Ana SayfaYazarlarDevlet, Kürtler ve entelektüeller

Devlet, Kürtler ve entelektüeller

 

Çok büyük bir altüst oluşun, muazzam bir değişikliğin içinden geçiyoruz. Bunun ne anlama geldiğini bizden sonraki kuşaklar daha iyi anlayacak. Yaşadığımız değişimi şu cümle ile ifade edebiliriz: Çevre merkeze yerleşti. Bu cümle, çok kullanıldığı için bize klişe gibi gelebilir ama başlı başına sosyo-kültürel kodlarda, toplumsal psikolojide, sosyal ve siyasal tutumlarda, değerler ve normlarda yaşanan transformasyonu iyi anlatıyor.

 

Bu transformasyon dalgaları, en çok Kürt sorununun kıyılarını dövdü. Daha birkaç yıl öncesine kadar hepimizin imkansız dediği pek çok şey, son birkaç yıl içinde peş peşe gerçekleşti: Önce devlet Oslo’da örgütle kıran kırana pazarlığa oturdu. Sonra Öcalan’la el sıkıştı. Daha sonra sınır dışına çıkan HPG üyelerine dokunmadı, uzaktan seyretti. Bu tarihsel gelişmelere bağlı olarak algılar dönüştü, yaklaşımlar değişti. Ancak “Kürt sorununda değişim” genel başlığı altında yer alan bir alt başlık var ki, spesifik olarak üzerinde durmayı hak ediyor. O da Kürt politik aktörleri, devlet ve entellektüeller arasında yaşanan iletişim ve etkileşim.

 

Hem “danışman” hem “savunucu”ydular

 

2009 tarihine kadar Kürtler – devlet – entelektüeller üçgeninde ilginç bir ağ vardı. Entelektüeller, Kürt sorununda devlet ile Kürt politik aktörleri arasında bir geri bildirim, bilgilendirme, test etme koridoruydu. Güvenlik ve çözümsüzlük politikalarına sımsıkı sarılan devlet için entelektüeller, Kürtlerle iletişimin araçsallaştırılmış gözlemci aklıydı. Devletin kendilerine biçtiği rolü severek kabul eden aydınlar, devlet katında oluşan hassasiyeti ve hükümetin beslediği niyeti Kürtlere aktarıyorlardı. “Dün MİT Müsteşarı ile birlikteydim” ya da “önceki gün çok önemli bir kuvvet komutanından şu ilginç sözleri duydum” gibi cümleler Kürtlerde ilgi çekiyordu. Aydınlar daha sonra güvenlik elitine gidiyor, benzer cümleleri onlar için kuruyordu. Böylece devlet, izlediği politikaların izini ve geri bildirimini koridor olarak kullandığı aydınlar üzerinden gözlemleyebiliyordu. Diğer taraftan aydınlar, güvenlik elitine gerek yazılarında anlattıkları, gerekse kişisel olarak sundukları gözlem ve önerilerle devletin bilgi oluşturma açığını gideriyorlardı. Bu yönleriyle entelektüeller, hem baskıcı iktidarın “danışman”ları, hem de “baskı altındaki halkın savunucu”larıydılar.

 

Kürtler açısından ise aydınlar, devlet ve iktidar ile konuşmanın dolaylı aktörleriydi. Kürt politik aktörleri, bazen devletin niyetlerini aktarıcı bazen arabulucu rolünde ortaya çıkan entelektüelleri çok sevdiler. Çünkü muhatap alınmaya giden sürecin taşlarının bu şekilde döşendiğini düşünüyorlardı.

 

Paradigma değişti

 

Ancak 2009 yılında Kürtler-devlet-entelektüeller arasındaki ilişki yapıbozuma uğradı. Çünkü yeni bir devlet aklı oluştu. Bunun tarihsel bir sonucu oldu. Kürt sorununda paradigma değişti. Kürt sorunu karşısındaki edilgen devlet duruşu gitti; yerine, fikir ve proje üreten, etkileşim yaratan, çözüm isteyen, bunun için ezber bozan organizasyonlara (mesela çözüm sürecine) giren bir devlet duruşu geldi. Doğal olarak bu durum devletin bilgi oluşturma kaynaklarını da değiştirdi. Daha düne kadar aydınların ufkuna ve bakışına muhtaç durumda olan devlet, artık kendi imkan ve kabiliyetleri ile bilgi üretebiliyordu. Hattâ bu konuda “düşünülemeyeni düşünecek” kadar da aydınların ilerisindeydi.

 

Kaybolan “oligarşik iktidar”

 

Devlet aklı ve duruşu değişince aydınlar boşlukta kaldı. Kürt sorununu “iyi bilme”nin ve soruna hakim olmanın sağladığı “parlak kariyer” yok oldu. Böylece aydınlar oligarşik iktidarlarının anahtarını ellerinden kaçırdılar. Bu yüzden, seçkinci iddialarını ellerinden alan değişime direndiler. Çünkü artık seçkinci ağacın dallarında oturup Türkiye’ye hitap etmek giderek güçleşmişti.

 

Bu değişim, aslında Kürt sorununda fikirleriyle değil aldıkları pozisyonla değerli olabilen aydınların sonunu müjdeliyordu. Artık devlet nazarında entelektüelin prestiji, pozisyon alan değil fikir üretebilen olmalarına bağlıydı. Aydınların büyük çoğunluğu, bu değişime uyum sağlayamadı. Bu durum aydınların devlet içindeki dinlenilirliklerini yoketti.

 

Kimi entelektüeller, Kürt politik aktörlerine yanaşarak “organik aydın” oldu. Bu aydınlar çeperine yerleştikleri Kürtlerde davranış değişikliği yaşanmasının en önemli sebebi oldular. Kimi entelektüeller, toplumla arası bozulan “emekli huysuz”ların diline dönüştü. Mutlak hükümet karşıtı oldular. Nihilist bir savrulma yaşadılar. Kimi entelektüeller kendilerine yeni bir pozisyon buldu; Amerika’nın Kürt sorunundaki hissiyatının sözcüsü oldu.

 

Bugün üzerinde çok konuşulan aydın krizi, bu değişim-dönüşüm hikayesinden bağımsız olarak değerlendirilemez. Fakat bu değişim-dönüşümün Kürt politik aktörleri tarafından yeterince analiz edildiği kanısında değilim. Çünkü hâlâ fikir üreten aydından ziyade pozisyon alan entelektüeli önemsiyorlar.

 

Bugün politik Kürt aktörlerine yakın duran kimi entelektüellere baktığımda, bende “başka insanların perişanlık içinde yaşadıkları bir yerde ucuz bir tatilin tadını çıkaran turist” duygusu uyandırıyorlar. 

 

- Advertisment -