“İnsan ırkının devam etmesini istiyor musunuz?”
New York Times’in az sayıdaki muhafazakâr yazarından biri olan Ross Douthat’ın 2024 zaferi sonrası Trump etrafında şekillenen yeni Amerikan sağını anlamak için yaptığı podcast söyleşi serisi “İlginç Zamanlar” kapsamında sormak zorunda kaldığı en ilginç sorulardan biri buydu.
Douthat, Trump Amerikası’nın röntgenini çekmek ve en önemlisi New York Times’in post-seçim depresyonuna girmiş liberal ve kentli Demokrat okurlarına bu yeni düzeni anlatmak için Trump’ın yakın danışmanlarını, üst düzey bakanları konuk alan; ideolojilerini, vizyonlarını ortaya koymaları için derinlemesine söyleşiler yapan başarılı bir gazeteci. Steve Bannon gibi radikal isimler karşısında sakinliğini koruyacak, JD Vance’e söyleşi talebini kabul ettirecek ve en önemlisi konuk aldığı ismin görüşlerini, yazılarını, konuşmalarını çok iyi çalışacak kadar azimli, sakin ve yetenekli. Bu nedenle her bir söyleşisi manşetleri belirliyor, Trump’a oy veren amcalarıyla bile iletişimi kesen ortalama bir Demokrat seçmene yeni bir pencere sunuyor.

Fakat Douthat’ın sakinliğinin bile bir sınırı var. Hele de konu insan ırkının devamı olunca. Nitekim geçen haftalarda Douthat programına 20,8 trilyon dolarla dünyanın en zengin 108. kişisi olan PayPal ve Palantir Teknoloji şirketlerinin kurucusu Peter Thiel’i konuk aldı ve Thiel’in “insan ırkı devam etmeli mi?” sorusunu duyunca teklemesi, düşünmesi ve cevap verirken zorlanması karşısında şok oldu.

Peter Thiel, her makul insanın “evet” diyip geçmesi gereken bu basit soruya kekeledikten sonra “evet, ama” diyerek cevap verdi ve tuhaf bir şerh ekledi: “Transhumanizm”. Thiel’a göre insan ırkı kendini değişen ve zorlaşan koşullara göre uyarlamalı, “ölümsüz” olmak için insanlığını ve vücudunu değiştirmeli, kafa yapısını güncellemeliydi. Thiel insanın kaderine boyun eğmemesi, ipleri sadece cinsiyet değiştirerek değil, topyekün kendini ve ırkının değiştirerek eline almasını, kendisi için tayin edilen biyolojik sınırları teknoloji ile aşmasını istiyordu.
Bu tuhaf vizyon dindar bir Katolik olan Douthat’ı doğal olarak rahatsız etti, fakat işin ilginç yanı Thiel de en az Douthat kadar dindar bir Hıristiyan. Kendisini eşcinsel bir muhafazakâr olarak tanımlayan Thiel, Silikon Vadisi’nde dindarlığı yayıyor, yazılımcılardan oluşan küçük okuma grupları ve cemaatler kuruyor, okulları ve şirketleri gezerek özellikle “kıyamet, deccal, İsa” hakkında vaazlar veriyor.

Fakat Thiel’in din anlayışı da diğer tüm görüşleri gibi biraz farklı. Thiel’in deccali İsrail’i protesto etmek amacıyla küçük bir yelkenliye atlayarak Gazze’ye giden ve gözaltına alınıp sınırdışı edilen genç iklim aktivisti Greta Thunberg. Yine Thiel’e göre teknolojik gelişmelerin, insan ırkının güncellenmesinin önündeki en büyük engel piyasayı ve şirketleri denetleyen, kurallar koyan otoriter bir dünya hükümeti ve Thunberg gibi aktivistler bu dünya hükümetinin kurulması için çabalayan “sahte azizler”, “küçük deccaller”. Bu çılgın teknopatın deccali durdurmak, teknolojik ilerlemenin önünü açmak için bulduğu formül ise basit: Kaos. Bu kaosun aracı ise yakından tanıdığımız sarışın adamın ta kendisi: Trump.
Uzun zamandır kadınlara oy hakkı verilmesinin hata olduğunu, demokrasiyle özgürlüklerin uyumlu olmadığını, devletin gücünün teknoloji şirketleri lehine azalmasını savunan Thiel, bu nedenle 2016’da Trump’ı destekleyerek 1,25 milyon dolarlık bağış yapan ilk isimlerden biri oldu, neredeyse tamamı Demokratlara yakın Silikon Vadisi’nde istenmeyen adam ilan edildi ve Trump’ın en yakın çevresinde yerini aldı. Bunun da ötesinde daha önce şirketlerinden birinde çalışan JD Vance’in milyonlarca dolarlık bağış yaparak önce Senato’ya girmesini, daha sonrasında da Trump tarafından ABD başkan yardımcısı adayı gösterilmesini sağladı.
Elbette Thiel; Trump’ın sarı saçına, öngörülemez kişiliğine veya ne olduğunu kestirmesi zor görüşlerine tutulmadı, bunun için sosyal çevresine ve iş arkadaşlarına sırtını dönmedi. Thiel, kurallara dayalı dünya düzeninin şirketler lehine dağıtılmasını, dünyada yıkıcı bir kaosun çıkmasını ve yeni bir düzenin kurulmasını istiyor.

Yıkıcılık kısmı Trump’ta, yaratıcılık kısmı ise kendini adeta “Tanrı-insan” olarak gören Peter Thiel’de.
Bugüne kadar Musk’ın aksine arka planda duran, sessiz bir şekilde politikalara yön veren, dikkat çekmeden milyonlarca Amerikalı’nın kişisel verisini depolayan bu tuhaf teknopatın yıkılan dünyanın yerine ne koyacağı ise oldukça tedirgin edici.
Thiel’in dünya vizyonunu anlamak için çılgın Evanjelistlerin Armageddon, deccal ve kıyamet savaşı teorilerine atıf yapmak zorunda kalmak ise maalesef çok daha ürkütücü.
Silikon Vadisi’nin demokrasi düşmanı girişimcisi
Peter Thiel de Elon Musk gibi bir göçmen. Batı Almanya’nın Frankurt kentinde doğan Thiel, kimya mühendisi babasıyla birlikte dünyayı gezmiş, 1977 yılında California’ya yerleşmeden önce babasının işi nedeniyle Güney Afrika ve Namibya’da yaşamış biri. Thiel’in hayatı da ilginç bir şekilde Musk gibi beyaz üstünlükçü Güney Afrikalı beyazların atmosferinde şekillenmiş; ilkokulu Apartheid rejiimi zamanında Hitler’in doğum gününün kutlandığı, Nazi sembollerinin açıkça kullanıldığı, Alman kökenli beyaz Afrikalıların yaşadığı modern Namibya’nın bir sahil kasabası olan Swakopmund’da ilkokulu bitirmiş.

Thiel, Stanford’da önce felsefe sonrasında ise hukuk okurken özellikle René Girard gibi muhafazakâr ve dindar Katoliklerden etkilendi, okul dergisinde ateşli yazılar yazdı. Yaşıtlarına nazaran oldukça tutucu, illiberaldi. Thiel’in muhafazakâr ve liberteryen görüşlerinin temeli bu yıllarda atıldı ve sonraki Silikon Vadisi macerasına da her zaman ışık tuttu. Kısa bir süre hukuk sektöründe çalışan Thiel, California’ya dönüp yakın dost ve ailesinin desteğiyle 1 milyon dolar toplayıp kendi yatırım fonunu kurdu ve girişimcilik dünyasına atıldı.
Online ödeme platformu PayPal’ı kurması, Musk’ın şirketi ile önce birleşmesi ve sonrasında Musk ile kavga etmesi, büyük verinin toplanması ve düzenlenmesine ilişkin teknolojik yatırımlar yapan Palantir şirketini büyütmesi, Facebook’un ilk melek yatırımcılarından biri olması Thiel’in önünü açtı ve Silikon Vadisi’nin en başarılı, hırslı ve özgün karakterlerinden birine dönüştü.
Thiel, bugüne kadar yaptığı bütün yatırımları sadece para kazanmak için değil; ideolojisini gerçekleştirmek için yaptı.
Thiel, teknoliberteryenizmin en önemli bayraktarı. Demokrasiye inanmıyor, kadınlara oy hakkının verilmesini bile büyük bir hata olarak görüyor. Açık kimlikli bir eşcinsel olmasına rağmen tutucu kültürel politikaları destekliyor, özellikle kadın ve cinsel özgürlüklere mesafeli, bu konuda atılan adımları Batı kültürünün bozulması olarak tanımlıyor. En büyük akıl hocası, yakın dostu Curtis Yarvin. Yarvin de Thiel gibi demokrasiden memnun olmayanlardan. ABD’nin elit bir monarşiye dönüşmesini, devletin sadece teknoloji şirketlerine teşvik veren pasif bir gece bekçisi olmasını savunuyor. Yarvin’e göre ABD’yi monark yetkilerini haiz liyakat sahibi bir CEO yönetmeli ve bu CEO demokratik bir şekilde seçilmeyerek seçmenlerin popülist taleplerine kulak kapayan, bilimi ve “gerçekleri” temel alan biri olmalı.
Thiel ile Yarvin, bu noktada birbiriyle oldukça uyumlu. Thiel de özellikle 1970’lerde Hippi akımının yükselmesiyle birlikte teknolojiye, yeni icatlara yönelik eleştirel bakışın, ekonomik ve teknolojik gelişime yönelik denetim ve düzenleme kurallarının artmasından şikâyet ediyor, dünyanın uzun bir süredir ekonomik ve bilgisel bir duraksama döneminde olduğunu belirtiyor.
Thiel’in nihai amacı, teknoloji şirketlerinin önündeki engellerin, düzenlemelerin, kuralların kaldırılması ve buna ek olarak devletin yeni yatırımlar yapması için teknoloji şirketleriyle işbirliği yapan, halktan topladığı verilerini paylaşan ve halktan topladığı vergileri bu şirketlere teşvik olarak veren bir “tekno-hayrata” dönüşmesi.
Bu noktada Thiel, Musk ile birbirine oldukça benziyor. İkisi de devleti küçültmek, pasifleştirmek ve kendi istekleri, çıkarları, dünya görüşleri doğrultusunda şekillendirmek istiyor.
Fakat iki ismin yöntemleri ve kutsal amaçları oldukça farklı. Elon Musk, çok daha sahici ve açık bir şekilde Trump’a 270 milyon dolarlık bir yatırım yaptıktan sonra Verimlilik Departmanı Şefi olarak hükümette görev alır, her türlü tartışmada kendisini önplana atar ve yaşadığı ayrılık sonrası kamuoyu önünde Trump ile açıkça kavga eder, pozisyon alırken; Thiel her zaman arka planda, özellikle başkan yardımcısı JD Vance’nin kulağının dibinde yer almayı tercih etti.
Zira Thiel’in çok daha sinsi, gizli bir ajandası var. Thiel Musk gibi siyaseti bir hedef olarak görmüyor, Thiel için Trump kendi şahsi hedeflerini hayata geçirebileceği bir kaosun çıkması için bir araçtan ibaret.
Dünya kıyamete, Thiel sığınağa
Peter Thiel, Trump’a 2024 seçimlerinde kamuoyuna açıklanan herhangi bir destek vermedi. Arka planda fikirsel ve gizli maddi çıkar sağlayıp sağlamadığı meçhul, fakat Thiel sık sık ideolojik anlamda ve icraat açısından Trump’ın başkanlığını beğenmediğini söyleyen biri. Thiel’in 2016’da karşısına liberal Silikon Vadisi’ni, yatırımcılarını alarak Trump’a destek vermesinin sebebi ise Trump’ın yaratacağı kaos. Thiel’e göre Trump’ın iki favori özelliği var. İlki Trump’ın “Make America Great Again” (Amerika’yı Yeniden Muhteşem Yap) sloganıyla aslında Amerika’nın bulunduğu güncel durumun kötü olduğunu belirtmesi. Bu açıdan Thiel kendisi gibi Trump’ın da Amerika’nın gerileme ve duraksama döneminde olduğunu vurguladığını düşünüyor.
Fakat bunun da ötesinde Thiel’e göre, Trump müesses nizamı ve kurallara dayalı dünya düzenine yönelik popülist halk öfkesini yıkıcı bir güce çevirme potansiyeline sahip. Trump, liberal ekonomik ve uluslararası düzeni yıkıyor, ABD’nin kurallara dayalı kuvvetler ayrılığına zarar veriyor, her kararı, konuşmasıyla mevcut alışkanlıkları parçalıyor. Bu nedenle Thiel’in mevcut dünyayla olan derdine hizmet eden bir buldozer. Üstüne üstlük, söyleşilerde Trump’ın “olumlu bir icraatini” söylemekte zorlanan Thiel’in de kabul ettiği üzere yıktığı dünya düzeninin yerine alternatif bir düzen de koymaktan aciz bir siyasetçi.
İşte tam da bu noktada Thiel ve teknopat dostları devreye giriyor. Trump’ın arkasına müesses nizama ekonomik eşitsizlik, bitmeyen savaşlar, hayat pahalılığı yüzünden tepkili halkın öfkesini alarak yıktığı eski dünyanın küllerinden yeni bir dünya düzeni inşa etmek de onlara kalıyor. Trilyon dolarlık servetleri, feodal bir lord edasıyla sahibi oldukları kişisel verileri, yaptıkları bağışlarla satın aldıkları ve hatta JD Vance örneğinde olduğu gibi sıfırdan yetiştirdikleri siyasetçileri, dünyanın her yerinde faaliyet gösteren şirketleri, ürünleri ve yüksek teknolojileriyle adeta yeni bir egemenlik formuyla düzensizliğin temel alındığı bir dünya düzeni inşa ediyorlar.
Thiel için giderek artan bu kaosun “deccali” ise genel kanının yapay zeka veya nükleer silahlar değil. Dünyanın sonunu getirme ihtimali olan en büyük senaryo Thiel’e göre: otokrat bir dünya hükümeti. Thiel, varoluşsal krizler karşısında dünyanın son yıllarda ortak düzenleme, denetleme ve evrensel anlaşmalar yoluyla ortak bir hükümet yolunda ilerlediğini düşünüyor. İklim krizi nedeniyle ortak uluslararası anlaşmaların yapılması, nükleer silahlar karşısında uluslararası kısıtlamaların uygulanması, pandemide ortak tedbirlerin alınması gibi kısıtlayıcı ve denetime yönelik kurallar Thiel’e göre deccalin sinsi bir planı.

Thiel, deccalin İncil’de anlatıldığı gibi “barış ve hoşgörü” temalı sahte bir anlatıyla geleceğine inanıyor. Bu nedenle de Greta Thunberg gibi iklim aktivistleri böyle bir ortak hükümete, dünya devletine hizmet eden sahte vaizler, sahte melekler ve sinsi deccaller.
Üstüne üstlük Thiel yaşanacak kıyamet savaşını engellemek değil, deccalin kaybedeceği bir şekilde körüklemek, kendi lehine hızlandırmanın peşinde. Bu noktada Musk’ın Mars’a gitme planlarına, dünyadan kopma, ilgi ve alakayı kesme planlarına mesafeli. Thiel bu dünyada düzenin yıkılmasından sonraki düzende baş aktör olmak istiyor. Musk’ın aksine kaçış planı Mars değil, Yeni Zelanda. Olası bir nükleer savaşta en az etkilenecek ve bazı uzmanlara göre tarımın devam etme olasılığı bulunan Yeni Zelanda’da büyük bir arazi aldı, hükümetten beklediği izinleri koparırsa bu ada ülkesinde büyük bir sığınak inşa etmek istiyor.

Olası bir krizde California’dan özel jetine atlayarak kendini bu sığınağa atacak ve kendi körüklediği yangının bitmesinin ardından yeni bir dünyayı kurmak için kolları sıvayacak.
Bu yüzden riskleri görse de Trump’ı destekliyor, Trump’ın yaktığı ateşleri körüklüyor, hatta şirketleriyle İsrail’e destek veriyor, olası bir dünya savaşını böyle bir hevesle, daha da kötüsü itikadi bir kıyamet inancıyla bekliyor. Bütün bunları yaparken de deccalin kendisine benzemeyen, kendi dinine inanmayan insanlar için kilometrelerce yelken açan vicdanlı bir iklim aktivistinin deccal olduğuna inanıyor, bu tür aktivistlerin güç ve itibar kaybetmesi için elinden geleni yapıyor.
Thiel’in bugüne kadar ortaya koyduğu her teknoloji de aslında kıyamet sonrası dünya için bir hazırlık: Paypal gibi bir ödeme sistemi, askeri teknoloji yatırımları ve devletin altyapısını oluşturan bir veri tabanıyla Palantir. Thiel’in kendine özgü Hıristiyanlık yorumu da kültürel olarak çöküş olarak tanımladığı kimlik meselelerinin karşısına koyduğu bir alternatif. Şimdiden yeni dünya düzeni için hazırlıklarını yapıyor, ideolojik ve ekonomik altyapısı hazır.
Ne tesadüf ki Thiel’in bütün şirketleri de farklı bir evreni anlatan fantastik Yüzükler Efendisi serisinden seçilmiş. Thiel kurmak istediği yeni evrenin ilhamını da fantastik romanlardan, fantastik evrenlerden almış. Gerçekten derin bir “yaratıcı komlepsi” içerisinde. Örneğin Palantir, Yüzüklerin Efendisi’nde gerçeklerin görünmesini sağlayan özel mistik bir taş. Nitekim Palantir şirketi de kendisine devlet tarafından verilen verileri toplayan, düzenleyen ve bu verileri çok daha sistematik bir şekilde tasnif eden bir şirket. Trump’ın başkan seçilmesiyle birlikte ABD hükümetinin bu şirket ile yaptığı anlaşmalar arttı, çok daha fazla insanın kişisel verisi bu şirkete teslim edildi.
Demokratların en büyük korkusu Trump’ın bu verileri sadece güvenlik ve göç nedeniyle değil, siyasi çıkarları için de kullanması.
Zira Trump kendisini çevreleyen teknopatların kusursuz bir aracı gibi hareket etmeye oldukça meyilli. En azından şimdilik.
Sadece güçsüz değil, güdümlü devlet
Trump’ın Elon Musk ile arasını bozan bütçe yasasında pek kimsenin dikkatini çekmeyen hükümlerden biri de eyaletlerin yapay zekaya yönelik denetim kurallarını kabul etmesini bir süreliğine yasaklanmasıydı. Trump hükümeti Kanada ve AB ile yaptığı ticari müzakerelerde de yüksek gümrük vergilerinin geri çekilmesinin şartlarından biri olarak yapay zekaya yönelik denetimlerin azaltılması gerektiğini ileri sürüyor. Yine ABD başkan yardımcısı JD Vance de Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı ezber bozan konuşmasıyla dezenformasyon adı altında teknoloji şirketlerine yönelik getirilen kısıtlamaları eleştirmiş ve Avrupalıları azarlamıştı.
Yani Trump yönetimi Thiel ve arkadaşlarının ajandasını sadece yerel ölçekte değil uluslararası düzlemde de güdüyor.
Yerelde ise durum çok daha çetrefilli. Trump yönetimi Thiel’in şirketi Parantir ile paylaştığı verileri arttırdı, ayrıca federal kurumların birbiriyle veri paylaşmasının önündeki engelleri kaldırdı. Halihazırda Musk başındayken Verimlilik Departmanı da bir sürü veriye erişmiş, tabiri caizse ABD’nin en hassas kozmik odalarına girmişti. Palantir çok tekinsiz bir şirket. İsrail ile askeri teknoloji alanında işbirliği yapıyor, CEO’su 11 trilyon dolarlık servetiyle bir başka tuhaf adam: Alexander Karp.

Karp her ne kadar Trump’a oy vermediğini belirtse de Batı kültürünün üstün olduğuna inanan, İsrail’e çok aktif bir şekilde destek veren ve Filistin için sokağa çıkan Amerikalıları “pagan bir dine inanıyorlar” diyerek eleştiren tuhaf bir isim. Karp, milyonlarca Amerikalı’nın kişisel verisini depolayan ve tasnifleyen Palantir’in güçlü CEO’su. Askeri alandan göç tedbirlerine ABD’nin aktif bir şekilde işbirliği yaptığı bir isim.
Karp’ın Palantir’in amacını tanımladığı cümleleri ise Thiel’in kıyametçi dünya görüşüyle oldukça paralel: “Palantir düzeni bozmak ve işbirliği yaptığı kurumları dünyanın en iyisi haline, gerektiğinde düşmanlarını korkutacak ve öldürecek noktaya getirmek için burada.”
Karp’ın en sık kullandığı kelimelerden biri “disrupt” yani “düzen bozmak, rahatsız etmek”. Thiel’in Trump’ı yıkıcı bir kaos için araç olarak görmesiyle oldukça benzer bir vurgu. Karp da Palantir’in işbirliği yaptığı kurumları çok güçlü hale getirmesini mevcut düzeni yıkıcı bir etkiyi haiz bir fırsat olarak görüyor, bu nedenle sık sık ölüm, yıkmak, kaos kelimelerini kullanıyor: “Yıkımı/Rahatsızlık vermeyi seviyoruz ve Amerika için iyi olan her şey Amerikalılar için de iyi olacak ve Palantir için de çok iyi olacak. Yıkım, günün sonunda, işlemeyen şeyleri ortaya çıkarır. İnişler ve çıkışlar olacaktır. Bir devrim var. Bazı insanların kafaları kesilecek. Gerçekten beklenmedik şeyler görmeyi ve kazanmayı bekliyoruz.”
Bu nedenle Thiel ve Karp’a göre Musk’ın devlet kurumlarını tasfiye etmesi, binlerce kamu görevlisini işten kovması, devlet harcamalarını kısması da bu yıkımın, rahatsızlığın bir başka görünümü.
Fakat özellikle “Trump kazanmazsa ABD’yi terk ederim” sözü karşısında Musk’ın gidecek bir yeri olmadığını söylemesi üzerine Musk’a öfkelenmesinden anlaşılacağı gibi Thiel, Musk’ın Mars’a kolonicilik gibi büyük teknoloji projelerinden umudu kesmesi ve gündelik siyasetin dünyevi şehvetine kapılmasını aşağılıyor.
Thiel için nihayetinde siyaset bir amaç değil, araç. Esas amacı, büyük teknoloji projeleriyle dünyadaki sorunlara kendi öncelikleri ve çıkarları doğrultusunda çare bulmak, insan ömrünü uzatmak, insana transhumanizm doğrultusunda format atıp ölümsüzlüğe ulaşmak. Bunun için de yatırımların ve teknolojik gelişimlerin önündeki engellerin, her türlü düzenlemenin kaldırılmasını savunuyor.
İnsanlarla ilgili tıbbi deneylerle ilgili etik kurallardan, yapay zekaya, gıda denetimine ilişkin kısıtlamalara her şeyin teknoloji şirketleri lehine kaldırılmasını isteyen Thiel, cephanesini hevesle beklediği kıyamet için dolduruyor, hatta doldurdu bile.
Aslında Thiel dünyanın varoluşsal bir krizin eşiğinde olduğu konusunda haksız sayılmaz. Dünya her an nükleer düğmelere basılan bir savaşa tanık olabilir, İsrail’in yaktığı ateşin adım adım bölgede yayılması gibi başka bir bölgesel krizi izleyebilir, Çin’in Tayvan’ı ilhak etmesi gibi bir haberle sabaha uyanabilir. Krizler artarken dümende Trump’ın olması tedirginliği doğal olarak çok daha arttırıyor.
Thiel’in yanıldığı konu bu nedenle içinde bulunduğumuz varoluşsal kriz değil, yaklaşan bu kıyamette deccalin kim olduğu.
Gerçek deccal
Nitekim New York Times’in deneyimli gazetecisi Ross Douthart da söyleşiyi Thiel’e “gerçek deccalin” kim olduğuna dair kafa açıcı bir soru sorarak bitirdi: “Size çok özel bir sorum olacak: Palantir’e, askeri teknolojiye, gözetleme teknolojilerine ve savaş teknolojilerine derin bir yatırım yaptınız. Bana öyle geliyor ki, Deccal’in iktidara gelmesi ve dünyaya düzen getirmek için teknolojik değişim korkusunu kullanması hakkında bir hikaye anlattığınızda, Deccal’in belki de sizin inşa ettiğiniz araçları kullanacağını hissediyorum. Deccal şöyle demez miydi? Harika, artık teknolojik ilerleme kaydedemeyeceğiz ama Palantir’in şu ana kadar yaptıklarını gerçekten çok beğendim. Bu bir endişe değil mi? Deccal hakkında alenen endişelenen adamın kazara onun gelişini hızlandırması tarihin ironisi olmaz mı?”
Thiel bu soru karşısında da tekeleyerek “hayır yaptığım şey öyle bir şey değil” dedi. Fakat teklemesi ve boşluğa bakarak düşünmesi bile aslında sorunun ne kadar makul olduğunu gösteriyor.
Thiel her ne kadar deccali teknolojik ilerlemeleri kısıtlayan bir dünya hükümeti olarak görse de aslında ürettiği ve geliştirdiği teknoloji ile devlet gücüne alternatif yeni bir egemen güç inşa ediyor.
Bugün Elon Musk, Twitter’ın yapay zeka uygulaması Grok’ta değiştirdiği tek bir ayarla ABD ve Türkiye’de siyasetin konuşulduğu ana mecra olan, dünyanın agorasının tüm dengelerini sarsıp gündemi belirliyor; Musk’ın uydu teknolojisi Starlink’in verdiği destekle savaşların kaderinin değişme potansiyeli ortaya çıkıyor, Thiel’in savaş teknolojileri İsrail’in başlattığı savaşların ateşini harlıyor, büyük şirketler ellerindeki kişisel verilerle dünyadaki her şeye herhangi bir devletten veya siyasetçiden çok daha fazla hakim. Dürüst olmak gerekirse Thiel de Musk da ortalama bir devlet başkanından çok daha yetkili, çok daha güçlü. Bir tuşla insanları birbirine düşüren, bazı ülkelerde iç savaş çıkmasına neden olan kutuplaşmaları tetikleyebilirler. Toplumun kişisel verilerine sahip oldukları için kırmızı çizgilere hakimler, bu nedenle yapay zeka üretimi sahte videolar, bilgilerle insanları galeyana getirebilir, istedikleri gibi yönlendirebilirler. Musk sadece 7-8 ay önce sahte reklamlarla Müslüman seçmene “Kamala Harris İsrailci”, Yahudi seçmene “Kamala Harris Hamasçı” diyerek kampanya yapmış, Trump için kolları sıvamıştı. Kendi tuhaf ajandaları, çılgın projeleri için bunları yapmayacaklarının, hatta şu anda yapmadıklarının garantisi yok. Hiçbirimiz güvende değiliz.
Deccaller, kıyamet savaşları, dini yorumlar üzerine kafa yorarak çok daha öngörülemez ve irrasyonel hale gelen bu Thiel ve arkadaşlarının gazabından da bizi ve demokrasiyi koruyacak olan maalesef siyaset. Bu nedenle her ne kadar bugünün dünyasında siyasete hakim olan Trump ve Trumplar bu çılgın kıyamet projesinin bir aracı olsa da egemenlik güçlerini seçilmemiş bu kişilerle paylaşma aşamasının ciddiyetini gördüğü anda saf değiştirebilir, Musk ile Trump arasındaki kavga gibi yeni kavgalar yaşanabilir. Öyle yada böyle Trump en azından yıkmaya çalıştığı demokrasinin ve kurallara dayanın dünya düzeninin bir parçası, seçimlere girerek göreve geliyor, yıkmaya çalışsa da demokrasi oyununun bir unsuru olarak karşımıza çıkıyor; teknopat lordlar ise bu oyunun parçası değil, bu oyunu topyekün yıkmaya çalışan insanlar.
Bu nedenle özellikle Trump’ın tabanında Steve Bannon gibi ulusalcı isimlerin teknoloji liderlerine yönelik sert eleştirilerini gözden kaçırmamak lazım. Yine Biden döneminde Federal Ticaret Komisyonu başkanlığını yürüten ve teknoloji şirketlerine karşı açtığı tekel karşıtı soruşturma, davalarla gündeme gelen karizmatik solcu hukukçu Lina Khan’ın Trumpçılar nezdinde bile karşılık bulması da ilginç bir olay.
Demokratlar da Cumhuriyetçiler gibi benzer bir yol ayrımında. Ezra Klein gibi New York Times liberalleri Abundance fikri doğrultusunda devletin büyük yatırımlar yapması ve regülasyonların kaldırılmasını savunurken; Khan gibi yeni solcular yapay zeka ve teknoloji şirketlerine karşı daha fazla regülasyonu savunuyor. New York’un genç belediye başkan adayı Zohran Mamdani gibi regülasyonların inşaat sektöründe azaltılması, fakat tekelleşmeye de izin verilmemesi gibi orta yolu savunanlar da var.
Grok’un sağa sola küfretmesinden de anlaşılacağı üzere gündelik hayatımızı etkileyen bu mesele, Demokrat-Cumhuriyetçi, küreselci-ulusalcı, sağ-sol, muhafazakar-liberal ayrımlarını aşan çok daha derin ve özgün bir ideolojik çatışma. Bu ideolojik çatışmanın kaderi bizim de kaderimizi belirleyecek. Thiel gibiler kazanırsa hepimiz büyük bir transhumanizm projesi için harcanacak birer teferruat olacağız, Thiel kaybederse kaçınılmazsa bile en azından kendi kıyametimizi kendi elimizle getiren özgür varlıklar olarak yaşamımızı sürdüreceğiz.
Parayla insan onurunun, siyaset ile teknolojinin, tatminsiz ve bencil bir hedonizm ile insan iradesinin, ölümsüzlük peşindek “tanrı-insanlarla” bir gün öleceğini bilen biz mütevazı dünyalıların bu varoluşsal mücadelesini kim kazanacak meçhul. Fakat dünyayı otoriter bir şekilde yönetecek, insanların hak ve özgürlüklerini kısıtlayacak bir deccal varsa; bunun Gazze’ye yelken açıp gözaltına alınan vicdanlı bir genç iklim aktivistinin veya kınama dışında herhangi bir gücü kalmamış Birleşmiş Milletlerin değil, dünyayı tarlası, bizi de serf kölesi olarak gören bu teknopat feodal lordlar olduğu kesin sanki.
Fildişinden Notlar
Yoğun istek üzerine (sadece 2 kişi), bundan sonra her yazımın sonuna okuduğum kitaplar/yazılar, izlediğim filmler/diziler veya takip ettiğim tartışmaları kısaca sıralayan kaçak bir köşe koyacağım. İlki bu hafta.
- Ne okudum? Çiğdem Mater’in “Mahkeme Hayaletleri” yazısı gerçekten çok iyi bir hukuk/suzluk hikayesi. Türkiye’nin geçmiş ve bugünün iyi bir özeti. Umarım Çiğdem Mater özgürlüğüne kavuşur ve yarının da hikayesi olmaz bu yazı. https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-433-mayis-2025/10187/mahkeme-hayaletleri/13034
Doktora ders aşamasında aldığım “Osmanlı-Türk Romanında Türkiye’nin Anayasal Gelişmeleri” dersi için hazırladığım Serbest Cumhuriyet Fırkası ödevimi yaparken geriye dönük bir sürü okuma yaptım. En çarpıcı olanı SCF’nin kendini feshetmek zorunda kalmadan önce parti lideri Ali Fethi Bey’in 1930 yerel seçimlerinde yaşadıkları haksızlıklara karşı meclis karşısında kendisini savunduğu 15 Kasım 1930 tarihli Meclis oturumuydu. Tutanakları okumanızı tavsiye ederim. https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d03/c022/tbmm03022005.pdf
SCF’yi en iyi anlatan kitap ise hiç şüphesiz Cem Emrence’nin kitabıydı. Akıcı ve derin bir kitap. Bugüne de ışık tutuyor, aynı meclis tutanakları gibi. https://www.kitapyurdu.com/kitap/serbest-cumhuriyet-firkasi-99-gunluk-muhalefet/79031.html?srsltid=AfmBOorVqf4n-jnZVLaB5BBzMEd8LAExTe_8qNo4i4Gxy53KSwkNljQu
- Ne izledim? Yazıda bahsettiğim Lina Khan’ın tekelleşme karşıtı politikalarını Ross Douthart karşısında teorize ettiği ilginç söyleşi. Lina Khan’ın vizyonu, sol partiler ve siyasetçiler için yeni bir kavgayı ortaya koyuyor: Büyük şirketlere karşı sıradan halk. https://www.youtube.com/watch?v=Yhh70t-bWII&t=634s
- Ne kaçırdım? Uzun zamandır müdavimi olduğum Can Nefesoğlu ile Millet Quizi yarışmasına bu Pazar maalesef katılamıyorum. Birbirinden yaratıcı ve komik sorular, eğlenceli bir akşam için bkz. https://www.instagram.com/milletquizi/
- Ne yaptım? Sonunda ChatGPT’ye abone olup bu yazının kapak fotoğrafını tasarlattım. Tehlikeli ama faydalı bir araç. Kesinlikle bizden iyi değil Şimdilik.