AK Parti hükümetine yönelik yakın zamana kadar geliştirilen eleştirilerin başında “Türkiye’yi yalnızlaştırmak” geliyordu. Bu “savrulmanın” sorumluluğu ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yükleniyordu; Erdoğan’ın, diktatörlük hevesine kapılarak “Türkiye’yi dünyadan kopardığı” tezi uzun süre işlendi.
Ancak zaman ve yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin dış ilişkilerde kimi sorunlar yaşansa da, bunun dünya ile olan bağlarımızı zayıflatmadığını gösterdi; aksine dış ilişkilerde yaşanan sıkıntılar, Türkiye’nin dünyayla daha sağlıklı ve şahsiyetli bir ilişki kurmasını beraberinde getirdi. “Eski Türkiye” bahsi açıldığında gözden kaçan “Eski Türkiye” ve Batı ilişkileriydi. Batı’nın Soğuk Savaş döneminde belirlediği ortaklık biçimini sürdürmek istemesi gayet normaldi; ama asıl anormal olan, ekonomik olarak büyüyen, siyasi olarak güçlenen ve gelişen Türkiye’nin, eski model ortaklığa itiraz etmemesi olurdu. Türkiye ile Batı arasında soğuk rüzgârlar esmesinin nedeni, Batı’nın “Eski Türkiye”deki ortaklarıyla çalışmak istemesiydi. Batı, MİT darbesi, Gezi ayaklanması ve 17-25 Aralık darbe girişimi süreçlerinde hep eski Türkiye’den yana tavır aldı. Batı medyası, 30 Mart Yerel seçimleri, 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı, 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde “Eski Türkiye” koalisyonunu destekledi. Fakat tüm bu süreçlerde, Türkiye’nin nasıl ve kimlerce yönetileceğine dair son kararı halk verdi; siyaseti ve toplumu yönlendiren güç merkezleri, bu kritik dönemde milleti etkileme gücünü kaybetti.
1 Kasım, Batı’nın, Türkiye’nin “Milli iradesi”ni tanımak zorunda kaldığı yeni bir dönemi başlattı. Türkiye’nin bir Mısır olmadığını Batı da gördü. İçeride fetret dönemi kapanınca, Türkiye’nin “Değerli yalnızlığı” da bitti. G-20 zirvesi, siyasi tarihe Türkiye ile Batı ilişkilerinde yeni bir dönemin miladı olarak geçecek özellikleri taşıyor. Batı, bundan böyle Türkiye ile daha eşitlikçi bir ilişki geliştirmek zorundadır. Türkiye’nin ekonomisi ve demokrasisiyle Batı’dan aşağı kalır bir yanı yok. Batı’nın bu gerçeği geç de olsa kavradığı görülüyor. Fakat içerideki muhalefet eski pozisyonunda ısrarı sürdürüyor.
1 Kasım sonuçları, muhalefetin, AK Parti’ye yönelik geliştirdiği “Türkiye’yi Batı’dan kopardığı ve ülkeyi diktatörlükle yönettiği” suçlamalarını tümden geçersiz kıldı. Muhalefet cephesinin işlediği tezlerde gerçeklik payı olsaydı Türkiye, bugün uluslararası toplumda önemli bir aktör olamaz ve dünya liderleri de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmek için herhalde böyle sıraya girmezdi. Gerçek şu ki, muhalefetin suçlamaları arttırdığı bu son üç yıl aslında Türkiye’nin uluslararası toplumdaki yeri, gücü ve itibarının en çok arttığı yıllar oldu. Erdoğan, Türkiye’yi dünyanın önde gelen ülkeleri arasına sokmayı başardı; ayrıca G-20’deki performansıyla da kendisinin bir dünya lideri olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.