2024 yılı boyunca dünya nüfusunun yarısına sahip 100’den fazla ülkede seçimler yapılmaktadır. Yılın sonuna yaklaştığımız şu sıralarda henüz seçimlerini tamamlamamış ülkeler de var. Romanya’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri Rusya’nın müdahalesi gerekçe olarak gösterilerek yüksek mahkeme tarafından iptal edilmiştir. Yeni seçimlerin ne zaman yapılacağı ise henüz belirlenmemiştir. Moldova ve Gürcistan’da da seçimler Rus müdahalesinin gölgesinde yapılmış, süreç Moldova’da tamamlanmış, Gürcistan’da ise tartışmalı bir şekilde devam etmektedir. Gürcistan’daki duruma aşağıda daha ayrıntılı bir şekilde değineceğim.
Bu yazıda, demokrasileri çalınma tehlikesi ile karşılaşan ülkelerde halkların nasıl sokaklara dökülüp onu kurtarmak için mücadele ettiklerinin bazı örneklerine değinmek istiyorum. Bazı ülkelerde bu mücadele sonuç vermiş, bazısında vermemiştir. Gürcistan ne yazık ki ikinci kategoridedir. Neyse ki yapılan seçimlerin büyük çoğunluğunda süreç sorunsuz yürütülmüş, gerektiği hallerde iktidarlar ahenkli bir şekilde el değiştirmiştir. İlginç olanı halkların demokrasileri için mücadele veren ülkelerin hepsi zengin ve müreffeh ülkeler değildi. Afrika’da da buna rastlamak mümkün oldu.
Senegal ilk akla gelen ülke olmuştur. Cumhurbaşkanı Macky Sall, iki dönem sınırını anayasanın değiştiği gerekçesiyle kaldırmaya kalkmış, ancak halkın sokaklara dökülmesi neticesinde geri adım atarak seçime girmekten vazgeçmiştir. Muhalefetin adayı Bassirou Diomaye Faye seçimleri iktidarın adayına karşı kazanmış, görevi devralmış, Kasım ayında yapılan Parlamento seçimlerini cumhurbaşkanının partisi kazanmış ve ülke uzunca bir süreden sonra istikrarlı bir yönetime kavuşmuştur. Cumhurbaşkanı Faye, iki dönemin üçüncüsünde olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı geçtiğimiz aylarda ziyaret ettiğinde ne düşündüğünü tabii bilmiyoruz.
Son günlerde başarılı bir seçimle iktidarın el değiştirdiği başka bir batı Afrika ülkesi de Gana olmuştur. Bu da arka arkaya askeri darbelere sahne olan bu bölgede demokrasinin kimi ülkede sağlıklı bir şekilde sürdürülebileceğini göstermesi açısından önemli sayılmalıdır. İktidarların serbest seçimle son zamanlarda el değiştirdiği ülkeler arasında Botswana ve Mozambik da vardır.
Afrika’nın tam 19 ülkesinde 2024 yılı içinde yapılan seçimlerin tamamını bu yazının boyutları içinde incelemek mümkün değildir. Yukarıdaki iyi örneklerin yanında, Cezayir ve Tunus’ta kötü örneklerle karşılaşıldığı da yazık ki bir gerçektir. Her iki ülkede seçimler mevcut Cumhurbaşkanları tarafından çalınmış, halk da bezginlik içinde bu durumu kabullenmekle yetinmiştir.
Latin Amerika’nın 7 ülkesinde seçimler yapılmıştır. Bunlardan Venezuela’dakinin mevcut başkan Maduro tarafından çalındığı, halkın sokaklara döküldüğü, ancak yine iktidarın kaba kuvvete fütursuzca müracaat etmesi neticesinde muradına eremediği, dış dünyanın tepkilerinin de durumu değiştirmediği malumdur. Meksika’da yapılan seçimlerde sadece bir defa altı yıllığına seçilme kuralı nedeniyle mevcut başkan Lopez Obrador yeniden aday olamamıştı. Ancak partisinin adayı Meksika’nın ilk kadın başkanı Claudia Sheinbaum seçilmiştir. Nispeten oturmuş bir demokrasiye sahip olan Meksika’da adalet sistemine iktidarın el koymasını sağlayacak hakimlerin seçimle gelmesini öngören anayasal değişiklik protestolara yol açmış, ancak bunlar netice vermemiştir.
Halkların demokrasi için en kuvvetli mücadeleleri verdikleri ülkeler belki de Gürcistan ile Güney Kore olmuştur. Tabii onlardan önce çaldığı seçimlerden dolayı halkı sokaklara döktüren ve onun neticesinde iktidarı kaybeden Bangladeş eski Başbakanı Şeyh Hasina örneğini de unutmamak lazım.
Gürcistan ise Moldova ve Romanya’da görüldüğü şekilde güçlü bir Rus müdahalesine sahne olmuştur. Üstelik bu müdahale sadece dışarıdan değil, içeriden de olmuştur. İktidardaki parti son birkaç yıl içinde Rusya’dan gelen parasal destekle güçlenmiş, eski lideri oligark İvanişvili’nin siyasete geri dönmesi neticesinde dümen iyice Rusya’ya çevrilmiş, iktidar partisinin seçimleri kazanması, gerek muhalefet, gerek Cumhurbaşkanı Zurabişvili tarafından kabul edilmemiş, ancak bu itirazlar durumu pek değiştirmemiştir. İktidar partisinin Gürcistan’ın AB adaylığını 2028 yılına kadar askıya aldığını ilan etmesi, AB üyeliğini ülkenin istikbalinin garantisi olarak gören özellikle gençleri sokaklara dökmüş, ancak şimdilik bir sonuç almak mümkün olmamıştır. Cumhurbaşkanlığı seçiminin önceki seferlerden farklı olarak halk tarafından değil, iktidarın kontrolu altındaki ve muhalefetin boykot ettiği parlamento tarafından yapılmış olması yeni sorunlara gebedir. Parlamentonun önüne tek aday olarak çıkan eski futbolcu Mihail Kavelaşvili kullanılan 225 oyun 224’ünü alarak seçilmiş ancak mevcut Cumhurbaşkanı Zurabişvili, bu şekilde yapılacak seçimi kabul etmeyeceğini ve gerektiği kadar uzun bir süre işbaşında kalmaya devam edeceğini ilan etmiştir. Seçim neticelenir neticelenmez halk yine sokaklara dökülmüştür. Bu tutumun görevin ilke olarak el değiştirmesi gereken tarih olan 29 Aralık’a kadar sürdürülebilir olup olmadığını zaman gösterecektir. Gürcistan için sınama ülkenin AB ile bütünleşme yolunda ilerlemeye devam mi edeceği, yoksa 2008 yılından bu yana ülkenin nerede ise 1/4’ini işgal eden Rusya’nın kucağına mı düşeceğidir. Bu sınamada halkın gücüyle sırtını Rusya’ya dayamış iktidarın gücü karşı karşıya kalacaktır. Hangisinin daha güçlü olduğunu zaman gösterecektir. Ancak tabii Kafkasların bu önemli ülkesinin bir kan gölüne dönüşmesi Rusya hariç herkesi rahatsız edecek niteliktedir. Ona şüphe yok.
Halkın demokrasi için mücadele verdiği yeni bir örnek de Güney Kore’dir. Benim de üç yıl boyunca Büyükelçi olarak görev yaptığım için yakından tanıdığım, severek beğendiğim Kore demokrasisi de bir badireden geçmektedir. Yunus Emre Erdölen Kore’nin kurulduğu İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemden itibaren geçirdiği iniş çıkışları geçtiğimiz günlerde ayrıntılı bir şekilde bu sütunlarda anlattı. İlgilenenlerin okumasını tavsiye ederim.
Kore’de Meksika’da olduğu gibi Cumhurbaşkanı bir defalığına ve halk tarafından seçilmektedir. Meksika’da süre altı yıl iken Kore’de bu sadece beş yıldır. Sistem başkanlık rejimidir ancak Cumhurbaşkanı kanun çıkarmak için yine de Meclisin çoğunluğuna muhtaçtır. Cumhurbaşkanı seçimleri ile Meclis seçimleri farklı tarihlerde yapıldığından ülkenin demokrasiye geçtiği 1988 sonrası dönemde Cumhurbaşkanları Parlamentoda gerekli çoğunluğa sahip olmakta epey zorlanmışlardır. Ülke tarihinin ilk kırk yılının çoğunlukla asker olan diktatörlerin yönetimi altında geçmiş olması nedeniyle, Cumhurbaşkanının yetkilerinin kontrol altında tutulmasının istenmiş olması çok şaşırtıcı değildir. Azil süreci de kolaylıkla işletilebilmektedir. Orada görev yaptığım dönemde zamanın Cumhurbaşkanı ülkeyi iyi yönetemediği gerekçesiyle Meclis tarafından geçici olarak görevden alınmış, yargılanmış ve birkaç ay sonra aklanarak görevinin başına dönebilmiştir. Ülkemizi ilk ziyaret eden Kore Cumhurbaşkanı özelliğini taşıyan Roh moo-hyun görev süresi bittikten sonra eşi ile oğlunun karıştığı iddia edilen rüşvet iddialarına dayanamayarak intihar etmişti. Eski bir başsavcı olan şimdiki Cumhurbaşkanı Yoon, kendisinden önceki Cumhurbaşkanlarından Park Geun-hye’nin yine rüşvet suçundan azledilerek yargılanmasında ve hapis cezasına çarptırılmasında başrolü oynamıştı. Son yıllarda görev yapmış eski Cumhurbaşkanlarından Lee Myung-bak da aynı şekilde ancak görev süresi bittikten sonra yargılanıp hapis cezasına çarptırılmış ve iki yıl yattıktan sonra affedilmişti.
Aslında ilginçtir ki Kore gibi gelişmiş bir ülkede yolsuzluk ve rüşvet olayları son derece yaygın olup, iş çevrelerinde de bu suçtan hapis yatan kişilere rastlamak mümkündür. Örneğin dünyanın en büyük şirketleri arasında yer alan ve kurucusu aile tarafından yönetilmeye devam eden Samsung’un baba-oğul patronları arka arkaya yargılanmış ve hapis cezasına çarptırılmıştı. Cezalarını tamamlamadan affedilmeleri tepkilere yol açmıştı ama neticeyi değiştirmemişti. Yolsuzluk hem iş çevrelerinde hem de siyasette çok yaygın olmakla beraber birçok başka ülkeden farklı olarak örtbas edilmemesi de bana hep ilginç gelmiştir.
Savcılıktan gelen Cumhurbaşkanı Yoon suk-yeol’un siyasete pek aşına olmaması nedeniyle, sistemin gerektirdiği uzlaşma kültüründen de yoksun olması sonucunu doğurduğu söylenebilir. Muhalefetin çoğunluğa sahip olduğu Parlamento ile mücadeleye girmiş, ancak bu mücadeleyi kazanamayacağını anlayınca bir gece yarısı ilan ettiği olağanüstü halden Yunus Emre Erdölen’in belirttiği şekilde altı saat yedi dakika sonra vazgeçmek durumunda kalmıştır. Bu netice halkın ve parlamentonun tepkisi sayesinde alınmıştır. Aslında Kore halkında gösteri ve protesto geleneği epey güçlüdür. 1980’li yıllarda kanlı bir şekilde sonuçlanan bu gösteriler daha sonraki dönemde, 1988 yılında askeri diktatörlüğün bitmesine ve ülkenin tarihinde ilk defa demokrasiyle yönetilmesine yol açmıştır. Dünyada gelişme yolunda ülke sayılırken gelişmiş ülke statüsüne geçen tek örnek Kore, kısa zamanda dünyanın 14üncü ekonomisi olmuştur. Kore savaşının bittiği 1953 yılında ülkemizin fert başına milli gelirinin ¼’üne sahip olan Kore bugün ülkemizinkinin üç katına sahiptir. Bunu da tabii kaynaktan nerede ise tamamen yoksun olmasına ve komşusu Kuzey Kore ile kalıcı bir barışa sahip olmamasına rağmen başarmıştır.
Kore’deki kriz henüz sonuçlanmamıştır. Cumhurbaşkanı kendi partisinin verdiği destek sayesinde Parlamentodaki azil oylaması ilk defa yapıldığında tehlikeyi atlatmış, yapılan pazarlıklar sırasında kendisine onurlu bir çıkış yolu aranmış, azledilmeme karşılığında görevden kısa zamanda ayrılmayı kabul etmiş, hatta o arada yurt dışına seyahat etmemeyi taahhüt etmiştir. Ancak bu taahhütlerden hemen dönmesi üzerine Parlamentoda yapılan ikinci azil oylamasında kendi partisinin de desteğiyle yargılanmak üzere azledilmiştir. İktidar partisinin de yapılan gösterilerin etkisiyle azil oylamasında kısmen de olsa muhalefetle birlikte oy kullandığı görülmüştür. Normal olarak altı ayı geçmemesi gereken bu süre zarfında yetkileri aslında Kore sisteminde çok görünür bir profile sahip olmayan başbakana devredilmiştir. Yukarıda da belirttiğim gibi görevdeki bir Cumhurbaşkanının yargılanması ilk defa olmamaktadır. Ancak bu defa yargılanma sonucunda görevden kesin olarak alınması suçlamanın önceki seferden çok daha ciddi olması nedeniyle kuvvetle muhtemeldir. Gerçi Yoon’un tanıdığı ve birlikte çalıştığı hakimlerin kendisine arka çıkması imkansız değildir.
Kore sisteminin bir ilginçliği de Cumhurbaşkanlığı görevinin sağ ile sol arasında sırayla değişmekte olmasının nerede ise bir gelenek haline gelmiş olmasıdır. Yoon Batı ve özellikle ABD yanlısı iken kendisinden önceki Cumhurbaşkanı Moon ABD ve hatta geleneksel hasım Japonya’ya karşı daha mesafeliydi. Yoon’un görev süresi ne zaman biterse bitsin yerine gelecek Cumhurbaşkanının soldan gelmesi beklenebilir. Ancak bu kavramlar Kore gibi bir ülkede hayli izafidir. Kim gelirse gelsin, Kore’nin temel istikametinde, özellikle Kuzey ile ilişkilerde köklü bir değişiklik olmayacaktır. Güneyi yönetenler zaman zaman Kuzeye ellerini uzatmaya çalışmışlar, ancak oradaki rejimin gereği bu el hiçbir zaman tutulmamıştır. Kuzey Kore Güney ile barışmak suretiyle dünyaya açılacak olsa, rejim aniden çöker. Ancak bu başka bir yazının konusu.
Aynı şekilde sağlam bir yapıya sahip Kore ekonomisinin de bu kargaşadan çok fazla etkilenmesi beklenmemelidir.
Neticede tehdit altında olan demokrasilerin halkların tepkileri sonucunda bazen ancak her zaman değil, kurtarılabildiklerini çeşitli örnekler gösteriyor. Ne yazık ki bu tepkinin kendini göstermediği ülkelerde ise demokrasinin yok edilmesi veya en azından zayıflatılması o kadar zor olmuyor.