Ana SayfaYazarlarDarbe ve insan hakları savunucuları

Darbe ve insan hakları savunucuları

 

5 Temmuz 2017’de güvenlik güçlerinin Büyükada Aksor Otel’de yaptığı baskın üzerine, ”insan hakları savunucularının korunması programı” adı altında bir araya gelmiş 10 kişinin gözaltına alınması haberi Türkiye medyasında farklı şekillerde işlenmeye başladı.  Bir haftalık gözaltı süresinin sonunda, gözaltına alınan 10 kişiden 6’sının tutuklandığını öğrendik. Tutuklananlar şunlar: İdil Eser, Özlem Dalkıran, Ali Gharavi, Peter Steudtner, Günal Kurşun ve Veli Acu. Tutuklananlardan İdil Eser’in Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü, Özlem Dalkıran’ın Yurttaşlık Derneği (eski adıyla Helsinki Yurttaşlar Derneği) üyesi, Günal Kurşunun İnsan Hakları Gündemi Derneği Yönetim Kurulu üyesi, Veli Acu’un İnsan Hakları Gündemi Derneği'nde sayman, Ali Gharavi’nin İsveç vatandaşı ve bilgi güvenliği danışmanı, Peter Steudtner’ın Alman vatandaşı ve bilgi güvenliği danışmanı olduğu yazıldı.  Gözaltına alınıp ilk ağızda tutuklanmayan toplantı katılımcıları da şunlardı: İlknur Üstün: Kadın Koalisyonu Koordinatörü; Nalan Erkem: Yurttaşlık Derneği (eski adıyla Helsinki Yurttaşlar Derneği) üyesi;  Nejat Taştan, Eşit Haklar için İzleme Derneği Genel Koordinatörü; Şeyhmus Özbekli: HAK İnisiyatifi Diyarbakır üyesi. Ancak daha sonra bunlardan ikisinin de tutuklandığı haberi geldi ve böylece tutuklu sayısı 8’e çıktı.

 

Bu toplantıya iştirak eden ve insan hakları alanında çalışmalar yapan;  Prof. Dr. Murat Belge’nin uzun yıllar başkanlığını yaptığı; eski adı Helsinki Yurttaşlar Derneği, şimdiki adı Yurttaşlık Derneği olan kurumu yaklaşık 20 seneden beri tanırım.  Temel çalışma alanı insan hakları mücadelesi olan bu kurum,  insan hakları mücadelesinde şiddete mesafeli bir örgüt olarak bilinmektedir.

 

 

AK Parti, insan hakları çalışmalarını destekliyordu

 

Benim bildiğim Helsinki Yurttaşlar Derneği, AK Parti’nin de kimi toplantılarına en üst düzeyde iştirak ettiği ve hattâ kimi aktivitelerini desteklediği bir kurumdu.   Bir zamanlar derneğin yönetim kurulu üyeliğini de yapmış olan Ali Bayramoğu, insan hakları savunucularının tutuklanmasını konu alan makalesinde şöyle yazıyor: “Tutuklu aktivistlerden Özlem Dalkıran 2008-2015 yılları arası Uluslararası Hrant Dink Ödül Komitesi başkanlığını yaptığım sürece, şiddet karşıtı duruşu birlikte savunduğum, en yakın çalışma arkadaşlarımdandı. 2001-2004 arası İnsan Haklarında Yeni Taktikler ve Stratejiler başlıklı büyük uluslararası projeyi de birlikte yönettik. 2004 yılında Ankara’da yedi kıtadan 400 insan hakkı savunucusunu toplayan büyük sempozyuma o dönem Erdoğan’ın başbakan olduğu Türk hükümeti 400 bin dolar katkıda bulunmuştu. Sempozyumun açılış konuşmasında Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül insan hakları savunucularını selamlıyor ve yeni Türkiye’yi onlarla anıyorlardı. Bu konuşmaları Dalkıran ve diğer arkadaşlarla dinlemiş ve alkışlamıştık.”

 

Dönemin ABD büyükelçisi Eric S. Edelman’ın da katıldığı Ankara toplantısında ben de vardım.  Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün konuşması alkışlar ve tezahüratla karşılanırken,  ABD’nin Irak operasyonu nedeniyle kimi katılımcılar ABD büyükelçisini ıslıklarla protesto etmişlerdi.  O dönemlerde AK Parti insan hakları alanında tarihi adımlar atıyor, Kopenhag kriterleriyle yarışacak Ankara kriterlerinden söz ediliyordu.  Örneğin Abdullah Gül’ün başkanlığında kurulan 58. Hükümetin programında, insan hakları ve özgürlüklere ilişkin olarak şu satırlar yer almaktaydı:  “İnsanlarımızın barış ve refah içinde özgürce yaşadığı, çağdaş dünya ile bütünleşmiş, farklılıkların çatışma unsur olarak değil zenginlik kaynağı olarak görüldüğü itibarlı, demokratik ve dinamik bir Türkiye vizyonunu hayata geçirmek.”

 

Peki, AK Parti bu anlamda sözlerini tuttu mu? Çok büyük oranda tuttu diyebilirim. Türkiye, tarihinin hiçbir döneminde hayal bile edilmeyecek oranda hukuk devleti olma yolunda ilerledi. Örneğin işkenceye sıfır tolerans gösterildi ve geçmişin ciddi hatalarıyla yüzleşmekten korkulmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, henüz başbakan iken CHP iktidarı döneminde vuku bulmuş “Dersim katliamı” vesilesiyle devlet adına özür dileme erdemini gösterdi. Geçmişteki inkâr ve imha politikaları bir kenara bırakılarak, Kürt kimliğini tanıma anlamında büyük adımlar atıldı. Vedat Aydın örneğinde olduğu gibi, insan hakları savunucularının cesetleri köprü altlarından toplanmadı.  Gayrimüslim azınlıkların el konulan mallarının bir kısmı iade edildi ve azınlıklar, sözde laik CHP iktidarları döneminde hayal edemeyecekleri oranda bir rahata kavuştular. 

 

Geçenlerde bana çok yakın bir Süryani arkadaşım şöyle dedi: “Açık ve net olarak söylüyorum: Biz gayrimüslim azınlıklar olarak, Cumhuriyet tarihi boyunca, en rahat ve huzurlu dönemimizi AK Parti iktidarları döneminde yaşadık. Varlık Vergisini, Erzurum Aşkale’yi ve sermayenin millileştirilmesi adı altında mallarımıza el konulması, kiliselerimizin kapısında saldırıya uğramayı ve ibadethanelerimize insan pisliğinin atıldığı günleri unutamayız.”

 

15 Temmuz darbesinden sonra

insan hakları mücadelesi zayıfladı

 

Keşke AK Parti, insan hakları ve azınlıklar konusundaki o politikalarını sürdürebilseydi ve Türkiye demokrasi mücadelesinde birinci lige çıkabilseydi. Ancak barış sürecinin çöküşü ve Kürt meselesinin çözüme kavuşturulmamış olması, pek çok şeyi yarıda bıraktı. Kanımca iki önemli olay Türkiye’yi ve ülkedeki demokrasi mücadelesini büyük oranda sarstı: (1) 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra PKK’nin tekrar şiddete yönelmesi. (2) 15 Temmuz darbesi.  

 

Eğer 15 Temmuz darbesinden sonra bile PKK, Türkiye’deki demokrasi mücadelesine bir şans tanımış olup şiddeti bir kenara bırakabilseydi, bugün yine memleket çok daha iyi bir durumda olurdu. Ancak, ayakları ve gövdesi Kürt, lâkin başı kimi zaman Kemalist, kimi zaman Baasçı, kimi zaman İran destekçisi olan PKK, Türkiye’de Türk ve Kürt halklarının çıkarına olabilecek sağlıklı bir politika geliştiremedi. En son hendek siyaseti ile, Kürt halkının kırk yılda sivil  siyaset yoluyla elde ettiklerini  tamamen heder edip HDP’yi de etkisizleştirdikten sonra, şimdi de Irak Kürtlerinin bağımsızlığının karşısına dikilmekte.

Yurttaşlık Derneği Başkanı sevgili Ümit Fırat’ı aradım.  “Abi” dedim, bildiğim kadarıyla zamanında, Cumhurbaşkanı Erdoğan da sizin toplantılara katılmıştı. Şimdi ne oldu da birden bire sanki yasa dışı bir örgütmüş gibi bir muameleye tabi tutuldunuz? Ümit abi gülerek şöyle dedi: “Doğrudur. Yıllar önce, Sayın Erdoğan cezaevinden çıktıktan sonra, kendisi de bir insan hakları mağduru olarak bizim bir toplantımıza katılmıştı. O zaman bizler ‘Modernite ve Çok Kültürlülük’ adlı bir proje yürütüyorduk. Sayın Erdoğan toplantıya geldiğinde ben kendim en arkada oturuyordum. O da en arkaya gelip benim yanıma oturunca, bir arkadaşımız şakalaşarak, ‘Başkan yine halkın yanına oturdu’ dedi. Sayın Erdoğan da gülerek, ‘biz her zaman halkın yanında oluruz’ dedi. Toplantıda rahmetli Hrant Dink ve Sevan Nişanyan da vardı. Ben bir ara  ‘biz Kürtler’ diye bir kavram kullanınca, bir akademisyen arkadaşımız, ‘neden ayrımcılık yapıyorsunuz’ diye karşı çıktı. Ben de kendisine ‘bizim adlarımız Ahmet, Mehmet, Ümit… Türk kardeşlerimizinkiyle aynı. Şayet Hrant, Sevan şeklinde olsaydı, o durumda biz Kürtler demeye gerek kalmazdı’ dedim. Tabii bizim toplantılarımıza Sayın Abdullah Gül de katıldı ve bizler Sayın Beşir Atalay ile birlikte Türkiye’de insan haklarının iyileştirilmesi anlamında çok güzel şeyler yaptık.”

 

Sonuç olarak insan hakları örgütleri, dünyanın her tarafında sivil toplum ve sivil siyasetin güçlenmesine hizmet eder.  Çünkü insan hakları örgütleri ve güçlü sivil toplum kuruluşları demokrasinin en büyük güvencesini oluşturur.  15 Temmuz darbesi Türkiye demokrasisine vurulmuş bir darbeydi. Bu darbenin panzehirinin güçlü sivil toplum kuruluşları olduğu gerçeğini hükümet gözden kaçırmamalıdır.

 

- Advertisment -