Hükümetin dış politikası özellikle Suriye ve Mısır’a yönelik yaklaşımı bugün başta CHP olmak üzere muhalefet partilerince kıyasıya eleştiriliyor. Eleştirilerin bir bölümü, dayandığı argümanlar demokrasi ve temel insan hak ve özgürlüklerini hiçe saydığı için hükümete değil, bu eleştiriyi yapanlara zarar veriyor. Örneğin ana muhalefet partisi sözcülerinden birinin sarf ettiği “Esat’tan daha iyi bir geleceği Suriye’ye vaat eden bir muhalefeti göremedikleri” sözü.Aynı sözcü bunun gerekçesini “ılımlı adıyla başlayan protestolar insan kalbi yiyen, kafa kesen bir cihat davasına ne yazık ki döndü” diye açıklıyor. Bu gerekçe Esat rejiminin temel argümanıyla bire bir örtüşüyor: “Suriye’deki muhalefet hareketi özü itibariyle köktendinci olduğu için rejime karşı hiçbir şekilde desteklenmemelidir”.Altı ay kadar önce Serbestiyet’te yayımlanan “CHP Suriye için Esad’dan daha iyi bir gelecek görmüyor” başlıklı yazımda, Cenevre Konferansı’nda Suriye Dışişleri Bakanı Muallim’in Batı ülkelerini Baas’ın ehveni şer bir rejim olduğuna ikna etmek amacıyla muhalifler arasında bulunan El Kaide kökenli IŞİD örgütüne işaret ettiğine dikkat çekmiştim. O günlerde Batı medyasında Batı tarafından desteklenen muhaliflere saldıran IŞİD’in Esad rejiminin dolaylı desteğine sahip olduğuna ilişkin çeşitli haberler yayımlanıyordu.Bütün bunlardan ana muhalefetin Suriye’de Esat’ın iktidarını sürdürmesinden yana olduğu sonucu çıkarılabilir elbette ama bu, süjesi CHP’nin Suriye politikası olan ayrı bir tartışmayı gündeme getirir. Oysa burada Suriye’de başından beri Batı’nın da tanıdığı muhalefetten yana olan AK Parti hükümetine yönelik bir iddia söz konusu: “Hükümet El Kaide kökenli IŞİD’i destekliyor.”Atıfta bulunduğum yazımda adı geçen CHP sözcüsü, o tarihlerde yayımlanan Suriye’deki işkence fotoğraflarının Londra’daki bir hukuk bürosu tarafından dünyaya duyurulduğunu söylüyor. Ardından bu hukuk bürosuyla Yasin El Kadı, Yusuf El Karadavi gibi El Kaide ile bağlantılı kişilerle birlikte Başbakan Erdoğan’ın da ilişkisi bulunduğunu öne sürüyor. Böylece içeride “otoriterleşen” Erdoğan’ın Orta Doğu’da Batı dünyasına karşı terör gruplarıyla ilintisi bulunduğu imajı oluşturulmaya başlanıyor.Başbakan Erdoğan’ın Batı medyasına da yansıyan bu olumsuz imajı, Suriye’de demokratik standartlara uymayan seçimlerden galip çıkan Esad’ın diktatörlüğünü adeta gölgeliyor. Öyle ki aklı başında herkes –Erdoğan’ı sevsin, sevmesin- Orta Doğu’nun barış ve istikrarının bozulmasında Baas rejimi ve başındaki diktatörün değil de, Türkiye’nin demokratik yollardan seçilmiş iktidarının bulunduğu görüntüsüne isyan ediyor.Mezhepçilik üzerinden IŞİD’e destek iddiası Türkiye’nin IŞİD’e destek verdiği iddiası sadece Suriye’de Esad rejiminin yıkılması amacıyla ilintilendirilmiyor, ayrıca Sünnilik üzerinden mezhepçi bir politika izlendiğine kanıt olarak takdim ediliyor. Ciddiliği son derece tartışılır bu iddianın üzerine ciddi analizler yapanlar, “AK Parti’ye IŞİD dersleri” verenler bile var.CHP’nin parmakla gösterilecek kadar azınlıkta kalan sosyal demokrat çizgideki milletvekilleri arasında bile bu iddiadan yola çıkarak hükümetin Orta Doğu’da Sünnilik üzerinden mezhepçi bir politika izlediğini savunanlar var. Bu iddia öylesine kanıksanmış durumdaki muhalefet çevrelerinde AK Parti’nin yanlış bir dış politika izlediği iddia olmaktan çıkarılmış ve bir veri olarak kabul edilmeye başlanmış durumda. Bunu, IŞİD’in bir bölümünü (TIR şoförleri) geçen hafta içinde serbest bıraktığı vatandaşlarımızı rehin almasıyla ilgili olarak ortaya atılan saçma sapan iddiaları bir tarafa bırakarak söylüyorum. Sadece ulusal değil, aynı zamanda uluslararası kamuoyuna da verilen -eski bir Dışişleri mensubu olarak en ufak bir ihtimal dahi vermediğim- Türkiye’nin bölgede Sünni/ mezhepçi bir politika izlediği mesajı, AK Parti’yi karalama amaçlı dahi olsa, imajımıza ve saygınlığımıza da zarar veriyor.IŞİD’e destek iddiası çözüm karşıtlığıyla kol kolaIŞİD’e destek iddiasının insanı isyan ettiren bir başka yönü de propaganda amaçlı olarak çözüm karşıtlığıyla birlikte takdim edilmesi. Nasıl olur demeyin, bağlantı IŞİD ve PKK’nın terör örgütleri olduğu ve “her iki örgütünün de Türkiye’de itibar gördüğü” noktası üzerinden kuruluyor. İnsan zekâsıyla alay eden bu fıkra gibi iddiayı fıkra halinde halka takdim edenler bile var. İşte internette dolaşan bir örnek:“– Çoluk çocuk nasıl aga?– İyidirler aga, büyük oğlan birkaç yıl önce PKK’ye katılmıştı, küçük de geçenlerde IŞİD’e yazıldı…– Aferin seninkilere. Bizimki okuyacağım diye tutturdu… – Bak ama bizim küçük sıcaklardan şikâyetçi biraz. Musul çok sıcakmış. Ona bir yolunu bulup Kandil’e geçmesini öğütledik. Dağ serindir şimdi…– Bizimkini de mi göndersek… Tanıdık var mı örgütlerde?– Gerek yok… Otobüs garajına gitsin… Elini kaldırıp zafer işareti yaparsa PKK, dört parmak işareti yaparsa IŞİD’in adamları gelip alıyor…– Öyle yapalım… Burada kalırsa yarın bir gün Gezi Parkı’na gitmeye kalkışacak terörist diye tutuklayacaklar.– Gönder gönder, çocuğun istikbali çok önemli.”Bu fıkranın kuşkusuz komik bir tarafı var ama komik olan insanların kafasını karıştırmak için ne kadar çok yanlışın bir arada yutturulabileceğini göstermesi olsa gerek. Bir kere Kahire’de geçen yıl İhvan hareketinin protestolarının geliştiği meydanın (Rabiatul Adeviyye) adından esinlenerek geliştirilen “Rabia-dört” işaretinin IŞİD’le ilintisi yok. Ama fıkra bu işareti yapan kişileri, barışçıl bir harekete destek olmalarına karşın, “terör” ile özdeşleştiriyor. PKK’nın silah bırakmasına yönelik çözüm sürecini karalıyor. Buna karşılık, Gezi’de protesto gösterisi yapanların tümünün – sadece şiddete bulaşanların değil- tutuklandığı gibi yanlış bilgilendirme yapıyor.Bu fıkraya kim ne kadar ve neden güler bilemem ama inandırıcı olması için iddiaların bile ciddi bir yanının olması gerektiğine kuşku yok.Bununla birlikte, AK Parti’nin doğru veya yanlış “yumuşak karnı” olduğu anlaşılan Suriye ve Mısır’da Batı ile bir ölçüde ayrışan politikasını biraz daha ayrıntılı biçimde incelemekte yarar var. Ciddi biçimde yanıtlanması gerektiğini düşündüğüm temel soru şu: “AK Parti’nin Orta Doğu politikası, öteden beri izlediğimiz dünya ve bölgemizde barış ve istikrardan yana geleneksel politikamızdan bir sapma mı, yoksa bu amaca ulaşmak için toplumların demokrasi taleplerini önceleyen evrensel değerlere dayalı yeni bir yaklaşım mı?Bu sorunun en azından ikinci bölümüne yönelik olarak hükümet cephesinden bugüne kadar doyurucu bir izahat gelmiş değil. Gözlemlerime dayanarak bir sonraki yazımda yanıtlamaya çalışacağım da konunun özellikle bu veçhesi olacak.
Dış politika AK Parti’nin yumuşak karnı mı? (1)
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik