Ankara’daki siyasi karar alıcılar ve devlet ricali ufukta bağımsız bir Kürdistan görününce ne panik atak geçirdi, ne de uçak kaldırıp “kabile devletini” yerle bir etmeyi aklından geçirdi. Eskide olsa korkudan dişleri birbirine vuran bir Ankara görürdük.
Erdoğan kararı “üzücü,” Başbakan Yıldırım ise “sorumsuz” buldu. Bu kadar. Ötesine geçen ne bir taktik, ne bir ısrar, ne bir hareketlilik gördük.
Ankara sadece bağımsız devlet sürecinin sorunlar yumağına gömülen Ortadoğu’nun dertlerine yeni dertler eklemesinden kaygılanıyor. Haksız da değil. Bir Irak-Kürt veya bir İran-Kürt çatışması bölgeyi bir anda daha da büyük bir yangın yerine çevirebilir.
Yanlış epistemoloji
Tablo böyle iken, Kürt sorununda etkili bir yoğunlaşması bulunan aydınların büyük çoğunluğu, Türkiye’nin bağımsız Kürdistan devleti karşısındaki tutumunu eleştiriyor. Aydınların bu tutumuna iki faktör sebep oluyor. (1) Bağımsız Kürdistan ile ilgili hakikat arayışında hatâlı bir epistemolojik kurgudan yola çıkıyorlar. (2) Devleti yeterince tanımıyorlar.
Türkiye 1990’ların Türkiye’si değil. Ama aydınlar sanki karşımızda böyle bir ülke varmış gibi bir a priori kabulden yola çıkıyorlar. Türkiye yeni duruma eski refleksleri göstermiyor, ama söz konusu aydınlar Türkiye yine o eski refleksleri gösteriyormuş gibi bir kanaat uyandırıyorlar.
Oysa Ankara’daki karar alıcılarının bağımsız Kürdistan ile ilgili tartışmasının seviyesi “Türkiye bağımsız Kürdistan’ı tanımalı mı tanımamalı mı?” veya “Türkiye bağımsız Kürdistan’ı desteklemeli mi desteklememeli mi” değil.
Tartışma “hangi tercihler Türkiye ile bağımsız Kürdistan arasındaki ilişkileri daha kurumsal ve entegre hale getirir” düzeyinde cereyan ediyor.
Aydınların devleti yeterince tanımamaları da şuna yol açıyor: Türkiye bağımsız Kürdistan sürecini “en fazla yarar getirecek bir müzakere” sürecine çevirmek istiyor. Bu yönde bir oyun planı kurgulamaya çalışıyor. Ama aydınlar bunu “Türkiye bağımsız devleti tanımazsa boşluğu başkaları doldurur” şeklinde algılıyor.
Türkiye’nin bağımsız Kürdistan için çok stratejik bir önemi var. Dolayısıyla bağımsızlık sürecini bir müzakere sürecine çevirmek istemesi son derece doğal. Türkiyesiz bir bağımsız Kürdistan çok ciddi bir sıkışmışlık ve vizyonsuzluk yaşar. İstikrar da bulamaz. Bağımsız Kürdistan’ı karşısına alan bir Türkiye ise içerde çok ciddi sosyolojik savrulmalara kapılabilir.
Beş hayati soru
Bu sonucun oluşmaması için mutlaka şu soruların sorulması gerekiyor:
* Türkiye ile bağımsız Kürdistan arasında ne tür bir ilişki modeli geliştirilmeli?
* Kerkük bağımsız Kürdistan’a bağlansın mı, bağlanmasın mı?
* Bağımsız Kürdistan olgusunun yaratacağı milliyetçi dalga kıyılarımızı nasıl döver?
* Yer altı zenginlik kaynakları ile kişi başına milli geliri ileride 30,000’i bulacak olan bir bağımsız Kürdistan, Türkiye Kürtleri için bir çekim merkezine dönüşür mü?
* HPG “bağımsız Kürdistan” topraklarını kullanarak Türkiye’ye yönelik şiddet eylemleri gerçekleştiriyor. Bağımsız Kürdistan’ın kuruluşuna onay ve destek vermek, Barzani’nin bu konuda üstleneceği sorumluluğu görmezden gelmeye sebep olmalı mı? Barzani bu konuda Türkiye ile çok stratejik bir işbirliği ve yardımlaşmaya girecek mi?
Bu sorulara odaklanalım. Bu soruların cevaplarını bulalım. Daha hayırlı bir iş yaparız. İnanın, bugünlerde bu sorulara kafa yoran karar alıcılara da bir yararınız dokunmuş olur.
NOT: Bağımsız Kürdistan ile ilgili kendi yoğunlaşmamı bundan üç ay önce “Konfederal Entegrasyon” başlığıyla kaleme almış, Türkiye ile bağımsız Kürdistan’ın ayrı tüzel kişilikler olarak özlerini korumak suretiyle birbirine entegre olmasını, entegrasyonun da ekonomik, diplomatik ve siyasal boyutlar içermesi gerektiğini belirtmiştim. Dileyenler o önerilere şu linkten ulaşabilirler: https://serbestiyet.com/yazarlar/cengiz-kapmaz/konfederal-entegrasyon-773076.