Ana SayfaYazarlarDedelerimizin kurucu iradesi

Dedelerimizin kurucu iradesi

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 8 Mart Dünya Kadınlar günü vesilesiyle yaptığı konuşmada, Yeni Anayasa konusuna da değindi. CHP’nin resmi Web sitesindeki metne itibar edersek, “Anayasa’nın ilk 4 maddesine dokundurtmayacaklarını ve parlamenter sistemden vazgeçmeyeceklerini söylediklerini aktaran Kılıçdaroğlu, Anayasa’nın ilk dört maddesini kürsüden okudu.Bu maddelerin nesini değiştireceğiz, Cumhuriyetin nesini değiştireceğiz’ diye soran Kılıçdaroğlu, sözlerini "Peki ne yapacaksınız? Daha belli değil. Kafalarının arkasında bir şey var. Ben biliyorum ne olduğunu" şeklinde sürdürdü.”

 

AK Parti ile organik bağı olmayan demokratlar da Kılıçdaroğlu’nun “dokundurtmayız” dediği ilk 4 maddede değişiklik yapılmasını, defalarca yazdığım gibi, öteden beri savunuyor. “Türkiye Devleti bir cumhuriyettir” diyen 1. maddede değil ama özellikle 2. maddede “ demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini” tanımlayan hem gereksiz, hem de yanlış ifadeler bulunduğunu düşünüyor. Gereksiz olan “toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde” ibaresi.

 

Yanlış olan iki önemli husus var. Birincisi, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin, insan haklarına sadece “saygılı” olması; bunun yerine “evrensel insan haklarına dayanan” demek gerekir. Bu ifade demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin evrensel demokrasiye bağlılığını vurguladığı için Yeni Anayasa’nın kanımca olmazsa olmaz koşullarının başında gelir. Kaldı ki 1961 Anayasası’nda “evrensel” sıfatına yer verilmemiş olsa da “insan haklarına dayanan” devlet söz konusuydu.

 

2. maddedeki ikinci ve çok daha önemli yanlışsa, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini “Atatürk milliyetçiliğine bağlı” kılan ve “başlangıçta belirtilen temel ilkelere” dayandıran ifadeler. Bir kere, demokratik hukuk devleti, sosyalizm, komünizm ve milliyetçilik gibi bir ideolojiye bağlı olamaz. Dolayısıyla bu ibarenin madde metninden çıkarılması, Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk’e saygısızlık değil, demokrasinin temel koşuludur.    

 

Demokratik hukuk devletinin “başlangıçta belirtilen temel ilkelere” dayandırılmasının sakıncası, başlangıç metnindeki demokrasiyle bağdaşmayan ifadelerden kaynaklanıyor. 1995 ve 2001 yıllarında biraz değiştirilen başlangıç metni, demokratik hukuk devletine, 2. maddede görüldüğü üzere, “Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, inkılap ve ilkeleri” gibi ideolojik nitelikler yüklüyor.  Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı açıkça tanımlanmadığı gibi, başlangıç metninde ayrıca demokrasinin özünü oluşturan yurttaşlarının “ayırım yapılmaksızın tüm farklılıklarıyla eşitliği” ilkesiyle çelişen bazı ifadeler de bulunuyor. Örneğin “hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” cümlesinde olduğu gibi. Kalın karakterlerle yazılanlar mutlaka, tüm cümle de tercihan bir anayasa metninde yer almamalı.

 

Kılıçdaroğlu’nun Yeni Anayasa konusunda söylediklerine dönersek, CHP Genel Başkanı, resmi web sitesine göre, konuşmasına şöyle devam ediyor “ Türkiye Cumhuriyeti’nin, her etnik kimlikten insanın beraber kurduğu bir cumhuriyet olduğunu, Atatürk milliyetçiliğinin özünün de bundan oluştuğunu anlatan Kılıçdaroğlu, "bir siyasal bilinç, devletidir Türkiye Cumhuriyeti. İçimizde çok farklı kimliklerden, inançlardan insanlarımız var. Ama biz hep birlikte Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduk ve Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkacağız. ’Şimdi değiştireceğiz.’ Neyini değiştireceğiz?" diye konuştu.”

 

Görüldüğü gibi, CHP Genel Başkanı Atatürk milliyetçiliğini, hiç de Anayasa’nın başlangıç bölümündeki gibi tanımlamıyor. Verdiğim örnekteki “Türklük” ifadesi, söylediğinin tam aksine “içimizdeki çok farklı kimliklerden, inançlardan insanlarımızı” kapsamıyor. Kemal Kılıçdaroğlu, “ilk 4 maddeye dokundurtmayız” derken, herkesi kapsayıp kapsamadığı hâlâ tartışılan “Türk” sıfatına çok da haksız sayılmayacak itirazlar geldiği halde, yurttaşlarımızın bir kısmı için ırkçılığı çağrıştıran “Türklük” ifadesinin yer aldığı başlangıç bölümünü de aynen muhafaza etmekten de yana mı acaba?

 

Demokratların en azından ufak bir değişiklik yapılması gerektiğini düşündüğü bir de 3. madde var: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı İstiklal Marşı’dır. Başkenti Ankara'dır”.  Maddede en azından 1924 ve 1961 anayasalarında olduğu gibi, devletin dilinin değil, resmi dilinin Türkçe olduğu belirtilmeli. Bu değişikliği yurttaşların tüm farklılıklarıyla ayırım yapılmamadan eşitliği ilkesinin gereği olarak önermek durumundayız.   

 

CHP Genel Başkanı’nın konuşmasına dönersek, ilk 4 maddenin neden değiştirilmemesi gerektiğini, resmi web sitesine göre, şöyle açıklıyor: “ Bu maddeler kurucu iradedir. Bu devleti kuranların, babalarımızın, dedelerimizin acıyla, gözyaşıyla şehit oldukları, gazi oldukları, özünde Türkiye Cumhuriyeti’ni savundukları bir irade, ilk dört maddede var. Biz bunlara dokunmayız diyoruz. Onlar diyorlar ki ’İlla dokunacağız.’ Dokunmayız. ’Yok, geleceksiniz masaya’ diyorlar. Kimse kusura bakmasın Türkiye Cumhuriyeti’ni bize kimse altın tepside ikram etmedi. Türkiye Cumhuriyeti’ni babalarımız, dedelerimiz gözyaşıyla, kanlarıyla kurdu. Biz bunları istiyoruz. ’Hayır, masaya gelin. Siz gelmezseniz olmaz’ diyorlar. Zaten bunlar olmasın diye gelmiyoruz."  

 

Kılıçdaroğlu’nun yukarıda dile getirdiği gerekçede iki büyük yanlış var. Birincisi maddi bir hatadan kaynaklanıyor, çünkü ilk 4 madde Cumhuriyet’i kuranların değil, 82 Anayasası’nı yapanların iradesini yansıtıyor. Vahap Coşkun, 28 Mart 2011 tarihli Zamanda yayımlanan “Değiştirilemez Maddeler: Ölülerin Dirilere Hükmetmesi” başlıklı yazısında bu konuda şu önemli hususun altını çiziyor:  “Cumhuriyet'in ilk anayasası olan 1924 Anayasası'nın 1. maddesi ‘Türkiye Devleti bir cumhuriyettir’ hükmünü içerir. (…) Anayasa değişikliklerini düzenleyen 102. maddesinin son fıkrasında ise yalnızca 1. maddenin değiştirilemeyeceği ve değiştirilemeyeceğine dair bir teklif verilemeyeceği belirtilir. 1961 Anayasası'nda da durum aynıdır. Anayasa'nın 1. maddesi ‘devlet şeklinin cumhuriyet’ olduğunu kayıt altına alır, 9. maddesi ise devlet şeklini belirten hükmün değiştirilmesini ve değiştirilmesinin teklif edilmesini yasaklar. Açık olduğu üzere, 1982'ye gelinceye kadar, Türkiye'nin anayasal geleneğinde değiştirilemezlik sadece (kimsenin itiraz etmediği) "devlet şeklinin cumhuriyet" olduğu ile sınırlıdır.

 

Görüldüğü gibi, değiştirilemez maddeler, Cumhuriyet'in kuruluşundan beri var olan değil, 12 Eylül darbesini yapan generaller tarafından mevcut anayasamıza konulmuş olan, onların iradesini temsil eden maddelerdir.  Coşkun’un yazısında belirttiği üzere, “değiştirilemez maddelerin genişletilmesi, darbecilerin iradesi doğrultusunda, Anayasa Mahkemesi’nin uygun görmesi durumunda -ki örnekleri az değil- siyaset alanının daraltılmasına yöneliktir”. Dolayısıyla, ilk 4 maddeye dokundurtmamak, Kılıçdaroğlu’nun öne sürdüğü gibi, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran babalarımız, dedelerimizin değil, 12 Eylül darbecilerinin iradesini savunmaktır.

 

Kabul etmek gerekir ki dedelerimizin kurucu iradesini esas alan, dolayısıyla geleceği değil, geçmişi savunan bir siyasi parti ne “yeni”, ne öne sürdüğü gibi “değişimden yana” olabilir.  Bu konu uzun bir süredir tartışıldığı, bunları yazmaktan kalemimizde mürekkep kalmadığı halde, Kılıçdaroğlu tarafından temcit pilavı gibi ısıtılıp önümüze konulmasının ardında nasıl bir mantık olduğunu merak ediyorum. Aklıma gelen ilk olasılık, son dönemdeki politikaları eski Genel Başkan Deniz Baykal tarafından “HDP’lileşmek” olarak etiketlenen Kılıçdaroğlu ekibinin yönetimden tasfiye ettiği ulusalcılara ve kendisini ulusalcı olarak tanımlayan seçmen tabanına yönelik bir jest olduğu yönünde.

 

Öteden beri darbecilerin izlerini rötuşlamayı, kırmızıçizgileri olmayan bir anayasaya tercih ettiğini anladığımız CHP’nin son dönemde yoğunlaştırdığı “siyasi tıkaç” politikasına bahane ararken, başkanlık sistemine karşı olanların yanı sıra ulusalcı seçmene de çiçek atmasını doğal karşılamak mümkün elbette. Benim gibi düşünenler, CHP’yi, Türkiye’nin gereksindiği sosyal demokrat partinin politikalarını izlemediğinden ötürü eleştiriyor, ama partinin başındakiler, politika üretmek yerine AK Parti karşıtlarının büyük partisi olmaktan memnunlar ki bu tür anti-demokratik tutumlar almaktan rahatsız değiller.     

 

Aslında ilk 4 maddeyi, hatta çok daha fazlasını kırmızıçizgi ilan eden MHP’nin aynı çizgiyi sürdürmesini yadırgamıyorum. Sonuçta felsefesini “Türklük” üzerine inşa etmiş, bu kavramın Kürtler dâhil bu ülkede yaşayan herkesi kapsadığını söylese de, bu konuda Kürt seçmen nezdinde çok da inandırıcı olamamış bir partinin 82 anayasasında değişmesini arzu etmediği maddeler olabilir. Ülkücülerin de 12 Eylül darbesinin mağdurları arasında olduğu göz önüne alındığında, bu tutum da mantıksız görülebilir belki ama MHP’de, doğası gereği, CHP’deki gibi, ayrıca “HDP’lileşme” sendromu görülmediğini kabul etmek gerekir.

 

Ayrı bir tartışma konusu kuşkusuz ama “HDP’lileşme” aslında HDP’nin “Batasunalaşması” anlamına geliyor. Hem de ETA’ya silah bıraktıran Otegi’nin değil, silahla bağımsızlık mücadelesi veren 2008 öncesinin Batasuna’sı. Türkiye’ye iç savaş ilan eden PKK’nın siyasi kolu olarak faaliyet göstermekte ısrar eden bir siyasi partinin yanında Venedik ölçütlerine inanan gerçek demokratların yeri yok elbette.  

 

Son olarak esas konumuz olan CHP’nin son dönemde izlediği tutuma dönecek olursak, Yeni Anayasa konusunda ulusalcı, ama diğer konularda, Sayın Baykal’ın da altını çizdiği gibi, bu fikriyatın tam tersi olan HDP’lileşme eğiliminde olduğu görülüyor. Hal böyle olunca CHP’nin neden iktidar alternatifi olamaması çok mu şaşırtıcı acaba?

 

           

 

 

 

 

 

- Advertisment -