Geçen hafta, bir zamanlar kendisi de başörtülü olan, 28 Şubat’ın mücadeleci kadınlarından akademisyen-yazar Ayşe Çavdar’ın tesettürden vazgeçen dindar genç kadınlara dair bir yıl öncesine uzanan radikal öngörüsünden söz etmiştim. İsterseniz Çavdar’ın görüşlerinin ayrıntısını 24 Ocak tarihli yazıma dönerek okuyabilirsiniz, ben burada ayrıntılardan arındırılmış özet halini hatırlatmakla yetineceğim. Okurken, bu değerlendirme yapıldığında başörtüsü çıkarma “eyleminin” bugünkü aleniyetini henüz kazanmadığını da aklınızda tutun:
“Bu insanlar” diyordu Ayşe Çavdar, “yani başlarını açmak için mücadele veren kadınlar, muhalif söylemi benimsemiş birkaç erkek de tanıyorum, bu muhafazakâr çevreden çıkmış olan bu insanlar ilmek ilmek, tırnaklarıyla oyarak dinle yüzleşiyorlar ve oradan bir sekülerizm çıkarıyorlar, bu çok acayip bir şey. Çünkü bu onların yaşama bilgisi. Kendi yaşama bilgilerinden etik sebeplerle vazgeçiyorlar.
“Bu neye benziyor biliyor musun? Türkiye'nin 68'lileri -bu dünyada da böyle- genelde zengin ailelerin çocuklarıydı. Bu çocuklar ailelerinin zenginliklerinden, o aristokratik seçkinliklerinden etik sebeplerle vazgeçiyorlardı. Bu ona benziyor, şimdi Müslüman 68'i geliyor, gör bak sen. Hem de koştura koştura geliyor.”
Çavdar haklı olabilir, en azından eğilim âşikâr
Geçen hafta, Çavdar kadar keskin bir öngörüm olmasa da, onun işaret ettiği dinden uzaklaşma ve sekülerleşme eğilimini benim de görebildiğimi yazmış, buna dair argümanlarımı başlıklar halinde sıralamış, onların açılımını da bugüne bırakmıştım… Bugün onu yapmaya çalışacağım, fakat önce başlıkları bir daha hatırlayalım:
a) Şimdiki muhafazakârlığın siyasi düzeydeki pragmatizmi ve yozlaşması ile başlangıçtaki büyük idealler ve adalet arayışı arasındaki uçurum.
b) Sosyolojik düzeydeki melezleşme ve bu yolla eski “seküler öteki” ile kurulan ilişkiler.
c) Modernliğin çekiciliği.
d) İlk üç etmenin tartıştığımız eğilim üzerindeki etkisini katlayarak büyüten iletişim devrimi ve yeni medyatik ortamlar.
Mahçupyan’ın ifade ettiği, benim unuttuğum temel bir faktör
Bu yazıya başlamadan önce, dindar gençlerin deizme kaymaları ve seküler hayat tarzına meyletmeleri hususunda başka neler yazılmış diye bir internet turu atınca, yukarıda sıraladığım başlıkların çok önemli bir eksiklikle malûl olduğunu fark ettim.
O başlıkların dördüncüsünde, “iletişim devrimi ve yeni medyatik ortamlar”ın, ilk üç etmenin tartıştığımız eğilim üzerindeki etkisini katlayarak büyüten katalizör rolünden söz etmiştim. Fakat Etyen Mahçupyan’ın konuya dair eski bir yazısına rastlayınca anladım ki, benim “katalizör”ümü de kapsayan daha kuşatıcı, sıraladığım dört etmenin etkisini katlayarak büyüten bir noktayı ihmal etmişim: Dindar kadınların üzerlerindeki baskının ortadan kalkması ve böylece onların yeni ve farklı değerlendirmeler yapabilmelerinin önündeki duvarın yıkılmış olması…
Mahçupyan, deizmin dindar gençler arasında neden yaygınlaştığını izah etmek için kaleme aldığı yazısında bunu şöyle ifade ediyordu:
“Din üzerindeki baskılar nasıl yüzeydeki sahte ‘laikleşmeye’ karşın dini değerli kıldıysa, bu baskıların kalkması ve dinsel hayatın özgürleşmesi de özgür zihinlerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Dünyanın her yerinde özgürlükler arttığında inanç ve ideoloji alanı da tekçilikten kurtulur, çeşitlenir, çoğulculaşır ve inanç meselesi zihinsel süzgeçlerin içinden geçerek hayata yansımaya başlar.
“Bu dinamik başladığında, ilahi dinlerin söylemini sahiplenen kişilerin yeni neslin en azından bir bölümün kendilerinden daha akıllı ve derinlikli bir zihinsel analiz alışkanlığına sahip olacağını idrak etmesinde yarar var. Özgürlük sorgulama demektir… Eğer sorulara sığ ve basmakalıp klişeler dışında cevaplarınız yok ise, zihni kapasitesi yüksek gençlerin söylediklerinize teveccüh göstermesini nasıl beklersiniz? Hele inancı zaman ve mekanı aşan bir ‘gündelik davranış modeli’ olarak tanımlayıp sabitlerseniz, hayatı bireysel derinliği içinde hissetmeye yatkın gençleri dindar kılmayı nasıl umabilirsiniz?”
Neye itiraz ediyorlar, nelerden etkileniyorlar?
Bakış açımdaki eksik noktayı böylece telafi ettikten sonra, Ayşe Çavdar’a, “başta kadınlar olmak üzere dindar gençler arasında dalga dalga yayılan sekülerleşme” ve “Müslüman 68’i” tespitlerini yaptıran eğilimin başlıca kaynaklarını tek tek ele almaya başlayabilirim.
a) Şimdiki muhafazakârlığın siyasi düzeydeki pragmatizmi ve yozlaşması ile başlangıçtaki büyük idealler ve adalet arayışı arasındaki uçurum: Dinin son yıllarda hızlanan siyasallaşmasının ve dindar siyasetçilerin dini siyasi başarı yolunda araçsallaştırmalarının, zihni kapasiteleri ve sorgulama hevesleri yüksek genç dindarlar arasında mâkes bulmamış olması düşünülemez.
Tunus’un itibarlı Müslüman siyasetçisi Gannuşi’nin 2016’nın bahar aylarında yaptığı tarihi açıklamanın nedeni de, bütün bir Müslüman dünyasını esir alan bu tehlikeyi görmesiydi.
Gannuşi, Mayıs 2016’da Le Monde’a verdiği söyleşide, Tunus’un artık bir demokrasi olduğunu, o nedenle bundan böyle Tunus’ta siyasal İslam’a yer olmayacağını belirtmiş, partisinin de bundan böyle dini ve siyasi faaliyetleri biribirinden ayıracağını vurgulamıştı. Gannuşi’ye göre bu hem “çıkarları için dini manipüle etmekle suçlanmayacak” olan siyasetçiler için, hem de “artık siyasetin esiri olmayacak” din için iyi olacaktı.
Bu yaklaşımla, Türkiye’deki, işaret edilen birine oy verenlerin ahiretlerini de kurtaracaklarını söyleyen siyaset ve siyasetçiler karşılaştırılırsa, Türkiye’deki genç dindarların dini pragmatik siyasi hesaplarla kullanan siyasetçilere duydukları tepki daha iyi anlaşılabilir.
b) Sosyolojik düzeydeki melezleşme ve bu yolla eski “seküler öteki” ile kurulan ilişkiler: Başörtüsü yasağının başta üniversiteler olmak üzere kamusal alanlarda kalkmasından sonra başörtülü kadınların benimsediği davranış modeli, laik çevrelerin kafalarında oluşturduğu korkunun tümüyle temelsiz olduğunu koydu ortaya.
Bu çevrelere göre, üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasından sonra başı açık kadınlar üzerinde öyle bir baskı oluşacaktı ki, bir süre sonra üniversitelere başörtüsüz girmek mümkün olmayacaktı. ("AKP üniversitelerde türbanı serbest bırakırsa, iki sene içinde, hiçbir üniversitede başı açık kız göremezsiniz. Çünkü toplumsal baskı oluşturulur. Çok kısa bir zaman sonra da insanlar başörtüsü takmamazlık, üniversiteye başörtüsüz gidememezlik edemezler" – Tarhan Erdem, Radikal, Neşe Düzel'le söyleşi, 10 Eylül 2007).
Başörtüsü üniversitelerde yıllardır serbest ve oralardan, örtüsüz kadınlara yönelik tek bir mahalle baskısı haberi bile çıkmadı.
Fakat bambaşka bir şey oldu. Bu sayede ortak bir alanda buluşan örtülü ve örtüsüz genç kadınlar birbirleriyle konuşmaya, birbirlerini etkilemeye başladılar. Bu karşılaşma sonucunda tercihini tesettür yönünde kullananlar da olmuştur mutlaka, fakat tersini tercih edenlerin sayısının çok daha fazla olduğu anlaşılıyor.
c) Modernliğin çekiciliği: Başörtüsü sayesinde kitleler halinde ev içinden kamusal alana, özellikle üniversitelere çıkabilen genç kadınlar böylece burada karşılaştıkları seküler-modern hayatla, anne-babalarının neşesini iyice kaybetmiş gündelik hayatlarını kıyaslama imkânı da buldular.
Bu karşılaşmada da bir önceki maddede gördüğümüz gibi etkileşim karşılıklıydı. Yani nasıl bazı başı açık genç kadınlar örtünme, bazı örtülüler de örtülerini açma eğilimi içine girdilerse, burada da bazı dindarlar seküler-modern hayat tarzından etkilendiler ya da tersi oldu.
Fakat burada da seküler-modern hayat tarzını tercih edip sekülerleşenlerin, seküler-modern hayat tarzlarını terk edip dindarca bir gündelik hayata geçen genç kadınlardan çok daha fazla olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun çok basit bir nedeni var: Modern hayat tarzının genç insanlar üzerinde büyük bir çekiciliği vardır ve onunla iç içe yaşayıp da ondan etkilenmemek çok zordur.
Bu zorluk, ömürlerini din ve gelenekle içiçe yaşayarak geçirmiş ve onun alternatifiyle karşılaşmamış daha yaşlı kuşaklar için de geçerlidir ama onların modernliğe direnebilmesi nispeten daha kolaydır.
Burada bu zorluğu ayrıntılandırmaya girişemem, çünkü böyle bir şey zaten uzamış bulunan bu yazıyı iyice uzatır. Fakat isterseniz, modernliğin çekiciliğinin nasıl bir şey olduğunu tartıştığım şu eski yazıya bakabilirsiniz: https://serbestiyet.com/yazarlar/alper-gormus/deizmin-dol-yatagi-modernlik-846201
d) İletişim devrimi ve yeni medyatik ortamlar: Genç dindarlar arasındaki sekülerleşme ve Ayşe Çavdar’ın sözleriyle 50 yıl önceki 68’liler gibi davranma eğilimini açıklamada kullandığım argümanlardan belki de en anlaşılabilir olanına gelmiş bulunuyoruz…
Gerçekten de, özellikle şu son 10-15 yıldaki iletişim devriminin, yeni medyatik ortamların, bilhassa da sosyal medyanın bütün bu tartıştığımız faktörlerin etkilerini neden katlayan bir rol oynadığını izah etmeye çalışmak manasız görünüyor.
Çünkü bütün bu faktörler o dijital ortamlar sayesinde zaman sınırına tâbi olmaksızın bir anda herkesin katıldığı tartışmalar haline geliyor ve etkilenmeye açık olanlar o tartışmalarla hızla fikirlerini ve davranışlarını değiştirebiliyorlar.
Şöyle toparlayarak bitireyim: Ayşe Çavdar’ın iddia ettiği ölçüde kitleselleşir mi bilemem ama, genç dindarlar arasında sekülerleşip dinden uzaklaşma eğiliminin var olduğunu görmek ve bunun neden böyle olduğunu anlamak o kadar da zor değil.