemez örgüte Deash ile savaşmak karşılığı “Çözüm Süreci’nden daha avantajlı bir statü mü öneriliyor “ sorusu takılıyor. HDP Eş Başkanı’nın, terör örgütüyle bağları olduğu eleştirilerine karşılık, sırtlarını “IŞİD adını verdiğiniz o çeteye karşı mücadele edenlere” ve “YPJ’ye, YPG’ye, PYD’ye dayadıklarını söylemekte (…) hiçbir sakınca görmediğine” bakılırsa, bölgede etiketlerin değiştirildiğine inananlar var anlaşılan.
Çözüm Süreci öncelikle bir Türkiye’ye entegrasyon projesi. PKK ile çatışmayı sonlandırıp silah bırakanlara siyasetin yolunu açacak, Türkiye’yi evrensel demokrasi ilkeleri temelinde yeni bir anayasaya kavuşturacak ve halkın ekonomik refahını arttıracak bir proje. Teknik açıdan değerlendirildiğine sınır ötesi ayakları olmayan bu projeye en yakın duran partinin çelişkili duruşu nedeniyle HDP değil, her şeye rağmen hâlâ AK Parti olduğu görülüyor. Ama bu nedenle de çözüm bir başka bahara kalmışa benziyor.