Ana SayfaYazarlarDarbeder ömrümüz

Darbeder ömrümüz

Darbe denen marifet sonucu, tank/sıkıyönetim/sokağa çıkma yasağı/ekonomik ve sosyal yönden yer ile yeksan olma faslı dışında, kayda geçirilme gereği duyulmayan bir yanı da, ömrümüze, kişisel tarihi mize vurduğu mühür, bence.

 

Ve siyaseten kolumuz çok mühürlü (!) olduğundan, mühürler kayda geçmemiş, kol kırılmış yen içinde kalmıştır.

Mahallelerde, ev içlerindeki rütbesizlerin kişisel kayıtları nasıl önemli oysa ve bunlar bizim gelgeç gönüllü toplumumuzda nasıl da kayıt dışı…

Bu yazı için birkaç kişiden kopya almak istediğimde, kimse dişe dokunur bir şey söyleyemedi.

Belki darbe günlerinde hepimiz sokağa, tanka, topa, gazete manşetlerine, siyasetçilere odaklandığı ımızdan…

Darbe sırası ölenler, kaza, kader, darbe , hangi nedenle olursa olsun…

Darbe günü ev taşıyan, memleket değiştiren, göç edenler…

Hasta olanlar, ameliyata alınanlar, haciz gelenler…

Sünneti, kınası, düğünü olanlar…

Doğum yapanlar…

Konseri, yemeği, ertelenemez toplantısı, ödemesi, mevlidi olanlar…

 

Darbe hukuken suç, siyaseten yankesicilik ve dolandırıcılık, sosyal yönlerden ayıp, görgü kurallarınca edepsizlik, amiyane tabirle hırHızlık olduğu kadar, bütün bir toplumun,( şimdi halkın tanka yaptığı gibi ) üstüne branda çekip, önünü görmesini engellemek, üstüne çıkıp hükümsüz kılmak, toplumu ve çocukları makinalı tüfeklerle taramak, zehirli gaz salınımı, insanları bulaşıcı hastalık taşıyormuşçasına kireç kaymağı dökerek fizik ve ruhen yakmak da demek…

 

Peki bu yangın sürerken insanlar ne yapıyor?

Çaresizlikle, umutsuzlukla, yarınsızlıkla cezalandırıldığının farkında olan insanlar, ilk ne yapıyor, o anda , darbe gecesi boyu ve sonraki saatlerde, birkaç günde, ne?

İlk darbemi İzmir Eşrefpaşa’daki evimizde yaşadığımda çok küçüktüm, zar zor hatırlıyorum.

Annem beni güç halle okul ücretini ödediği özel okuldan alabileceğini çıtlatmıştı…Gerçi, darbe şaşkınlığıyla yaptığı bu açıklamadan sonra, ilkokulun ilk yarı yılını da gene o okulda okuyacaktım, ama, dede me borçlanıp ev almıştı, bunu ödeyebilmesi için benim devlet okuluna geçmem gerekiyordu,  kıyamıyordu da, ama, neylersiniz?

 

Darbelerle bir de soykötüğü üzerinden ülfetimiz var.

DP hükümetlerinde iki kere bakanlık yapan bir enişte vardı, darbeye çeyrek kala istifa etmişti gerçi, sonra Menderes (ve eşi) farklı aile kollarından büyük ailemizin üyesiydiler. Emmioğlum da Aydemir buçuk darbelerinin tank teğmeni .

 

Annem, bir kahvaltı sırasında, o gece (sanırım 17 Eylül’dü) sabaha karşı Menderes’in asıldığı  haberini alınca, ağlamıştı, küçük de olsam, bunu çok net hatırlıyorum.

Sonra darbesever vatandaşlar alyanslarını hazineye bağışlarken, bizimkiler vermemişti…

 

Tiyatro sanatçısı teyzemin darbeye yakalandıkları turneden apar topar İzmir’e gelip, tabii özel tiyatrolarının yaşadığı büyük macera sonucu, kapıların örtülüp, hepimize anlatıldığı o doyulmaz hikayesinasıl unutulur?…Kemal Dirim tiyatrosunu yazdığım incelemede anhasıyla minhasıyla anlattıydım bu nu, Eskişehir Anadolu ünv.Tiyatro kürsüsü arşivinde olacak, görselleriyle birlikte.

 

Grup, ‘Etnan Bey Duymasın’ oyununu sahnelemektedir, Eskişehir’de. Sabah, eniştem peynir alsın diye çocuğu bakkala yollar, ne ekmek ne peynir alamadan döner, ‘abi ihtilal oldu’ der.Grubun aç kaldığı ve tiyatronun kapısına kilit vurulduğu bir yana,  otel masrafı batıracaktır bizimkileri…

 

Vali koltuğuna oturan komutana koşar hemen, oyunları kahkaha ile izleyen vali paşa, darbeci yüzüyle şaşırtır bizimkini.Sonra, grubunu toplayıp hemen dönmesini emreder.Bir tren sayımı vardır, ömür…Kendini unutur, bir eksik söyler sayıyı, asker, ‘kimi kaçırıyorsanız,çıkarın hemen’ der.

 

’Valla billa kendimi saymayı unutmuşum paşam’ deyince, terslenir, ‘kom’tanım diyeceksin, ahbaplık falan kalmadı, çünkü ihtilal oldu’ faslındayızdır…

 

O kaçırmadıkları kişi, son anda gruba eklenip, trene süzülür, o da bir gazetecidir, haberini yazmış, foto’ları çekmiş, yollar kapalı olduğundan, tiyatrocuların arasına gizlenip, trenle Istanbul’a  gidebilme çabasındadır.İstasyon binasında, camlarını kağıtladıkları salonda aktristlerin yolculuğa hazırlanması, kuru ekmek bulup, çayı katık ederek karın doyurması, gene de saçlarını kağıtla kıvırmaları, aktörlerin ve teknik ekibin istasyon binasında turlamaları…Fellini filmi gibi…

 

Biz bütün bunları,  tadıyla anlatan, aslında oynayan teyzem ve eniştemden ağzımız açık dinlerken, Kemal Dirim hoparlördeki okuyucuyu taklid ederdi: ‘Sayın vatandaşlarımız, bir askeri darbeyi idrak etmiş bulunuyoruz, kutlu olsun! Menderes ve arkadaşları üç uçak dolusu altınla yurt dışına kaçarken yakalanmışlardır, dikkat dikkat!’ 

 

Oysa Menderes o akşam oyuna gelecektir, grup o yüzden heyecandan ‘helak olmaktadır’…

Bir başka oyuna gider, Menderes…Bizimkilerin oyununda seyirci olacakken, katıldığı ikinci oyunun başrolünde sahneye çıkmıştır…

Sokaklar, ‘olur mu böyle olur mu/ kardeş kardeşi vurur mu/kahrolası diktatörler/bu dünya size kalır mı?’ marşıyla inlemektedir.

Harbokulu öğrencilerinin kıyma yapıldığı haberleriyle çalkalanmaktadır ortalık.

İlk darbe tam da olması istendiği gibidir.

İkinci ve  iki buçuğuncu darbede tank teğmeni amca oğlum Ankara radyosunu almaya gitmektedir…

 

Bir ömür sonra onunla yaptığım söyleşide çok ibretler var…(Doğançay müzesi üstleniciliğinde çıkan, dergicilik tarihimizdeki  önemli, ama, pek bilinmeyen işlevini son sayısına dek sürdüren Portreler dergi, yayın yönetmeni Elvan Arpacık’ın özeni ve dikkatiyle bu uzun söyleşiyi ve görsellerini, tarihi bir sayıda yayınladı.) Darbecinin darbe sabahı da mapusluklar sonrasında ve bir ömrün sonunda da düşüncesi aynıdır: ‘Darbe çözüm değil, ne varsa demokraside, milli iradede var’…)

 

O darbenin halkı ilgilendirdiğini sanmıyorum, darbezedeleri ilgilendiriyordu, Elazığ’dan Toptaşı ceza evine taşındığımız, karacı üniforması ve şapkasının annenin başucuna asılması ve omuzuna gökteki yıldızlardan rütbe alması, darbeye karışmak zorunda kalan harbokulu öğrencileri için açılan bazı yük sek okullar…

 

Morgeneral diyorduk, onlara, halk rütbeyi takmıştı.

 

12 Eylül’e kucağımda bir yaşındaki kızımla Ankara’ya giderken yakalandık.Görevli kağıdı alan bir su bay , onu Polatlı’daki birliğine bırakmamızı isteyince, yollar tutulduğu için,Ankara yolunu tek araç ola rak katedip,onu bıraktıktan sonra başkent sokaklarını gezdik, bu işten kazançlı çıkan iki sınıf vardı, çocuklar ve kediler…Meclisin çift sıra, eli tüfekli askerce kuşatıldığına bunca yıldır yandığıma yanarım, şimdiki isyancıların, imamın ordusunun pekçok yerin yanısıra TBMM.ini de bombaladığını gördükten sonra…

 

Bir arkadaşım, meclisin arka sokağında oturuyordu, takım elbisesini giyinip, iş çantasını alıp, işyerine gitme denemesine kalkışmış, elbet yolu kesilmiş, gitmek zorunda olduğunu, önemli bir işini yapması gerektiğini söyleyince, şimdi milletçe tek işimiz darbedir, yanıtı verilerek, evine postalanmış.

 

Elbet sabah ezanını , cemaat toptan uyudu da gelemedi sanarak birkaç kere okuyan, üçüncü okuyuşu yarıda kesilen müezzini saymıyorum. Tarsus yolunda, aranan arabamızdaki portatif daktilo ile dikkat celbedip(!) sonra da kitapların bir kısmının Sosyal yayınlar, iki tanesinin de Ötüken yayını olmasının içinden çıkamayan amirimin sağduyulu davranıp bizi koyverdiğini de…

 

Deniz’ler asılıp, dalgalansa da (!) ülkenin hala durulmadığını saymıyorum…

Biri umman, biri bulanık , suyu acı, dalgasız iç deniz olunca, bu iki denizin karışmasının ummanı da hükümsüz kıldığını düşünmeden edemiyorum…

Şartların oluşmasını bekledik netekim, bir sağdan, bir soldan vurarak…

Darbecilerin ve kuklası oldukları güçlerin iki cihanda da yeri yok! Yok!

 

Son Darbe adlı bir hikaye yazmıştım, kitaplarımdan birinde, daha doğrusu, ‘Gül Bekçisi’ (Bilgi y.evi) adlı o hacimli ve esaslı kitaptaki tüm hikayeler darbeder hikayelerdi, kitabın ikinci kısmının bölüm adı da zaten Eylül Arifesi Mektuplar idi. Şimdi darbeyi anlatan kitapları sayarken eleştirmen geçinenler, adını bile anmıyor bu ödüllü ve iyi kitabın (aynı yazardan üç dört kitap adını dile getirirken hem de)…

 

Darbeyi ilk elden ve olurken anlatan faslın da içinde olduğu anı kitabımın da öyle…

Bu da entelektüel darbe, muhtıra değil mi?

Herkes kendi çapında general …

Son darbe dedik dedik, meğer turbun büyüğü torbadaymış, yani geriden geliyormuş…

 

Gene İzmir yolu, gene kızım, bu kez kucağımda torun oğluşum…Bir ömrümüzde bunu da gördük, diyor, telefon edip sorduklarımız…Kaçıncı keredir görüyoruz, bu ne bitmez diziymiş, bu nasıl kadermiş?…

 

Ama bu sonuncuda halkı görüyoruz…Şapkasını alıp çekip giden,  kendine Müslüman light  demokratları değil! Farklı ve haklı bir meydan savaşı vererek, darbeyi püskürten halkı…Ordu içindeki, sayısı az olsa da, kendiliğinden örgütlenen, vur emrini gözünü kırpmadan yerine getiren, böylece darbenin seyrini değiştirip, darbeye darbe yapan, vatansever subayları görüyoruz…

 

Tankların topların üstünden aşan, canını siper edip, milli iradeye sahip çıkan insanlar bize unutulmaz bir demokrasi dersi veriyor.Onlar tarihe geçiyor, biz sınıfı geçiyoruz.

Küçük hikayeleri, sıradan insanların yaşadıklarını önemsemeliyiz, büyük tarihi biraz da onlar yazıyor, onlar üstünden okursak, çok şey öğrenebiliriz…

 

- Advertisment -